MUHAMMEDÜ-L EMİN
RAHMET ÖNDERLERİ-15/1
MUHAMMEDÜ-L EMİN
Selam olsun son nebi Muhammedü-l Emin’e…
Allah Resulü, Risâlet’le görevlendirildiğinde kırk yaşındaydı. Kırk yıllık hayatı, tertemiz, bembeyaz bir sayfa gibi geçmişti! Zira hiç kimse O’nun kırk yıllık hayatı boyunca asla yalan söylediğine, haksızlık yaptığına, insanları kırdığına, kötülük işlediğine asla şahit olmamıştır. O, o güne değin insanlarla ilişkilerinde son derece naif davranan, ahlaksızlığın her türlüsüne karşı cephe alan, garip, yetim, güçsüz ve kimsesizleri kollayan, alışverişinde / ticaretinde dürüst olan, saygı-sevgi konusunda hiçbir yanlışı olmayan, akrabalık hukukunu gözeten, sözüne sadık, şefkatli, merhametli, izzetli bir insan olarak yaşamıştı.
Allah resulü, henüz doğmadan yetim kalmış, küçük yaşlarda ise öksüz olmuştu. Kendisi daha çocuk yaşlarında iken iş hayatına atılmış, ailesine maddi katkılarda bulunmuştu. Amcası Ebu Talip ile çeşitli ticaret kervanlarıyla nice uzun seyahatlere çıkmış, çeşitli toplumları ve kültürleri tanımıştı. Özellikle gençlik yıllarında katılmış olduğu ticaret kervanlarında herkesin beğenisini, takdirini kazanmıştı.
Daha yirmili yaşların başında iken, o dönemde Mekke’de ünlü bir iş kadını olan Hatice tarafından işe alınmıştı. Hatice, O’nun çalışkanlığını, dürüstlüğünü görünce de ticaret kervanının başına getirmişti. Kısa bir süre zarfında ticaret kervanının büyük gelirler getirdiği, işlerinin çok iyi gittiği konusu Hatice’nin gözünden kaçmamıştı. Son derece akıllı, dürüst ve başarılı bir performans sergileyen genç Muhammed, Hatice’nin güvenini kazanmasının yan ısıra, yüreğini de fethetmişti. Bu sebeple Hatice, kendisine evlenme teklifinde bulunmuş ve kısa bir süre sonra mutlu bir yuva kurmuşlardı.
......................................................................................................................................
Muhammedü-l Emin, otuz beş yaşlarında iken Kâbe büyük bir onarım geçirmişti. Nihayet onarım işi bitmiş, Hacerü-l Esved’in yerine konulmasına sıra gelmişti. Mekkeliler, bu taşı yerine koyma konusunda anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Çünkü her kabile, o taşı yerine yerleştirmek istiyordu. Zira o işi yapmak, büyük bir şeref olarak kabul görüyordu. Anlaşmazlık bir kavgaya doğru giderken, Mekkeliler kendi aralarında bir anlaşmaya varmışlardı. Ertesi gün ilk Kâbe’ye giren kim olursa, işi ona havale edeceklerdi. Ve bu anlaşma, anlaşmayı yapanlar arasında gizli tutularak, ertesi gün kimin önce Kâbe’ye gireceği gözetilecekti. Ertesi gün sabah erkenden Muhammedü-l Emin’in Kâbe’ye girmesi, herkesi mutlu etmişti. Evet, herkes bu adama güveniyordu. Hiç kimse O’nun vereceği karara karşı çıkmayacaktı. Çünkü O, işi en adil, en makul bir şekilde çözüme kavuşturacağına herkesin itimadı tamdı.
Muhammedü-l Emin Kâbe’ye girdikten sonra, orayı gözeten kabile temsilcileri gelip, kendisin tebrik ettiler ve durumu izah ettiler. O, bütün kabilelerin elbirliğiyle bu taşı yerine yerleştirecekleri bir formül geliştirdi. Hemen büyükçe bir bez istedi. Getirilen bezi yere sererek, Hacerü-l Esvedi bezin üzerine aldı. Her kabileden birer kişi bezin bir yerinden tutarak taşı kaldırdılar ve Muhammedü-l Emin de kendi elleriyle taşı yerine yerleştirdi. Böylece büyük bir sorun haline gelen taşı yerleştirme işi de çözüme kavuşmuştu.
........................................................................................................................................
Vahiy gelmeye başlamıştı. Müşriklerin elebaşları, vahye karşı cephe almışlardı. Bu yeni dine engel olmak istiyorlardı. Bunun için Müşrikler, Mekke Site Meclisi olan Daru-n Nedve’de toplantılar tertipliyor, uzun uzadıya tartışıp çözüm yolları arıyorlardı. Kimisi kendisine deli diyelim, kimisi şair diyelim, kimisi yalancı diyelim ve benzeri onlarca ithamlarda bulunmak istediler. Ama bunların hiçbirisinin tutmayacağını da biliyorlardı. Çünkü O’nun doğruluğunu, zekiliğini, samimiyetini, dürüstlüğünü her kes biliyordu. Nihayet “Büyük bir sihirbazdır” noktasında anlaştılar. Çünkü kendilerince toplumu bölmekte ve birbirine düşürmekteydi!
....................................................................................................................................
Açıkça tebliğ emri gelince uzun süre bunu nasıl yapabileceği konusunda kafa yormaktaydı. Ve nihayet bir yolunu bulmuştu. Evet, sabah erken Safa Tepesine çıkarak Mekkelilere şöyle seslenmeye başlamıştı:
“Ey Kureyşliler! Geliniz, buraya toplanınız! Size önemli bir haberim var!”
Kureyşliler, merakla ve endişe içinde Safa tepesine koştular. Orada Muhammedü-l Emin duruyordu! Şaşkınlıkları katlanan Mekkeliler: “Bizi niçin buraya topladın! Bize ne haber vereceksin! Diye sormaya başladılar.
Aziz Peygamber, tüm dikkatlerin kendisinde olduğunu görünce fırsatı kaçırmadı.
-Ey Kureyş topluluğu! Eğer bu dağın ardında veya şu vadide düşman atlıları var! Sabah ya da akşam, üzerinize saldıracak desem bana inanır mısınız?
-Evet, biz senin doğruluğunu tasdik ederiz! Çünkü şimdiye kadar sende doğruluktan başka bir şey görmedik! Sen, yanımızda hiç yalan ile itham edilmemişsin!
Topluluğun güvenini yineleyen Efendimiz, tek, tek kabilelerin adlarını zikrederek, zaman kaybetmeden hemen vereceği mesaja geçti:
“Öyle ise ben size, önünüzde gelecek büyük bir azabın bildiricisiyim! Yüce Allah bana; ‘En yakın akrabalarını ahiret azabıyla korkut’ emrini verdi! Sizi; ‘Allah bir! O’ndan başka ilah yok’ demeye davet ediyorum. Ben de O’nun kulu ve resulüyüm. Eğer, dediklerimi kabul ederseniz, cennete gideceğinizi taahhüt edebilirim. Şunu da bilin ki; ‘Allah bir! Ondan başka ilah yok.’ Demedikçe, ben size ne dünyada ne de ahirette bir fayda sağlayamam!”
Allah Resulünün bu konuşmasına karşı başta melun Ebu Leheb olmak üzere, pek çok müşrik hakaretler, küfürler savurarak oradan uzaklaşmıştı! Oysaki bu müşrikler, daha birkaç dakika önce kendisine tam anlamıyla güvendiklerini, inandıklarını söylemişlerdi!
……………………………………………………………………………………….
Müslümanların Mekke’de yaşama imkânı kalmayınca hicret emri gelmişti. Müminler peyderpey Medine’ye hicret ediyorlardı. Sıra, Âlemlerin Efendisine gelmişti. Kendisi de Hicret edecekti. Azgın Müşrikler kendisini ortadan aldırmaya, katletmeye karar vermişlerdi. Hicret edeceği gece yine kabilelerin her birinden birer genç, elinde kılıcıyla kapısının önünde nöbet tutarak, evden çıkınca topluca saldırarak katledeceklerdi. Hâlbuki kendilerine bu kadar kin kusan müşrikler, pek çok değerli varlıklarını da Aziz Peygamberin yanına emanet olarak bırakmışlardı! Bunlar arasında kapısında, kendisini katletmeye gelen gençlerin ailelerine ait eşyalar da vardı. Ama hicret edeceği gece, Hazreti Ali’yi yatağına yatıran Aziz Peygamber, o müşriklerin eşyalarını tek tek hangisinin kime ait olduğuna dair Hazreti Ali’yi bilgilendirmiş, o emanetleri sahiplerine verdikten sonra kendisinin de Medine’ye hicret etmesini tembihlemişti!
............................................................................................................................................
O aziz önderin bu gün ümmeti olan bizler ne kadar eminlik sıfatını üzerimizde taşıyoruz! Müminler olarak birbirimize karşı ne kadar eman üzere olabiliyoruz! Oysa iman etmek; emin olmak ve olunmaktır! Biz gerçekten nasıl bir iman üzereyiz! Fert ve toplum olarak imanın emarelerini kendi benliğimizde, kendi nefsimizde ne kadar toplayabiliyoruz! “Ey iman ettik diyenler; iman ediniz!” emriyle muhatap mı oluyoruz yoksa!
Muhammedü-l Emin. Aziz önder! Âlemlere Rahmet olan peygamber! Pak ashabı tarafından hep; “Anam, babam ve canım sana feda olsun, buyur ya Resulullah!” cümleleriyle karşılanan aziz önder. Evet, biz de aynısını yeniden haykıralım ey gözlerimizin nuru: “Anam, babam ve canım sana feda olsun, buyur ya Resulallah!” Senin yolunu takip etmek, sıdkile senin sünnetin üzere yaşamak, senin ahlakını ahlak edinmek dua ve temennilerimle!
Selam olsun son Nebi Muhammedü-l Emin’e...
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.