Modern dünyanın mahalleleri
Mahalle baskısı metaforunu yeniden gündeme taşıyan araştırmaya gelen tepkiler bir yönüyle muhakkak ki bekleniyordu. Araştırmanın yöneticisi Binnaz Toprak da 2 ocak günü bu gazetede çıkan yazısında böyle bir beklentiye sahip olduklarını söylüyor. Türkiyede farklı kesimlerin istemedikleri sonuçları veren araştırmaları horlamaları pek alışılmamış bir durum değil. Gelen eleştirilerin önemli bir bölümünün de bu minvalde olduğu açık. Çalışmanın sunduğu tablodan rahatsız olan bazı muhafazakâr kalemler, görüşülen kişilerin anlattığı olayların yanlı, hatta yalan olduğunu bile ima ettiler.
Oysa bu noktada çok daha serinkanlı bir bakış gerekiyor: Türkiyede son yirmi yılın ürünü olarak İslami kesimde ortaya çıkan burjuvalaşma ve kültürel olarak kentlileşme eğiliminin, laiklere ait olduğu varsayılan kamusal alanı iyice sıkıştırdığı açık. Bu durum iktisadi ve sosyal alanda bir tür bireyselleşme getirmesine karşın, ideolojik bağlamda yeni bir cemaatleşme ile sonuçlandı. Örneğin bugün birçok laik ailenin İslami duyarlılığı güçlü insanlarla komşuluk ilişkisi kurmuş olduklarını ve aynı olgunun ters yönde de varit olduğunu araştırmalardan öğreniyoruz. Ancak belki bu yeni gelişmenin de etkisiyle- yine her iki tarafta da bu yakınlaşmayı ideolojik olarak reddedenler, bu reddiyeden bir siyaset üretenler var. Söz konusu ortam hem laik hem de muhafazakâr kesimin ötekine bakışta bölünmüş olduğunun ve cemaat içi çatışmanın nüvelerini taşıdığını göstermekte. Nitekim demokrat laik kesimin AKPye son seçimlerde verdiği destek, laik cemaat içindeki bu kırılmanın da su yüzüne çıkmasıydı. Muhakkak ki aynı kırılmanın görünür olması muhafazakâr kesimde çok daha zor, çünkü onlar alttan gelmenin psikolojisi içinde halen dayanışmacı niteliklerinden uzaklaşmış değiller.
Öte yandan yine her iki cemaatin söz konusu ideolojik uçlarının belirli bir çekim gücü olduğu da yadsınamaz, çünkü uç konumlar birbirlerini karşıtlık hali içinde algılayan gruplarda kolaycı ve çekici bir siyasi dil oluşturur. Bunun anlamı Türkiyede laik/dindar gerilimi arttıkça, her iki cemaat içinde de bir tür mahalle baskısının oluşmasıdır. Binnaz Toprakın yürütücülüğündeki çalışma bu açıdan önemli tespitler yapmaya adaydı ve muhtemelen toplanan ham malzeme bir yeniden okumayı hak edecek niteliktedir.
Derinlemesine mülakata dayalı araştırmaların, konuşulan kişinin anlam dünyasını çözümlemeyi hedef aldığını dikkate alırsak, bu araştırmanın hedefi de laik kesimin uç siyasi dilini üreten kesimlerin kendi algılamalarını nasıl anlamlandırdıkları ve kendilerini bu gerilimde nasıl tanımladıkları olmalıydı. Toprak Taraftaki yazısında biz de zaten laik kesimi anlamayı hedeflemiştik diyor... Ancak buradan devamla bulgularının bir algılama değil, somut olaylar dizisi olduğunu savunuyor. Oysa sözü edilen somut olaylar görüşülen kişinin öznel değerlendirmesinin prizmasından bize ulaşıyor ve derinlemesine bir görüşme bu değerlendirmenin üzerine gitmek zorunda. Aksi halde anketle öğreneceğiniz bir sonuç için derinlemesine görüşme yapmış olursunuz ki, o zaman da görüşme sayısı bilimsel bir sonuç önermek için çok kısıtlı kalır.
Toprak benim iddia ettiğimin aksine dindarları öteki olarak algıladığı epeyce açık olan insanlara dindar davranışını sormadıklarını, onlara kendilerini sorduklarını söylüyor. Demek ki öyle insanlar seçmişler ki, kendilerini sorduğunuzda size dindarlardan gördükleri baskıyı anlatıyorlar. Bu durumda kendilerinden ne anladıklarını merak etmez misiniz? Böylesine yanlı bir denek kitlesi ile karşı karşıya iseniz, bizzat bu yanlılığı deşmez misiniz? Kısacası araştırmanın anlattığı olaylar muhtemelen gerçektir... Ama bunların alt alta dizilmesiyle yetinilmiş gözükülmesi bilimsel bir fırsatın kaçırılması anlamına geliyor...
Nihayet Toprak benim muhafazakâr kesimin modernleştiğini ima eden sözlerimi ekonomiye entegre olmak anlamında kabul etse de, bu yargının düşünce dünyasına ilişkin olarak yapılamayacağına işaret ediyor. Nitekim muhafazakâr kesimin bu araştırmaya tepkisini de henüz zihnen modernleşmemiş olduğuna bir delil olarak sunuyor. Çünkü bu tavır hoşgörülü ve karşısındakini anlamaya yönelik değil... Oysa galiba şu noktanın ayırdına varmakta yarar var: Modernlik zaten hoşgörülü bir anlayışı ima etmez. Bunu bugün Batıda yaşayan ötekilerin durumuna baktığınızda açıkça görebilirsiniz. Modernliğin hoşgörüsü kendisine benzemeyenlere ilişmeme, bulaşmama; onların da kendisine ilişip bulaşmaması şeklindedir. Ama alışılmış olan kamusal alanın yeniden bölüşümü söz konusu olduğunda bu hoşgörü bir anda yerini otoriter zihniyetin dışlayıcılığına bırakır.
Bugün Türkiyedeki dindar kesim bir zihinsel açılım ve kişiselleşme yaşıyor. Söz konusu yeniden toplumsallaşmanın heterojenleşmeyi ima ettiği ise açık... Bu geniş yelpazede demokrat bir dindar kimliği de ürüyor, ama aynı zamanda dindar dünya görüşünün epeyce modernist ve pozitivist halleri de... Belki laik kesimin de artık modernliğin pek de matah olamayan yönlere sahip olduğunu ve bunların genelde düşünce dünyasına ait de olabildiğini idrak etmesinde yarar var...
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.