1. YAZARLAR

  2. Yıldız RAMAZANOĞLU

  3. Metropolis’te yerin altı ve üstü
Yıldız RAMAZANOĞLU

Yıldız RAMAZANOĞLU

Yazarın Tüm Yazıları >

Metropolis’te yerin altı ve üstü

A+A-

Alman yönetmen Fritz Lang’ın 1927 yapımı Metropolis filmi özenle çekilip geleceğe fırlatılmış sanki. Sanat böyle bir şey, yaşadığı zamanın ufkunu kavrayıp daha ilerisine yönelik ipuçları verebilmeli ki, misyonunu ifa etsin. Zamanının en pahalı yapımlarından olan siyah beyaz sessiz film, sürrealist bilimkurgu tekniğiyle çekilmiş, açılış sahnesiyle insanı içine alıyor ve son ana kadar bir daha bırakmıyor.

Bir örnek giyinmiş yüzlerce işçi, iki yana hafif salınımlarla yürüyerek geniş beton bir binanın içine girip asansörlere doğru ilerlerler. Boylarında ve fiziki yapılarındaki giderilmesi mümkün olmayan küçük farklılıklara karşın hepsi tek insan gibi bir hizadadır. Ortak kaderin yansıdığı,  hislerin bastırıldığı, itiraz etme istencinin bertaraf edildiği yüzler. Abartılı kurgu elbette olmuş ve olacak olanların altını çizmek ve insanlığı bekleyen tehlikeye işaret etmek için.

Vardiyası bitenler ve vardiyasına gidenlerin inen ve çıkan asansörlerde bir an da olsa eş zamanlı görünümü çok etkileyicidir. Asansörlerden birinde onlarca sırt, diğerinde ise sayısız yüz bize dönük. Hareket etmenin imkânsız olduğu bir sıkışıklıkla yerin altına inen sanayileşme emekçileri pek de Max Weber’in öngördüğü mutluluğu yaşamazlar. Belli ki daha çok sermaye sahiplerini analiz için yola çıkan “Protestan ahlak” bahsi asıl emekçilerde hayata geçirilmeye çalışılmış; ne kadar çok çalışıp üretir ve buna mukabil az harcarsan, Tanrıya ve cennete o kadar yakınlaşırsın.

İşin aslı şu ki güç kimdeyse tarif etme, kimin nasıl mutlu olacağını, olması gerektiğini söyleme, üretecek ve tüketecek olanları belirleme hakkı da onların olacaktır. Hayat bir oyundur ve ilk harekete geçenler kurallar benden diyerek başlatırlar yaşamı. Kuralların değişmesini talep etmek için güçlenmekten başka çare yoktur.

Filmde birilerinin aşağıya inişinden sonrasını takip edemez ve aşağıda neler olup bittiğini göremeyiz başlangıçta. Yukarısı gösterilir; beyaz güzel binaların bahçelerin içinde birileri gezinmekte partiler verilmekte ve güzel sarışın kızlar kol gezmektedir ortalıkta.

Bütün şehrin patronu olan Fredersen’in oğlu Freder “oğulların kulübü”nde gönül eğlendirirken sistemdeki bir hata yüzünden yüzeye çıkan Maria ve yanındaki yetim işçi çocuklarıyla karşılaşır. Duru, günyüzü görmemiş kireç gibi beyaz ve masum yüzü başka bir dünyanın habercisidir ve içgüdüsel bir yönelişle peşinden gider Maria’nın. Aşağılara inen kızın  vardığı yerde yüzlerce insanla karşılaşır. Freder’in yerin altında aydınlanması ve kardeşlerim dediği öteki insanlarla buluşmasıdır bu. Onu dehşete düşüren ‘başka hayat’ gerçekliğini izler bir süre, kendini onların bir parçası olarak hissedene dek.

Yukarıdaki şehrin kurucusu, hamisi tek otoritesi sayılan baba Joh Fredersen oğlunun yoldan çıkıp aşağıdakilere karıştığını ve bir kızdan etkilendiğini anlayınca büyük tepki gösterir.

İşçilerin arasındaki casuslarıyla öğrenmiştir olanları. Ajan işçilerin birinin cebinden çıkan toplu kaçış planını da verir ödül beklediği patrona ama ödülü aşağılanmadan ve kullanılıp  atılmaktan başka bir şey olmaz. Dostlarına ihanet eden insan, açık biçimde mahkum olur seyirci önünde.

Freder’in karşısında emindir kendinden baba.

- Bu şehri elleriyle kuranlar yapanlar nerede peki?

- Onlar yerin altında.

- Ya birgün sana karşı koyarlarsa ne yapacaksın?

Soru karşısında güler baba, yarattığı sistem içinde insanlar düşünmeye itiraz etmeye vakit bulamayacaklardır.

Üç bölümden oluşan filmin giriş bölümünde Maria ve “aşağı” ile tanışan Freder’in eşitsizliğe dair söylediklerini duyacak gibi değildir bütün üretim araçlarının sahibi olan babası, yeni inşa edilen Babil Kulesi’nin penceresinden teknoloji harikası şehrini seyretmektedir. Hızlı trenler şehrin tam ortasından geçmekte, yukarı ahalisi mutlu bir şekilde metrolara binmekte, uçakların biri inip biri kalkmaktadır bir tek ağaç görünmeyen şehirde. 1927’den bu günü görmeye çalışan bir bakış bu. Tahsin Yücel’in Gökdelen romanını aklıma getirdi. Onlarca kat yükseklerde kuşların çoktan hayattan çekilip gittiği şehirlerde yaşayan, toprağın ne olduğunu unutan, vitrinlerin sahte pırıltısıyla avunan insanların dünyası.

Abartılı görünse de yaşadığımız hakikate işaret eden görüntüler gerçekten etkileyici. Bütün dünyanın deneyimlediği metropol gerçeğinde insanın ufacık kalması, devasa şehir uğultusunun içinde artık sesinin duyulmaması. İnsanın özüne uygun şehir yapılanmaları, emîn ve dayanışmacı toplum tasavvurları üzerine kafa yormak bütün zamanların sorumluluğu.

Freder anlar ki sistemin ana kumandası olarak tanımlanan Moloch ya da M-makine bir canavardır ve aslında hükümranlığa hayatlara hükmetmeye işaret eder. Moloch İsrailoğullarının çok eski çağlarda taptıkları ve dini bir reform yapılana dek, öfkesini yatıştırmak için oğullarını kurban ettikleri cehennem tanrısıdır. Bu çeşit göndermelerden filmde Nazizm öncesi Yahudilere karşı bir teyakkuz yaratıldığını düşünen eleştirmenler var.  İslami manada “mülk” kelimesinin etimolojisinde Moloch’un olması manidar, mülk İslam’da da sahip olmayı anlatır ve ateşten gömlektir adeta. Mülk Allah’ındır ve insanlar ancak onun gösterdiği doğru yolda, emanetçi olduklarını bir an bile akıldan çıkarmadan tasarruf edebilirler. Mal da hüküm de yaratana ait olduğundan son tahlilde vermesi de vermemesi de imtihan üzeredir.

Bilim adamlarını temsil eden, diğer bütün üstünlük taslayanlara olduğu gibi kendisine de akıl veren, danışmanlık yapan Rotwang’dan yardım ister Fredersen. Burada bilimin nasıl da egemenlere hizmet ederek insanlığa karşı bir silaha dönüştüğünün eleştirisi vardır.11811 numaralı işçi ile yer değiştirerek onun hayatını tecrübeye etmeye kalkışan oğlunu vazgeçirmesi için harekete geçmesi mevcut düzenin bekası için çok önemlidir.

Freder ise heyecan içinde bir ismi olmadan sayı olarak anılmanın ne olduğunu idrak etmekte. Aslında filmde açığa çıkmasa da üsttekiler de fazla seçme şansı olan insanlar değildir, belli süfli mutluluk reçetelerine mahkum halde, birörnek yaşamlarla insani değerlerden hayatın temel soru ve hedeflerinden uzakta sürüklenmeye ne kadar özgürlük denilirse artık.

Rotwang bu ürkütücü şehrin mimarı, akıldânesidir, Fredersen ise kralı. Aynı kadını seven iki arkadaş. Rotwang arkadaşına kaptırdığı Hel’i ölümünden sonra tekrar var etmenin ve sahip olmanın yollarını ararken, nice teknolojik çalışmalara kalkışır, bir makine insan olarak yaratır kadını sonunda. Yüz nakli gerekmektedir, en uygunu da bir taşla iki kuş vurmak üzere Maria’ yı esir alıp yüzünü nakletmek ve böylece onu Freder’den de uzak tutmaktır. O zamandan yüz naklini hayal edip kurgulamak önemli tabii. Bu esnada çeşitli işlemlerden geçen suret, bilime tapınmamızı isteyenlerle dalga geçercesine kötülük doludur.

İşçilerin yeraltı mezarlığında buluşup kaçış planları yaptıkları öğrenildiğinden hepsi bir azize gibi onları koruyacak olan Maria’nın etrafında toplanır. Freder’in sevdiği kız üreten ellerle ürünlerin sahibi olan üst akıl sahibi arasında kalp olacak arabulucudur. Filmde son ana kadar vurgulanan cümledir bu: “Başla eller arasında birleştiren bir yürek olmalı.”

Gotwald üzerinden insanın bir insan yaratma çabaları hayal edilmiş, elektrotlar, deney tüplerinde fokurdayan kimyasallar, kimi ışıklı halelerin sıkışması, birçok maddenin birbiriyle reaksiyona girmesi ve hızla bedene dönüşmesinin görsel dile aktarılması için teslim etmek gerekir ki çok emek verilmiş ve uğraşılmış. İnsan görünümlü bir robot (cyberg) fikri o zamanın muhayyilesini yansıtması bakımından dikkat çekici.

İntermedya adlı bölümde Meryem yüzlü robot kötü yolda bir kadının haline bürünüp dünyevi arzuları harekete geçirmekte aşağıdakilerin birliğini bozup zamansız isyana teşvik etmekte. Bu Rotwang’ın Fredersen’in düzenini yıkıp ondan intikam alma planından başka bir şey değildir.

Son bölüm olan Furioso (itiraflar) kısmında ise kötücül bilgini bunları tutsak olan hakiki Maria’ya itiraf ederken işiten Freder, çıkan bir arbedeyle kızı kaçırır. Türkiye’de ateizm ve komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle yasaklanan filmde, İncil’den yapılan alıntılar aşağılayarak değil tersine insanların ihtiyacı olan vahyin gücünün altı çizilerek yapılmakta. Yasaklamayı anlamak çok zor. Maria’nın filmdeki en nurani ve iyilik dolu kişi olması da yabana atılamaz. Yeraltında toplanıp onu bekleyenler için sıkça çıkan altyazı:“Bekleyin gelecektir.” Bunlar Aydınlanmayla dini aklın mahkemesinde yargılayan Avrupa’nın dinin özüne dair sonsuz arayışının göstergesi.

Son bölümdeki kargaşaların hepsini anlatmak gereksiz. Fakat sonunda işçiler makine kentin  altyapısının bağlı olduğu ana makineyi yok ederek alt üst farkını ortadan kaldıracak bir adım atarlar. Bu arada yeraltını basan su felaketinden çocukları kurtararak oğul bahçesine götürmeleri de önemli.

Sıra eşitlenmeye gelince iş çatallanır. “Baş ve eller bir araya gelmek istiyor ama yürekleri yok” yazısı sık sık ekranda belirir. İşçileri temsil eden ustabaşı Grot ile şehrin tek hakimi olan Fredersen’in tokalaşması kolay değildir. Nice felaketlerden geçildikten sonra kalanların artık eşitlik içinde yaşaması zaruri olsa da patronun içindeki fırtınaların dinmesi kolay değildir. İmtiyazlardan hükümranlıktan vazgeçilecek, kardeş olunacak. Yönetmenin karısı Thea von Harbou ile birlikte senaryoyu yazarken işçinin elini uzatmasını, patronun lütfen ve soğukça bu eli tutmasını yeğlemeleri düşündürücü. Irkçılığın eşitsizliklerin kurucu öznesi sayılabilecek Avrupa’nın çeşitli yollarla, başkalarına fırsat kalmadan özeleştiri yapabilme kapasiteleri de bir o kadar dikkate değer.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.