1. YAZARLAR

  2. Ali Bulaç

  3. Ma’ruf-münker ve “evrensel değerler” meselesi
Ali Bulaç

Ali Bulaç

Yazarın Tüm Yazıları >

Ma’ruf-münker ve “evrensel değerler” meselesi

A+A-

Şeriat, bir dinin mensupları arasındaki ilişkiyi tanzim eder. Mesela Müslümanlar arasındaki ilişkiyi tanzim eden hükümler, İslam şeriatından neş’et edip fıkıh tedvin edilmiştir. “İslam hukuku” modern zamanlarda icad edilmiş, bir yönüyle de “fıkıh” yerine ikame edilmiş bir tabirdir, mamafih birçok alimin gözünde kastedilen fıkıhtır. Şu var ki fıkıh ile İslam hukuku alanında yazılmış kitaplara bakıldığında, fıkhın geleneksel hukuk ve hüküm çıkarma tekniği, İslam hukukunun ise bir miktar Batı etkisinde kaleme alındıkları görülmektedir. Netice itibariyle bir gayrı müslimin (Hıristiyan, Yahudi, Budist veya ateist) İslam hukukuna göre yaşaması gerekmez. İslam’ın istediği de zaten bu değildir.

Bu prehsibi “Kuran’ın ikili hitapları”ndan anlamak mümkün: Ayetlerden bir kısmı “Ey İnsanlar!”, bir kısmı “Ey İman edenler!” şeklinde başlar. “Ey insanlar!” diye başlayan ayetler, bütün insanları tevhid inancını, ahiretin varlığını benimsemeye ve ahlaki hayat sürmenin önemine dikkat etmeye davet eder. Bu ayetlerde “içki içmeyin, zina etmeyin, domuz eti yemeyin” denmez; çünkü mükellefin bunları yapabilmesi için, önce iman etmesi gerekir, yükümlülükler ve vecibeler arkadan gelir. “Ey iman edenler!” diye gelen ayetler ise hükümler vaz’eder. Bunlar somut hükümlerdir: “Şunu yemeyin, bunu içmeyin, şöyle davranmayın, böyle yapmayın gibi.” Bunlara kısaca “emir ve nehyler” denir ki, emir ve nehyler bir dinin esaslarını teşkil eder.

Bir Hıristiyan’ın veya Yahudi’nin referansı olan bir kitabı yani şeriatı vardır; fakat bir ateistin referans olabilecek bir kitabı yoktur. Bir ateist veya deist aklınca kendine yasalar yapar ama yine de ahlaki hayatın önemine inanıyorsa Kuran, ona da bir referans gösterir. Henüz ahlaken yozlaşmamış bir ateist, agnostik veya deist tahakküm ve bozgunculuk (fesad) heveslisi değilse, onun referansı “fıtrat”tır. Fıtrat konusu yeterince açıklığa kavuşmuş değildir. Hakikatte fıtrat dindir; nitekim Rum Suresinde şöyle buyrulur

“Öyle ise sen yüzünü Allah’ı birleyen (hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran budur. Ancak insanların çoğu bilmez.” (30/30.)

Burada fıtratla özdeşleştirilen din, bozulmamış dindir. Kişi dini doğru anlayıp tatbik ettiğinde fıtrata, bozulmamış fıtrata göre hareket ettiğinde dine göre karar alıp yaşamış olur. Ancak bir mesele daha var: Dine aykırı olan fıtrata aykırıdır ve tersi de doğrudur. Bu değişmez, değiştirilemez. Yani yalan fıtrata aykırı olduğu gibi dine de aykırıdır. Sömürü, yağma, yolsuzluk, rüşvet, cinayet, hırsızlık, tezvir, zulüm, baskı, işkence vs. Bunların münker oldukları hususu hakikattir ve bu asla değişmez, değiştirilemez. Biri livatayı savunuyorsa ve fıtratıma uygundur diyorsa, onun fıtratı bozulmuştur, bozulmuş fıtratın bir şeyi hoş karşılaması hoş olduğu anlamına gelmez, bu konuyu test edeceğimiz kaynak dinin hükümleridir. Bunun gibi kimse hırsızlığı ve yolsuzluğu meşru gösteremez, fıtratı, havsalası, akli muhakemesi bir şekilde bunu meşru görse dahi, meşru olamaz.

Demek oluyor ki fıtrattan kasıt, temiz yani bozulmamış fıtrattır. Fıtrat önemlidir, dine ve selim akla ters düşmediği sürece bir kıstastır, vicdani ölçüttür. Bu özelliği dolayısıyla fıtrat hadislerin metin kritiğinde ölçü olarak kullanılır. Bir hadisin sahih olup olmadığını anlamak için önce onun senedine bakılır; buna “sened kritiği” denir. Ravinin güvenilir olup olmadığı, büyük günah işleyip işlemediği, unutkan olup olmadığı kontrol edilir. Ancak bir hadisin senet açısından sahih olması demek metin yönünden de mutlaka sahih olması demek değildir. Aynı zamanda hadisin “metin kritiği”ni de yapmak gerekir. Metnin sahih olup olmadığını anlamak için de ölçütler vardır. Ölçütlerden biri, bütün insanların aklına aykırı olan bir ifade varsa, mesela hadis, iki kere iki beş eder diyorsa, tüm raviler sağlam olsa bile hadis mevzudur. Değil peygamber, sıradan bir insan bile, iki kere iki beş veya üç eder demez; çünkü bu matematiksel hakikate aykırıdır. Yine insanın fıtratına aykırı bir metin veya hadis gelirse, senet sağlam olsa bile, yine hadis mevzu kabul edilir. Buna bir örnek vermek icap ederse “Bir kadın erkeğinin her tarafı kan ve irinle dolsa ve diliyle bedenini yalasa, yine de erkeğin hakkını eda etmiş olamaz” rivayeti zikredilebilir. Hadis açık ki mevzudur, çünkü duyanın ilk anda fıtratı bunu reddeder. Dolayısıyla bu hadisin senedi sağlam olsa bile, sahih olması mümkün değildir; çünkü fıtrata aykırıdır. Yine rivayet edilen bir hadis şöyle: “Ben de Allah’tan başka birisine secde etmeyi emretmiş olsaydım, kadının erkeğe secde etmesini emrederdim.” Akıl hemen sorar: Hiç böyle bir hadis olabilir mi? Elbette olamaz. Bir başka hadis: (mealen) “Akşam olduğu zaman melekler güneşi başından tutar ve yere yatırırlar. Elleri güneşin başının üstünde kalır sabaha kadar, sonra ellerini çekerler ve güneş doğar.” Bu hadisi mecazi alıp tevil etmeyeceksek bu, hem Kuran’a hem akla hem de kozmik gerçeklere aykırıdır. Kuran’da, güneşin kendi müstakarrına doğru yol aldığı, her bir gezegenin kendine ati bir yörüngesi bulunduğu, yörüngelerin birbirlerine çakışmadığı, kozmik bir düzen içinde devam ettiği belirtilir (Bkz. 36/Yasin, 38-40). Kuran böyle buyurunca, söz konusu bir hadisin doğru olması mümkün değildir. Ya da bir toprak parçasını/bir mekanı, bir yeri veya bir kavmi yücelten hadisler var. Bilmem hangi kavim cennetliktir deniyor; peki onun kavmi cennetlik oluyor da benim kavmim niye olmuyor; bunun bir mantığı var mı, yok. Dolayısıyla hadislerde de temel kriter, maruf ve münkerdir. Ma’ruf ve münkerin referansı da din, akıl ve fıtrattır.  

Eğer yeni bir kamusal hayat ve bunu hukuki zemine oturtan yeni bir kamusal düzen kurulacaksa, hiç kimse bir başkasına kendi hayatını ve düzenini dayatmamalıdır. Bir Müslüman, namaz kılar, orucunu tutar, zekatını verir, içki içmez, zina yapmaz, çıplak gezmez, başını örter; bunlar onun hayatında yerine getirdiği, getirmek zorunda olduğu sabit hükümler, helaller ve haramlardır. Bu hükümler değişmez, değiştirilemez. Fakat bu şekilde yaşamak istemeyenler de vardır; biz onları bizimi gibi yaşamaya zorlayamayız, kendi hayat tarzımızı başkalarına dayatamayız. “Dinde zorlama (ikrah) yoktur” ilkesi din tercihinde serbestiyi içerdiği gibi, yaşama tarzının farklı seçimlerini de içerir.

Bizim başkalarıyla ortak paydamız, maruf ve münkerdir; çünkü başkalarının dininde de iyiliklere övgü, kötülüklere yergi söz konusudur. Avrupalılar keşiflere, deniz aşırı ticaret dönemine kadar ahlaki hayatın sadece kilise doktrini tarafından vaz’edildiğini düşünüyorlardı. Asya, Afrika’ya gittiklerinde mesela Siyamlıların, Çinlilerin de yalanı sevmedikleri, dürüst davrandıkları, ticaretlerinde doğruluğa riayet ettiklerini görünce çok şaşırdılar. Bu zaman içinde ahlakın etiğe dönüşmesine ve laikleşmesine yol açtı. Halbuki bu ahlaki davranışlar beşeriyetin örfünün, yani genel kültüre geçmiş ma’rufun eserleri ve tezahürleriydi, kökenleri temiz fıtrat, sağduyu ve doğruluğa olan tabii sevgiydi.

Bunun yanında dünyanın çeşitli bölgelerinde herhangi bir semavi dine mensup olmayıp da ahlaki olanın, iyinin, güzelin ve doğrunun peşinde olanlar vardır; ben bunlara “zamanımızın hanifleri” diyorum. Haniflere tarihin kadim zamanlarından beri rastlanır. Bazı İslam filozoflarına göre Sokrates de bir hanifti; peygamberin tebliğini devam ettirmiştir veya peygamberin tebliğinin etkisinde felsefe yapmıştır. Sokrates üç fikri savunuyordu: Tıpkı bir peygamber gibi Atina’daki tanrıların yalancı olduğunu söyledi, ahiret hayatının varlığını ima etti ve ahlaki hayıtı yüceltti. Fikirleri kabul görmedi, sonunda öldürüldü.   

Bu anlattıklarımız bizi şu sonuca götürür: Biz Müslümanlar soyut, içi doldurulmamış, hatta belli bir uygarlığın yaşama tarzını, hegemonik üstünlüğünü empoze eden “evrensel değerler” adı altında dinin ruhuna ve ilahi temel hükümlere aykırı değerleri gözü kapalı kabul edemeyiz. Değerlerin kaynağı Allah’tan vahyedilen dindir. Dinin esasına aykırı değer, dini meşruiyet kazanamaz. Evrensel olan “sahih din, selim akıl ve temiz fıtrat”ın referans alınıp yaygınlaştırılmasında, başka bir deyişle ma’rufun ve tearufun yayılmasında, irfan ve örf halini almasında insanlık için hayır ve fayda vardır. İşte bu üç kaynağın ittifakına ve değerler mecmuasına biz özetle “ma’ruf ve münker” deriz. Ma’ruf ve münker, Müslümanlarla gayrı müslimler arasındaki ahlaki ve sosyo-politik ilkelerin, hukuk sözleşmelerinin temelini teşkil eder. Ma’ruf ve münker hem toplumsal düzenin kamusal alanını, hem bölgesel ve küresel yeni bir düzenin ahlaki ve hukuki referansıdır. Müslümanlar arasındaki ilişkilerin temelini teşkil edense Münzel Şeriat’tır.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.