1. YAZARLAR

  2. Zeki SAVAŞ

  3. Müslüman Halkların Birbiriyle Mezhep Sorunu
Zeki SAVAŞ

Zeki SAVAŞ

Zeki SAVAŞ
Yazarın Tüm Yazıları >

Müslüman Halkların Birbiriyle Mezhep Sorunu

A+A-

Etnik ve mezhebi farklılıklar bakımından gül bahçesini andıran İslami Ortadoğu, Irak'ın işgalinden sonra başlayan ve Suriye olaylarıyla yükseliş eğilimine geçen tehlikeli bir sürece doğru seyretmektedir.

 

Tehlikenin kaynağını, siyasilerin kendi politik hedeflerine, stratejilerine ve taktiklerine meşruiyet zemini oluşturmak için mezhepleri istismar etme çabaları oluşturmaktadır. Devlet yöneticileri ve siyasi örgütler elini mezheplerden çekse, mezhepleri kendi politik çıkarlarına araç haline getirmekten vazgeçse, farklı mezheplere aidiyeti olan Müslüman halkların mezhep üzerinden birbirleriyle bir kavgası olmaz.

 

Devletler ve örgütler, siyasi hedeflerine ulaşmak için taraftar desteğine, kendi lehlerine propaganda yapacak, gerektiğinde savaşacak güçlere ihtiyaç duyar. Zira devletler ve örgütler tarafından geliştirilen stratejilerin başarısı, geniş halk kitlelerinin katılımı ve himayesiyle gerçekleşebilir.

 

Örgütten devlete siyasi teşekküller, perde arkasında politik çıkar hedeflerine matuf bir strateji belirler. Belirlenen stratejinin uygulanması, kitle desteğine ihtiyaç duyar. Kitle desteği de meşruiyet arar. Senaryoyu yazanlar işte bu noktada gerçek hedefleri kitlelerden gizler ve mezhebi argümanları ön plana sürer. Gerçek hedefleri bilmeyen/kestiremeyen kitleler, aidiyet duygusuyla bağlı oldukları mezhebi tehdit ve tehlike altında hissetmeye başlar. Bu algı önce savunmayı, arkasından da saldırıyı beraberinde getirir. Bir süre sonra, senaryoyu yazmayan ve yazılan senaryodan habersiz olan mezhep mensupları, kendilerini bir mezhep çatışmasının ortasında bulur.

 

Siyaset, tiyatro gibi bir oyundur. Şu farkla ki, senaryosu farklı bir amaca matuf olarak yazılır, kitlelere farklı bir hedef gösterilir ve kitleler oyunu oynamaya başlar ama bu oyun kanlıdır.

 

Siyaset sanatı, kitleleri kandırmayı gerektirir. Kim halkı daha çok kandırabilirse, o daha çok başarılı olur. Bu yönüyle siyaset acımazsızdır. Milyonlarca insanı figüran olarak kullanır, çatışma sahasına sürer. Çatışanlar, gerçekten kendilerini, değerlerini, mezheplerini tehlikede hissettikleri için savunma ve saldırı pozisyonunu alır. Bir mezhebin mensuplarını tehlikede olduklarına, imha tehdidiyle karşı karşıya kaldıklarına, savunma ve saldırıya geçmeleri gerektiğine inandırmak, siyasettir, siyasi oyundur, siyasi başarıdır.

 

Bu türden siyasi başarılara ulaşmanın bir diğer koşulu da istiklalini yitirmiş, siyasete angaje olmuş, çıkar çarkına takılmış alim ve ehl-i kalemin desteğini almaktır. Siyasete alet olmaya aday alim ve aydın da tarihin her evresinde bulunabilmektedir. Bunların devreye girmesiyle oyun, kurallarına göre oynanmaya başlar. Olan, her şeyden habersiz saf ve samimi taraftar kitlelere olur. Can veren, kan veren, mal veren onlar olur. Sonuçları da siyasiler ile kapı kulu alim ve aydınlar kotarır. Hedefe ulaşıldıktan sonra da oyun kuranlar gelip kitlelere ne büyük fedakarlıklarda bulunduklarını, ne kadar şehit verdiklerini, nasıl bir özveride bulunduklarını anlatarak sırtlarını sıvazlar. Kandırılmış kitlelere kalan, sırtlarının sıvazlanması olur ve bir de Allah'tan bekledikleri ücret. Çünkü onlar inançları için savaştıklarını bilirler. Büyük bir tehlikeyi def ettiklerine inanırlar. Mezheplerini ve değerlerini imhadan koruduklarını bilirler. Bu yüzden hem gurur duyarlar hem de ilahi ücreti umarlar.

 

Eğer mezhep mensupları, mezhep kavgalarında nasıl kandırıldıklarını bilseler; canlarıyla, kanlarıyla, mallarıyla nasıl oynandıklarını anlasalar, tehlikeli bir oyunun acımazsız oyuncakları haline nasıl getirildiklerini derk etseler, oyun kuranların tümünü idam ederler. Ne var ki, genellikle kitleler kurulan oyunları fark etmez veya fark etmelerine imkan tanınmaz.

 

Ne yapmalı?

 

Bu soruya anlamlı, pratik değeri olan bir cevap verebilmek için dünya Müslümanlarının kahir ekseriyetini oluşturan Sünni ve Şii mezheplerine mensup Müslüman kitlelerin dikkatini bazı konulara çekmek, doğru düşünmelerini sağlamak, siyasilerin istismar aracı haline gelmelerini önleyecek hususları beyan etmek gerekiyor:

 

1- Bir defa siyasilerin politik çıkarları gereği mezhep meselesine müdahaleleri olmadan mezhep taraftarlarının birbiriyle kavga etmeyeceğine iman derecesinde inanmamız gerekiyor. Her nerede birileri bir mezhebi dayatıyorsa, diğer mezheplere hayat hakkı tanımıyorsa veya bir mezhebin tehdit ve tehlike altında olduğunu gündemleştiriyorsa, bütün Sünni ve Şii Müslümanlar bilmeli ki, orada siyasi bir oyun tezgahlanıyor. Söylenenlere inanmak yerine söylenenleri ve söyleyenleri sorgulamalıdırlar. Tehlikeye inanmak yerine tehlikeyi gündeme getirenlerin amacını öğrenmelidirler. Yapılan eylemlerin etkisinde kalıp karşı hamle geliştirmek yerine eylemi yapanların kimler olduğu ve amaçlarının ne olduğu üzerine gitmeliler. O zaman gerçeği görebilirler.

 

Irak'ta mezhep ateşinin fitilini büyük Şeytan Amerika ateşledi. Sonrasında da Sünniler ile Şiiler oyunu oynamaya başladı. Hem de inanarak. Amerika ajanları bu fitili ateşlediklerini, gah bir Sünni'yi ve gah bir Şii'yi öldürdüklerini açıkça itiraf ettikleri halde Şii ve Sünnilerin deşifre edilen bu oyunun figüranları olmaya devam etmeleri ne ile izah edilebilir? Hamakat ile mi?. Hayır. Irak'ın içindeki ve dışındaki Sünni ve Şii siyasilerin bir kısmı bu oyundan hoşlandı ve bu oyun üzerinden politik hedeflerine ulaşmayı tasarladı. Kitleleri de buna inandırdılar. Bu oyunu bozabilecek tek güç, mezhep taraftarlarının bilinci ve kendi yöneticilerini sorgulamalarıdır.

 

2- Mezhep meselesinin gündeme geldiği her yerde Sünni ve Şii Müslümanlar karşı taraf yerine kendi yöneticilerini ve kendilerini sorgulamalı, yöneticilerinin kendi politik çıkarları uğruna bu oyunun içinde olduğunu görmelidir. Bu yaklaşımı sadece bir tarafın göstermesi yeterli sonucu vermez. Her iki tarafın da aynı yaklaşımı göstermesi gerekir.

 

3- Şii ve Sünni Müslümanlar, mezhepleri İslam'ın farklı yorum ve içtihatları olarak görmeli, din ve iman meselesi olarak telakki etmemelidir. Aksi halde karşı tarafı dini ve imanı nakıs kimseler olarak telakki eder ve ne yapıp edip karşı tarafın naksını giderme yoluna sapar ki, bu yaklaşım karşı tepkiyi ve sonuçta da mezhep kavgasını getirir. Burada bir noktayı hassetsen hatırlatmak istiyorum: Herhangi bir mezhebin mensupları eğer böyle bir yaklaşım içine giriyorsa, bunun arkasında da yine siyası bir mesele vardır, devlet vardır. Devletlerin parmağı olmadan hiçbir mezhebin taraftarları diğer mezheplerin nacisi/kurtarıcısı olma misyonunu üstlenmeye kalkışmaz. Meseleyi kendi doğal haline bırakır. Naci fikrini bizlere aşılayanlar da yine devletlerdir. Onların meselesi ise mezhep değil, siyasi iktidarları ve çıkarlarıdır. Bizler karşı tarafın imanını tekmil ile uğraşırken gerçekte siyasilerin zavallı ve kandırılmış figüranları olduğumuzun farkında bile değiliz. Hepimiz bu misyona soyunan kardeşlerimizle hangi mezhebin daha hakk olduğu tartışmalarına girmek yerine onları içine düştükleri zavallı ve tehlikeli oyunun dışına çıkarmak ve onları uyandırmak için çaba harcamalıyız. İster Sünni ister Şii hiç fark etmez, bir mezhebin propagandasını yapan herkes, bilerek veya bilmeyerek siyasi oyunların figüranı olmuş demektir. Onlara cevap yetiştirmeye kalkışmak, kurulan oyuna dahil olmak demektir. Alet olmak istemeyen her Şii ve Sünni Müslüman, tartışmanın zeminini mezhep meselesinden dışarı çekmeli, konunun mezhep olmadığını, siyasi oyun olduğunu ifade etmeli ve tartışma zeminini değiştirmelidir.

 

4- Irak ve Suriye meselesi üzerinden hasıl olan dış saflaşmanın özünde ve perde arkasında, mezhebi bir mesele yoktur. Aksine politiktir, ulusal çıkar meselesidir, global düzeydeki kamplaşmadır. Mezhep meselesi, çatışmaya meşruiyet zemini kazandırmak için gündeme getirilmiştir. Dolayısıyla Suriye konusunu mezhep zemininde tartışmak, asıl konudan uzaklaşmak ve tuzağa düşmekle eş değerdir. Suriye dışındakilerin Suriye konusuna olan ilgisi siyasi zeminde, bölgesel ve uluslar arası çıkar ilişkileri zemininde değerlendirilmelidir.

 

Suriye konusuna Suriye halkı açısından baktığımızda ne demeliyiz?

 

Her halkın kendi rejimini ıslah etme veya değiştirme hakkı vardır. Bu hak, bütün halklar için geçerlidir. Bazı halklar bu haktan mahrum bırakılamaz. Suriye halkı, kendi rejimlerini ıslah etme veya değiştirme kararı almışsa, esasen dışarıdakilerin hiç biri bu sürece müdahale etme hakkına sahip değildir. Ne var  ki, mesele bu kadar basit değil. Bir halk kendi rejimini değiştirmek istediğinde, değişimin yönü ve mahiyetine göre bölgesel ve uluslar arası düzeyde çok sayıda devlet bu değişim sürecine kendi ulusal ve bölgesel çıkarları doğrultusunda müdahale eder. Çünkü meydana gelecek değişim, bazı ülkelerin lehine, bazılarının aleyhine sonuçlanacaktır. Devrimi veya ıslahı lehine görenler, halka destek vermeye, aleyhine görenler rejime destek vermeye başlayacaktır.

 

Başlangıçta bir ülkeye özel olan ve iç işleri sayılan konu bir anda uluslar arası meseleye dönüşür ve saflaşmalar belirginleşir. Eğer ıslah veya devrim sürecini başlatan halk güçlü ve müstakil olmazsa, bir süre sonra o ülkedeki halk kıyamı iç mesele olmaktan çıkar ve uluslar arası güç paylaşımı konusuna dönüşür ve o ülkenin halkı unutulur veya uluslar arası güçlerin bilek güreşi arasında ezilir.

 

Suriye konusu bugün tamamen uluslar arası güçlerin bilek güreşi yaptığı bir arenaya dönüşmüştür. Bir yanda Amerika, Avrupa ve onarlın İslam dünyasındaki müttefikleri, öte yanda Rusya, Çin ve onarlın İslam dünyasındaki müttefikleri. Her iki taraf da gerçek anlamda Suriye halkının ve taleplerinin yanında değildir. Her iki taraf, kendi hedeflerinin peşindedir.

 

Arap dünyasındaki ayaklanmalar ve özellikle Yemen, Bahreyn ve Suriye olayları bize şu gerçeği gösterdi:

 

Bir halk kendi rejimini değiştirmeye kalkıştığı zaman karşısında sadece kendi rejimini bulmayacak, kendi rejimiyle birlikte en azından dünyanın yarısını da karşısında bulacaktır. Öyleyse kıyama kalkışan her halk, dünyanın yarısına veya tümüne rağmen başarılı olabilecek bir donanıma, önderliğe, örgütlülüğe ve uygun koşullara sahip olup olmadığı konularını iyi hesaplamalıdır.

 

Sünni ve Şii Müslümanların önemli bir kısmı Suriye ve Bahreyn konuları üzerinden birbirlerine kılıç çekmiş durumdadır. Oysaki kılıç kuşanmanın gerçek nedeni, Sünnilerin garp cephesinde, Şiilerin de şark cephesinde yer almasıdır. Sormazlar mı ne fark var aranızda?

 

Burada bütün Müslümanlara, İmam Humeyni'nin iki şiarını hatırlatmak istiyorum:

 

"La Şiiye la Sünnüye İslamiyye İslamiyye" ve "La şarkiye la garbiye İslamiyye İslamiyye" Ne Şii ne Sünni, ne Şark ne Garp sadece İslam.

 

Biz kendi payımıza şark ve garp adına yürütülen bu çatışmada yer almayacak ve hiçbir müslümana kılıç çekmeyeceğiz. Ne Şark ne de Garp cephesinin silahşorlüğünü veya kalemşorlüğünü yapmayacağız. Birbirlerine kılıç çeken Müslümanlara  da dinlerini ve mezheplerini siyasetin istismar aracı haline getirmemelerini, siyasilerin oyuncağı olmamalarını, verdikleri kavganın İslami olmadığını hatırlatacak, halkların taleplerine İslami ve insani temellerden bakmalarını, ayrımcı davranmamalarını, halkların kıyamına saygı duymaları gerektiğini tavsiye edeceğiz; Müslüman halkların birbirleriyle mezhep sorunun olmadığı gerçeğine bütün gücümüzle dikkat çekmeye çalışacağız.

 

Fitrat.com

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.