1. YAZARLAR

  2. Ali Bulaç

  3. Mezhep Ateşi
Ali Bulaç

Ali Bulaç

Yazarın Tüm Yazıları >

Mezhep Ateşi

A+A-

     25 Mart 2006’da “Irak Halkıyla Dayanışma Gecesi”ne katılmak üzere Türkiye’ye gelen Hacı Ali Kaysı, kendisiyle konuşma yapan aylık Vuslat Dergisi’ne şunları söylüyordu: “Ebu Gureyb Hapishanesi’ne götürüldüğümde bana ilk sorulan soru ‘Şii misin, Sünni misin?’ oldu.

     Oysa ben ömrüm boyunca böyle bir soruya muhatap olmamıştım. Irak’ta kimse size böyle bir soru sormaz, gündemimizde yoktur yani. Bana yöneltilen ikinci soru, suçlama ‘antisemitist’ olduğumdu. Oysa biz Sami ırkının insanların atası olduğuna inanıyoruz. Herhangi bir nefretimizin olması beklenemez… Ebu Gureyb’de kaldığım dönemde 400 tutuklu ile beraberdik. Bu tutukluların içinde Şii, Sünni, Irak’ın orta kesiminden insanlar vardı. Biz aramızda tutuklu olan Şii imamı namaz kıldırması için önümüze geçirdik. Namazdan sonra askerler onu dışarı çıkarıp aramızdan ayırdılar. Ona ‘Senin mezhebin farklı, nasıl onlara namaz kıldırırsın’ demişler.” (Vuslat Dergisi, Nisan-2006.) Hacı Ali, “İçinde Babil, Ninova, Sümer, Asur dönemlerinden kalmış kabartmalar, tabletler, heykeller, altın ve gümüş Ur sikkeleri ve Abbasi dönemine ait eserler bulunan Bağdat Müzesi’nin ABD askerleri tarafından yağmalandığı”nı söyledikten sonra şunları ekliyor: “Irak’ta birikimli şahsiyetler, Irak halkına yön veren, kalkınmasının mimarı olabilecek kişiler bir bir öldürüldü. Alimler, kimyagerler, biyologlar, akademisyenler, öğretim görevlileri tutuklanarak yok edildiler.” Sonraları yapılan dikkatli araştırmalar, ortaya koydu ki, Sünni ve Şii kanaat önderi ve fikir adamlarından öldürülenlerin önemli bir kısmı “mezhep çatışması”nın meşruiyetine inanmayıp her fırsatta Iraklıları bu konuda uyaranlardı.

     Mezhep çatışmasının böylesine derinleşip yaygınlaşmasına yol açan birden fazla sebep var. Bir tanesi Hacı Ali Kaysı’nın anlattıklarıyla bağlantılı olarak Batı dünyasının işe müdahil olan rolüdür. İşgalin orta zamanlarında fistanlı Arap kıyafetiyle tankın üzerine çıkıp “Şii öldürmenin büyük ecrinden bahseden” iki kişinin yakalandıklarında İngiliz istihbaratıyla ilişkili olduğu ortaya çıkmıştı. Demek istediğim dış faktör ve kışkırtmalar da mezhep çatışmasında rol oynuyor. Tabii ki hepsi değil ama rol oynayan faktörlerden biridir. Şubat-2007’de Almanya’nın eski Dışişleri Bakanı Joschka Fischer, İsviçre’de yayımlanan Tagesanzeiger gazetesine yazdığı makalede Bush’u, İsrail ve Sünni ülkelerle birlikte İran karşıtı koalisyon kurma politikasına karşı uyarıyordu. “Bu tutum yanlış, olumsuz ve korkutucudur. Bush, “ılımlı” olarak nitelenen ve çoğunluğu Sünni Arap ülkelerinden, İsrail’in de katıldığı İran karşıtı bir koalisyon oluşturmaya çalışıyor.” Fischer’e göre, İran’a karşı savaş açmak Irak’ı daha da güvenli hale getirmeyecek, tersine Irak’ta, hatta bütün bir bölgede tam aksi bir sonuç yaratacaktır. ABD’nin elindeki en önemli kart “mezhepleri birer yıkıcı ideoloji”ye dönüştürüp bölgeyi derin bir zaafa uğratmaktı. Nitekim öyle oldu.

     Kitap ehlini dinleriyle ve kitaplarıyla karşı karşıya getiren şey “doktrin ve yorum hatası”dır. Müslümanları dinlerinin çizdiği sınırların dışına çıkaran şey ise “siyasi hırs ve hükmetme dürtüsü”dür. Maalesef siyasetin, dinin işaret ettiği ideal-ahlakî hedeflerden sapma göstermesinin ilk örnekleri pek erken bir zamanda görüldü. İslam tarihinde ortaya çıkmış bulunan mezheplerin neredeyse tamamı, salt kelam veya fıkıh usulü tartışmalarından değil, farklı siyasi görüş ve iktidar mücadelelerinden türemişlerdir. Ana teması ve vurgusu kelam ve fıkıh olan Sünni dört mezhep de sonuç itibarıyla siyasî durumla ilgili belli bir tutum ve duruşu öne çıkarırlar. Mezhep çatışmalarının önüne geçmek sorumlu her Müslüman’ın görevidir. Bunun yolu da 19. yüzyılda kalmış laikliğin yaptığı bölmeye dönüp “siyasî olanı dinî olandan ayırmak”tan geçmez; her insanî fiil ve beşerî hareketin meşruiyet çerçevesi dinî zeminin dışında değildir. Biz “din-siyaset” ayırımını yapsak bile ne dış güçler yapar, her fırsatta hatırlatır, ne kolektif hafıza ve ma’şeri vicdanda yer etmiş derin mezhep kodları etkisiz hale gelir. Tam aksine mezhepçiliğin körüklediği nefret ateşini söndürmek için bizi “su yolu”na götüren Münzel Hükümler’in doğru beslediği kelam ve fıkıh kaynaklarına; dinin emrettiği ahlakî dünyanın inşaı cehdine dönme zarureti var.

a.bulac@zaman.com.tr

     ZAMAN

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.