Mazlumder biterken tesbitler
İslami duyarlığa sahip Müslümanlarca kurulan ve gasp edilmiş hakları yanında mağdur kesimlerin haklarını da adalet adına savunma amacı güden Mazlumder, son zamanlarda içindekilerin fikir ayrılığı nedeniyle bitme noktasına geldi. Bu bitişe yol açan taraflar, birbirini ne kadar suçlarsa suçlasın daha düne kadar birlikteydiler ve ortak hareket ediyorlardı. Onları bir arada tutan öncelikli ortak nokta ise, İslami duyarlıkları idi.
Şimdi duyarlıkları farklılaştığı için anlamsız bir kavgaya tutuştular ve yüzde doksanda farklı düşünmedikleri halde yüzde onluk farklılığın baskısına yenik düştüler ve ayrılıyorlar. Peki, bu kimseler, şimdiye kadar onları bir arada tutan İslami kimliklerini terk edecekler mi? Buna evet demek mümkün değil!
Öyleyse, bundan iki sonuç çıkıyor: Birincisi; detayda farklılıkları olsa dahi, bir taraf diğerini küfürle eşdeğer ithamlara maruz bıraksa da iki taraf da Müslümandır. İkincisi; gelinen nokta, Müslümanlar açısından utanç vericidir, hüsrandır, yenilgidir, beceriksizliktir, aymazlıktır, vebaldir, fesada düşmektir.
Mazlumder'de birlikte çalışan kişileri karşı karşıya karşı karşıya getirecek kadar birbirinden uzaklaştıran sebeplerin anlaşılması, hem dışarıdan ilgilenenlerin anlaması, hem taraf haline gelenlerin kendilerine ayna tutması bakımından önemlidir:
Bir tarafta; sistem içi müdahalelerle Müslümanlara alan açma yöntemini benimseyen iktidarın tezlerine yakın duran, en azından karşı çıkmayan, zaman zaman da yanında yer alan ve yıpranmasına zemin oluşturmamak gerektiğini düşünenler yer almış bulunuyor. Bunun İslam'a hizmet anlamına geldiğini, iktidara muhalefet etmenin İslam'a ve Müslümanlara zarar verdiğini düşünüyorlar.
Diğer tarafta; asıl bu yaklaşımın İslam'a ve Müslümanlara zarar verdiğini, ilkesizliği ve yozlaşmayı arttırdığını, Müslümanların tarafgirlikle değil adaletle güçlenebileceklerini, güç ve iktidarın ayartıcı etkisinin sayısız risk taşıdığına inananlar yer almaktadır. Bunlara göre, diğer dönemlerde olduğu gibi Mazlumder'in ilkesel duruşunu bu iktidar döneminde de sürdürmesi gerekir. İktidarla aynı köklere mensup olmak, yanlışlarını onaylamaya gerekçe yapılmamalıdır. Onları uyarmak, dikkatlerini çekmek, yanlıştan vazgeçmeleri için çabalamak, hem Müslüman olmanın hem sivil toplum kuruluşu olmanın gereğidir. İktidara en gerçek destek aslında böyle davranmaktır.
Bu iki yaklaşımın; en fazla görünür hale geldiği, yansıma bulduğu, belirleyici olduğu konu, hiç şüphesiz Kürt Meselesidir.
Birinci yaklaşımı savunanlar, bütünüyle resmi tezle karşı karşıya gelmemek zorunda olan iktidara paralel durmayı gözettiklerinden Müslümanların konuyla ilgili sorunlu geleneksel duruşundan kopamadılar. Kişiler ve kavimler arası eşitliği ifade eden ve tahakkümü yasaklayan “İslam Kardeşliği” söyleminin içini doldurmaktan hep kaçındılar. Sadece; İslami özden uzak, adaleti sözden eyleme taşımayan, hatta baskı ve şiddeti meşrulaştıran bir slogan olarak kullanarak, zevahiri kurtarmaya çalıştılar. Müslümanların devasa tarihi tecrübe ve birikiminden yararlanmak ve uygulanmasına yönelik bir çaba da göstermediler. Örneğin; hayranı oldukları Osmanlı'nın konuyla ilgili uygulamasından bırakın bir model çıkarmaya, anlamaya ve dillendirmeye bile yanaşmadılar.
Türkiye'de Kürtler dâhil İslamcıların bugün olmuş konuyla ilgili özgün bir projeye sahip olduğu söylenemez. Sadece eleştirmekle yetinmekte ve başka kesimlerin projeleri üzerinden pozisyonlarını belirlemektedirler. Sorun ortaya çıktığından beri en olumlu gelişme olan devlet-örgüt ortak yapımı çözüm sürecinde iktidar belirleyici olduğundan kendi projeleri gibi dört elle sarıldılar. Ama projede katkılarının olmadığını ve emeksiz hazıra konmaya çalıştıklarını gözden kaçırmamak gerekir. Aslında, projeyi benimseyip, sahiplenirken sorunlu yönlerini fark etmeleri, kendi görüş ve önerilerinin de dikkate alınmasını talep etmeleri beklenirdi. Böyle bir şey olmadığına göre; İslamcıların konuyu içselleştirmedikleri, ciddiye almadıkları, bir takım ezberlerle hareket ettikleri, her hangi bir hazırlığa ve özgün yaklaşıma sahip olmadıkları bir kez daha ortaya çıkmış oluyordu. Üzücü ama gerçek!
Çözüm sürecinin ilerlediği sırada meydana gelen şu ilginç gelişme de bu iddiayı destekler mahiyettedir: Adının önünde İslami sıfatı bulunan kimi gurup ve kuruluşlar; Müslümanlardan konuya emek vermiş, bedel ödemiş kişi ve gurupları yok sayarak, birikimlerinden yararlanmaya bile gerek duymadan, gösteriş yönü ağır basan toplantılarla, çalıştaylarla süreci sahiplenme yarışına girdiklerine hep birlikte şahit olduk. Konunun asıl sahibi ve muhatabı gibi davrandılar. Ama süreç bozulunca, o gösterileri yapmamış, o iddialı sözleri söylememiş gibi ortadan kayboldular. Bu hafifliğin mahcubiyetiyle, ilkeli duruşundan dolayı Mazlumder'e daha çok saygı duyacakları yerde, suçu ona yıkarak tutarsızlıklarını örtme, unutturma gayretkeşliğine girdiler.
Bu gelişmeler, Mazlumder'in içinde de paralel yansımalar buldu. İşler iyi giderken, ayrımsız herkes çözüm sürecinin yanında duruyordu. İşler bozulunca, anılan çevrelerle zihinsel yakınlık içinde bulunan ve gelişmelerden etkilenen bir kısım Mazlumder'li de onlar gibi davranmayı seçti. Böylece, Mazlumder'in içinde olup devletin geleneksel duruşuyla aralarına tümüyle set çekmeyenlerin kadim refleksleri yeniden harekete geçti. Açıkça dillendirmeye cesaret edemedikleri bu tutumlarını gizleyebilmek için başka bahanelere sığınarak kümelendiler. Bu yüzden, arkalarında duran sözde bilgelerin derin görüşlerine tabi olup tüm anlaşma yollarını tıkadılar.
Mazlumder'in başından beri takındığı ilkeli duruşu sürdürmekten yana olanlar ise, konuya ilkeli ve çözüm odaklı yaklaşmayı sürdürmeye çalıştılar. Başarısızlığa meydan vermeleri nedeniyle, projenin ortakları olan; hem iktidarı, hem devleti hem örgütü eleştirdiler. Ancak kamuoyunu yönlendirme imkânına sahip güçler ve bir takım çıkarcı sözde İslamcı kişi ve guruplar, Mazlumder'in örgütü eleştirdiğini saklayarak, örgütten yana bir tavır içinde olduğu algısını yaydılar.
Oysa Mazlumder'in istediği, hem bozma hem çözme gücüne sahip olan iktidar/devlet tarafının gerektiğinde örgüte rağmen çözümü sürdüreceği taahhüdüne sahip çıkmasıydı. Örgütün süreci baltalamak için hendek eylemlerine, kendi sivil siyasetini yürüten HDP'yi boğmasına, olumlu bir rol oynayan Öcalan'ı etkisizleştirmesine, özellikle iktidarın izin vermemesini, hesaplarını boşa çıkarmasını bekliyordu.
Mazlumder'e göre devlet; hiçbir engel tanımadan, hatta örgütü muhatap almadan bile çözümden geri adım atmamalı, süreci ilerletmeliydi. Tersine davranmak, yani örgüt engelliyor demek, inisiyatifi örgüte bırakmak demek olduğundan bu tuzağa düşmemeliydi. Zaten örgüt, kendi taban ve liderine rağmen çözümü baltalayarak çatışmaya dönmek istiyordu. Ne yazık ki, devletin içinde aynı arzuyu taşıyan birileri de buna adeta çanak tutuyordu. Sonunda meydan, yine birbirini besleyen iki tarafın şahinlerine kaldı.
İki tarafın da haksız tutumunu sergileyen Mazlumder ise, günah keçisi ilan edildi ve İşi yürütenlerin bile farkında olmadıkları bir operasyona kurban edildi. Doğrudan, adaletten ve barıştan yana olmanın bedelini ödedi. Kullanıldıklarını göremeyen birileri de şimdi, zafer sandıkları yenilgileriyle övünüyor, böbürleniyorlar. Ağlanacak hallerine gülüyorlar.
Mesele bundan ibarettir, anlayana! Gerisi laf u güzaf!
kaynak: milat gazetesi
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.