NOSTALJİK BİR GEZİNTİ
Zeki Savaşın Fidan Güngör ile alakalı yazı dizisini ilgiyle takip etmekteyim. Özellikle doksanlı yılların başlarında çok büyük bir misyonu üstlenen kitapevlerinin öneminden bahsederken duygulandığımı belirtmek isterim.
Kitapevleri aydınlanmanın, arınmanın ve bir araya gelinip yücelmenin menziliydiler. Özellikle memleketin en geri bırakılmış, ilimden, bilimden ve eğitimden tamamen mahrum kalmış bir bölge için hayati bir inşa merkeziydi kitapevleri. Liseyi yeni bitirmiş, İslam dinini anne babasından gördüğü kadarıyla görsel bazı sembolik değerler silsilesinden ibaret gören bir nesil olarak yetişen o zamanki gençler için gerçek bir kurtuluş reçetesiydi.
Cebindeki son kuruşu bile, seve seve kitaplara harcadığımız yıllardı
Para bulamadığımız zaman veresiye defterine ismimizi yazdırırdık. O dönemde anladık yanı başımızda yer alan Suriyenin kendi halkına karşı giriştiği katliamı. Seyyid Kutupun Mısır zindanlarında çektiği çileyi, İmamın mütevazi yaşantısını, İsrail ile imzaladığı Camp David anlaşmasından dolayı Mısır Devlet başkanı Enver Sedat'ı askeri tören esnasında öldüren Halid el İslambuliyi öğrendik. Medeniyet ve modernizm de Ali Şeriatinin bizlerden bahsettiği gördük. Mevdudinin Pakistandan seslenişini işittik. ABD emperyalizminin atalarını Afrikadan zorla yeni kıtaya taşıdığı Malkom X o yıllarda bir efsane gibi ruhlarımıza işledi. Şeyh Said Paludan gülümsüyordu. Cuheyman el Uteybi Kabenin gerçek fonksiyonundan bahsediyordu. Metin Yüksel Fatih Camisinin avlusunda uzanıp haykırıyordu. Halepçenin ürkütücü sahneleri yanı başımızda rüyalarımıza girip uykularımızı bölüyordu. Nurullah Genç ılık bir meltem rüzgarı gibi Yağmuru içimize akıtıyordu.
Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü
Sensiz, kıtalar boyu uzayan vatan düştü
Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül
Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü
Necip Fazıl Sakaryadan gaflet uykusunda uyuyanları uyandırmaya çalışıyordu.
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz:
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz!
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya:
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!
Uzak diyarlara sevdalanan yüreğimiz kanatlanıp uçuyordu. Mustafa İslamoğlunun iman risalesi gözlerimizdeki perdeyi aralıyordu. Ali Bulaç; Kuran meali ile yaratıcının mesajını bize sunuyordu.
Durmadan yeni şeyler keşfetme tutkusuyla her şeye yöneldik. Her şeyi iyi görmeye her müslümanı dost bilmeye başladık. Sonra acı gerçekle yüzleştik. Müslüman geçinen bir taifenin Allahın adını anarak müslümanları ve diğer mazlumları katletmeye başladığını ürpererek öğrendik. Hira Dergisi güncel konularda ışığımızdı. İlim- Menzil çatışması ve katledilen onlarca candan haberdar olduk. PKK, İlimin hedefindeydi. Bunu tasvip etmeyen Menzil dik duruşu simgeliyordu. Ondan sonrası malum
Her gün çatışma, her gün faili meçhuller. Gerçek islamı öğrenen ve yaşamaya çalışan bizler bir anda ailemizle karşı karşıya kaldık. Bir anda Müslümanların tamamı Hizbullahçı(!) oldu. Herkes, yurtseverlerin ve kürt ulusal mücadelesinin düşmanı olarak gördü tüm müslümanları. İşbirlikçi hatta tetikçi bildiler muvahhitleri. Oysa Müslüman zulüm işlemez. Müslüman katletmez ve müslüman kendi halkına ihanet etmezdi. Müslüman evrensel ümmetçilik anlayışı içerisinde hareket ederek tüm insanları eşit ve özgür bilir. Bir insanı öldürmenin tüm insanları katletmekle eşdeğer olduğunu öğrenmiştir. Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Fars, İngiliz tüm inananların aynı haklara sahip olduğu bilinciyle hareket eder. Allah tan başka hiçbir güce itaat edilemeyeceğini, hiç kimseden korkulamayacağını ve hiç kimseye boyun eğilmeyeceğini pratiğiyle gösterir. Taraf tutma mecburiyetinin olmadığını, olaylara islami perspektiften bakınca anlar. Ülkemizde ve bölgemizde cereyan eden olayların ve komploluların çözümünün İslami kardeşlikten geçtiğini, ırkçılığın ve lanetli ulusalcılığın şer güçlerin birer tezgâhı olduğunu kavramıştır artık. Emperyalizmin böl parçala ve yut stratejisiyle kardeşi kardeşe vurdurttuğunu çoktan fark etmiştir. Bu oyuna gelmeyecek kadar uyanıktır müslüman
O yıllar aydınlanmanın yaşandığı yıllardı. O dönemde okuyan, araştıran ve sorgulayan şahşiyetler günümüzde farklı fraksiyonlarda yer alsalar da gün gelir yine sahnedeki yerlerini alacak yüreğe sahiptirler. O dönemde böyle kutlu bir davanın başlangıcına vesile olan Değerli Fidan Güngöre, daha sonra Türkiyenin dört bir yanında kitapevleri açma cesaretini gösteren değerli dostlarımıza; özellikle böyle kıymetli bir çalışmayla hafızamızı yenilememize vesile olan Üstad Zeki Savaşa şükranlarımı sunuyorum.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.