1. YAZARLAR

  2. Yavuz Yılmaz

  3. MAKUL OLANDAN UZAKLAŞMA
Yavuz Yılmaz

Yavuz Yılmaz

Analiz
Yazarın Tüm Yazıları >

MAKUL OLANDAN UZAKLAŞMA

A+A-

 

Toplumsal sorunlara duyarlı insanlar makul olandan uzaklaştıkça bir ideolojinin militanı haline gelmeye yatkın bir psikoloji geliştiriyorlar. Gittikçe sertleşiyor, en küçük eleştiri ve farklı görüş karşısında, gerçeği kendi tekeline almışcasına, karşısındaki farklı düşünceye karşı saldırganlaşıyorlar.

Bu durum, bir taraftan kendi düşüncesinden asla kuşku duymayan birinin görüşlerinin yaygın kabul görmemesinin yol açtığı öfkeye, diğer yandan giderek hayatın gerçeklerini ıskalayıp ütopik bir dünyanın esiri haline geldiğini gösteriyor. Kendini toplumun sadece dışında değil, üstünde, ötesinde, özel anlayış ve kabiliyeti olan biri olarak gören bir mazoşist haline geliyor. Kendinin insan olduğunu, tarihsel bir dönemin ürünü olduğunu, yorumlarının yanılgıdan uzak olamayacağını bildiği halde gerçeği sadece kendisinin temsil ettiği vehmine kapılıyor. Kuşkusuz dini anlama yolunda en özel, en güzel, en kabul edilebilir yorumları da kendisinin yaptığı yanılgısına kapılıyor.

Toplumun önderleri olması beklenen aydınlar da giderek makul olandan uzaklaşıyor. Klasik İslam alimleri eserlerinin sonuna "En doğrusunu Allah bilir "ibaresini eklerlerdi. Şimdiki okuryazarlar ise, hakikati kuşattığı vehmine kapılarak "her şeyi ben bilirim" yanılgısına kapıldılar. Böylece Avrupa'daki her şeyi insan merkezli düşünen hümanist, rasyonalist, pozitivist aydınların kötü bir kopyası oldular. Abdülkerim Suruş, bir konuyu analiz ederken Gazali'den öğrendiği bilgelikten söz ederken, Ali Şeriati ve Muhammed İkbal ise aşktan bahsederken Mevlana'yı pirleri kabul ederler. Oysa bu türedi aydınlara göre bu isimler zinhar kabul edilemez, hatta bütün yaklaşımları reddedilmesi gereken kişilerdir. Peki, bütün bu her şeyi bilen aydınlar neden siyasal gelişmelere istikamet vermeyi başaramayıp, neden sadece eleştirileriyle tatmin oluyorlar? Çünkü halkın duyarlılıklarına anlama konusunda onun çok gerisinde bulunuyorlar. Aydınlar iktidarın gerisine düştüğünde ya onu izler, ya da ne olursa olsun kendini onun karşısına konumlandırarak bir çoğu içeriksiz eleştirilere mahkum olurlar. Ne yazık ki, Türkiye’de aydınların çoğu özgürlük ve hukuk devleti konusunda siyasal iktidara yol gösterecek yeterlilikten yoksundur. Topluma hedef göstermede ve toplumda karşılık görmede yetersiz kaldıkları için giderek umutsuzluğa kapılır ve toplumu aşağılamaya başlar.

Makul olandan uzaklaşama konusunda önemli bir örnekte dindarlar arasında yaşanmaktadır. Kur’an ve vahiy üzerinden yürüyen tartışmalar da hiç kuşkusuz en önemli sorun makul olandan uzaklaşama ve verimli tartışma yerine içeriksiz tartışmalar ön plana çıkmasıdır. Kuşkusuz içeriksiz tartışmada önemli olan hakikatin ortaya çıkması değil, rakibini mağlup etmektir.

Kur'an'dan bir konuda yararlanmak isteyen önce konuyu belirler, sonra konu ile ilişkili ayetleri bir araya getirip verilen anlamın genişletilip daralmasına bakması gerekir. Daha sonra Kur'an bütünlüğü içinde değerlendirip konu hakkında varsa Resulü uygulamasına bakılır. Bir ayet bütün bağlamlarından kopartıldığında Harici mantığa teslim olmamak mümkün değildir.

Tikel ayetlerden yola çıkarak Kur'an söylemini aşan bir yorum inşa edilemez. Doğrusu her ayeti Kur'an bütünlüğü içinde değerlendirmektir. Tek tek ayetlere dayanarak yapılan aşırı genellemelerin sorun oluşturduğu açıktır.

İslam düşüncesi bir bütündür. Bölünmeyi kabul etmez. Kuran, insanları, kitabın bir bölümüne inanıp, bir bölümüne kayıtsız kalmamayı öğütler. Bu, ele alınan her konunun Kur’an bütünlüğü içinde ele alıp değerlendirmek anlamına gelir.

Bir insan hangi kavramsal sistemi kullanıyorsa, oraya aittir. Kuşkusuz İslam’ın da kendine özgü bir kavram haritası vardır. Dil, şahsiyettir, aidiyettir, zihniyettir. Sosyalizmin, liberalizmin, laikliğin, deizmin, faşizmin ve milliyetçiliğin kavramsal sistemiyle İslami zihniyet inşa edilemez. Kuşkusuz, Kur’an’ın da kendine özgü bir kavramsal sistemi vardır ve İslami düşünce bu dil üzerine inşa edilir.

Türk aydını da, özellikle din konusunda makul olandan uzaklaşmış durumdadır. Türk aydınının kendi tarihine, kültürüne ve inançlarına duyduğu nefretin köklü tarihi ve sosyolojik nedenleri vardır. Cemil Meriç’in ifadeleri bir hayli önemlidir: "Türk aydını dinden değil, İslam'dan nefret eder.” Celal Şengör, bu tipin en karakteristik örneğidir. Kendi alanında bilgili ama sosyolojik anlamda köksüz; içinde yaşadığı toplumun kültürüne ve değerlerine yabancıdır. Bedeni olarak yerli, ama düşünsel olarak bu topraklarla bağı yok. Rahmetli Şeriati'nin deyimiyle o bir "sahte aydın ' veya " Batılılaşmış aydın"dır. Ateizm yanlısı, laik ve sol modernleşmeci olmak Cumhuriyet döneminin uzun geçmişinde kişinin aydın sayılması için gerekli parametreler sayılmıştır. Bu konudaki kafa karışıklığı da, büyük ölçüde, bu zihinsel arka plandan kaynaklanmaktadır.

Makul olandan uzaklaşma Müslümanlar üzerinde yapılan değerlendirmelerde de açıkça görülmektedir. Karşılaştırma yaparken neden Müslümanların en kötü, Müslüman olmayanların en iyi örnekleri alınır. Kuşkusuz bu tavrın önemli nedenleri olmalı. Bu zihin yapısının kişiliğinin derinlerindeki nefreti anlayabiliyor muyuz? O, hiç kuşkusuz yerli oryantalisttir. O, Müslüman dünyaya ait en kötü örnekleri seçerek içindeki nefreti dışa vurmaktadır. Cemil Meriç'in deyimiyle o Olimpos Dağı’nın çocuğudur. Cemil Meriç'in belirlemesi ile söylersek Olimpos Dağı’nın çocukları ile Hıra Dağı’nın evlatları arasında kurduğu çelişki asla aşılamaz. Çünkü bu bitimsiz bir mücadeledir. Olimpos Dağının çocukları, teknoloji tanrısının çocuklarıdır; geri kalmışlığımızı dindarların davranışlarına değil bizatihi dinin kendisine yükler, kendi tarihine kayıtsız ve ilgisizdir. Batılı düşünce adamlarını bilir, ama Maturidi'yi, Ebu Hanife'yi, İbn Teymiye'yi bilmez; Kadı Abdulcabbar'ı hiç tanımaz; Farabi, ;İbn Sina, Kindi, İbn Haldun'dan habersizdir. Çağdaş İslam düşünce birikimine karşı kör ve ilgisizdir. Bu haliyle Batının üçüncü sınıf metinlerini kutsar.

Muhalif ve eleştirel olmak için, adil olmak, iyilikleri desteklemek, olumsuzlukları eleştirmek, mutlaka doğru bilgiye dayanmak, yaptığı değerlendirmeler uyarıcı olmak ve yol göstermek gerekir. Aşırı genellemeci ve indirgemeci yaklaşımlardan uzak durmak gerekir. Ali Şeriati'nin dediği gibi içinde yaşadığı toplumun ve tarihin omzuna yüklediği sorumlulukları bilen, onlara çözüm üretmeye çalışan, toplumuna önderlik eden aydın muhalif olabilir. Batıcı olmadığı gibi, gelenekçi de değildir. O Peygamberin rolünü kendi zamanında üstlenmiş kişidir.

Makul olmak için makul olanın sınırları içinde kalmak gerekir. Hak, adalet, eşitlik ve özgürlük gibi değerlerin Allah'ın belirlediği sınırlar içinde değerlendirilmiyorsa, bulunduğumuz yer sorunlu demektir. Nihayet özgürlük tanımlanmış kültürel bir kavramdır. Bu yüzden Batı düşüncesi ve İslam inancında kavrama verilen anlam taban tabana zıttır. İslam inancında özgürlük kişiyi Allah"tan uzaklaştıran her şeyden uzaklaşma bilincidir. Batı düşüncesinde ise bireyin kendi davranışlarında dışsal bir belirleyici olmamasıdır. Dahası Allah inancı birinde özgürlüğün kaynağı, diğerinde insanın kendine yabancılaşmanın sonucu olan özgürlük yitimidir. Soru şu: Nefsini ilah edinmek ve sadece onun isteklerini karşılamak özgürlük mü, yoksa kölelik mi?

Eleştiri konusunda da makul olanın sınırları içinde durmak gerekir. Hiç kuşku yok ki, tek eleştiri konusu kendisinden farklı düşünen, farklı politik tercih yapan diğer Müslümanları aşağılamak, suçlamak, alay etmek olan kimselerin tavrı sorunludur. Müslümanların dışında yapılan bütün hataları hoşgörü ile karşılayıp bir kez olsun gündem etmeyen, eleştirmeyen kişi, bu haliyle bütün hayatını Müslümanların kardeşliğine atayan, kardeşlerinin hatalarını yüzüne vurulmaması gerektiğini hatırlatan Peygamber’e ne kadar uzaktır. Bu sorunlu kişiliğin, demokratlığı, farklı görüşlere saygısı, hoşgörü anlayışı ne yazık ki, kendisinden farklı düşünen Müslümanların eşiğine kadardır. Bu kişiler Müslümanları en şedit bir dille aşağılarken laik seküler ve sol-ulusalcılığa karşı oldukça şefkatli ve hoşgörülüdürler. Bu kesimler tarafından alkışlanma ve kabul edilme şartının Müslümanları aşağılamaktan geçtiğinin farkındadır.

Ekonomik faaliyetler konusunda da makul sınırlar içinde davranmak gerekir. Unutmayalım! Ebu Leheb gibi kazanan Hz. Ebu Bekir gibi yaşayamaz. Modern insan çok iyi biliyor ki, para ile imanın arasını ayırmadan güçsüz ve yoksulları sömürmek mümkün değildir. Bundan dolayı faizci, tefeci, stokçu gibi kazanç için hiçbir ahlaki ilke tanımayan insanlar din ile ekonominin farklı alanlar olduğunu, ekonomik faaliyetlerin kendi dinamiği içinde yürüdüğünü savunurlar. Oysa Müslüman zihninde inanç alanı, bilim alanı, ahlak alanı, ekonomik alan, kamusal ve özel alan gibi birbirinden bağımsız alanlar yoktur. Dinin dışında özerk alanlar olduğunu savunmak, İslam’ın temel ilkeleri açısından karşılığı şirktir. Şirkin bulaştığı bir faaliyetten insanlığa yararlı bir sonuç elde etmek ise beyhude bir çabadır.

Makul olan aşırılıklardan kaçınan orta yoldur. O, İslam’ın kendisidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.