1. YAZARLAR

  2. Ali Bulaç

  3. Mal varlığına el koymak cahiliye âdetidir
Ali Bulaç

Ali Bulaç

Yazarın Tüm Yazıları >

Mal varlığına el koymak cahiliye âdetidir

A+A-

Bu köşede müsadere konusunu ele almış, özetle “Bugün rüşvet ve yolsuzluk yaparak servet sahibi olanların mal ve mülklerine el konulmalı; müsadere sadece rüşvet ve yolsuzluk sonucu servet toplayanlarla sınırlı tutulmalı; fertleri ve sosyal grupları iktidarların bir cezalandırma aracı olarak kullanmak istedikleri müsadere teşebbüslerine karşı koruyacak tedbirler alınmalıdır.

Müsadere hükmünün maksadı toplumu ve muhalifleri değil, yolsuzluk yapan yöneticileri ve siyasileri cezalandırmaktır (Zaman, 6, 8 Aralık 2014) demiştik.

Fakat gelişen olaylar, süren ve arkası geleceği belli olan operasyonlardan anlaşılıyor ki, İslam hukukunun öngördüğünün tam aksine, muhalifleri tamamen güçten düşürmek maksadıyla mal ve mülkleri müsadere edilmek istenmektedir. Hak ve adaleti tesis etmek üzere vaz’edilmiş bir hukuk ilkesi, muktedirler eliyle maksadına aykırı kullanılabilmektedir. Bu, ilk defa vuku bulan bir olay değildir; tarihte hep böyle olmuştur, bugün de böyle olmaya devam etmektedir. Planlanmış operasyonları önceden haber vermek üzere belli medya organlarında üslenmiş bulunan escort yazarlar, hukuki hiçbir değeri olmayan Kırmızı Kitap’a girdi diye Hizmet hareketine ait mal varlıklarına el konulmasının ön hazırlığını yapıyor, medya kuruluşlarına (Zaman Gazetesi-Samanyolu Televizyonu) el konulması için çağrıda bulunuyorlar. Hizmet hareketi yanında Doğan Grubu’nun yayın kuruluşlarının da müsadere kapsamına alınmasını öğütlüyorlar, bunun altyapısını oluşturmaya çalışıyorlar.

Bireyler ve topluluklar arası ilişkiler yanında bireyler ve topluluklar ile devlet arasındaki ilişkilerin hukuki güvencesini sağlayan anayasanın kaale alınmadığı bir ülkede muhaliflerin mal varlıklarına el koyma teşebbüsü bildiğimiz müsadere yoluyla cezalandırmadır. 21. yüzyılda müsadereye başvurmak Batılı demokratik haklar teorisi açısından bizi 800 sene geriye, 1215’te imzalanmış olan Magna Carta’nın gerisine iter. Bu belge Batı’da ilk defa kralın sonsuz yetkilerini sınırlandırmış, halka bazı özgürlükler getirip kralın üstünde hukukun varlığını kabul ettirmiştir. Kralın yetkilerinin din adamları ve halk adına sınırlandırılması önemlidir. Metin iki basit hakkı da güvence altına alıyordu ki, bunlardan biri mülkiyet hakkının korunması, diğeri adil vergiydi. 39. madde şöyleydi: “Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak, hapsedilmeyecek, mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, kanun dışı ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır.”

Müsadere İslam dininin getirdiği hukuki güvenceler açısından da cahiliye dönemine geri dönüştür. Muhaliftir diye bir şahsın veya bir grubun mal varlığına el koymak cahiliye âdetidir. Zira İslam Münzel Şeriat’ın hükümlerini dikkatle incelediğimizde nihai ve asli maksadı itibarıyla “dini, canı, malı, aklı ve nesli” korumak üzere indirildiğini, temel hükümlere dayalı yapılmış içtihatların tümünün de bu beş maksada hizmet ettiğini görürüz.

Emek, miras, hibe, vasiyet, diyet, mehir, zekat vb. yollarla edinilmiş mal ve kıymetler kişinin mülküdür. Devletin meşru çerçevede ve miktarda vergi toplamasının dışında yönetilenlerden başka maddî-malî talepte bulunma yetkisi yoktur. Biz Müslümanlığı bir hayat tarzı ve sosyo-ekonomik politikaların temelini kabul ediyorsak –ki İslam inanıcı bunu emreder- ortak ve bölünemez hizmetler için toplanmış verginin harcama yerleri belirlenmiştir. Mesela bu harcama yerleri arasında milyarlarca liralık saray yaptırma, bakanların ve bürokratların binmesi için milyonluk makam arabaları satın alma yer almaz. Devlet başkanları basit memurlardır, takdir edilmiş maaşlarını alırlar, örnek alacakları şahsiyetler en yüksek derecede Hz. Peygamber (sas), halifeler içinde de Hz. Ömer (ra)’dır. Kendi keyiflerince yasa yapıp hukuku bir cezalandırma aracı olarak kullanamazlar.

Şimdi bir muktedirin devlet gücünü kullanarak muhaliflerini “çete veya terör grubu” olarak tanımlaması, arkasından onların mal varlığına el koymaya kalkışması, sadece İslam dininin “malı koruma ilkesi”ni ortadan kaldırmaz, diğer dört hakkı da tehdit altına sokar, toplumu küçük bir zümrenin keyfî yönetimine terk eder.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.