LA İle Başlamak
“And olsun biz İbrahim'e daha önce rüşdünü vermiştik. Biz onu iyi tanırdık. O, babasına ve kavmine:-
-Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor? demişti. Dediler ki:
-Biz, babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk.
-Doğrusu, siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz, dedi.
Dediler ki:
-Bize gerçeği mi getirdin, yoksa sen oyunbazlardan biri misin?
-Hayır, dedi. Sizin Rabbiniz, yarattığı göklerin ve yerin de Rabbidir ve ben buna şahitlik edenlerdenim. Allah'a yemin ederim ki, siz ayrılıp gittikten sonra putlarınıza bir oyun oynayacağım!
Sonunda İbrahim onları paramparça etti. Yalnız onların büyüğünü bıraktı; belki ona müracaat ederler diye.
-Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Muhakkak o, zalimlerden biridir, dediler.
-(Bir kısmı:) Bunları diline dolayan bir genç duyduk; kendisine İbrahim denilirmiş, dediler. O halde, dediler, onu hemen insanların gözü önüne getirin. Belki şahitlik ederler.
-Bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın ey İbrahim? dediler.
-Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır. Hadi onlara sorun; eğer konuşuyorlarsa! dedi.
Bunun üzerine, kendi vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine):
- "Zalimler sizlersiniz, sizler!" dediler.
Sonra tekrar eski inanç ve tartışmalarına döndüler:
-Sen bunların konuşmadığını pek âlâ biliyorsun, dediler.
-İbrahim: Öyleyse, dedi, Allah'ı bırakıp da, size hiçbir fayda ve zarar vermeyen bir şeye hâlâ tapacak mısınız? Size de, Allah'ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere de yuh olsun! Siz akıllanmaz mısınız? “ dedi. (Enbiya 51_67)
Rabbi Rahman’ın buyurduğu veçhile, Hanif Dininin önderi, piri nebiyan, Hazreti İbrahim efendimizin tutum ve davranışları ne kadar da mükemmel… İmanın kal’ası, ihsanın zirvesi, takvanın deryası, teslimiyetin alası… Mümince Rabbine tevekkülü, şirke karşı İbrahim’ce tavır alışı ne kadar harika… Muhammed(sav)in atası, müminlerin rahmet ve marifet önderi… Bu gün biz Müslümanların ne kadar da O’na, O’nun haykırışına ihtiyacımız vardır. Müslüman olduğunu iddia eden bizler;
İbrahim’i teslimiyet ile ne kadar da tenakuz üzereyiz. Ne kadar da idrak ve feraset olarak dumura uğramışız! Ne kadar da İbrahim’i gayeyi yitirmişiz…
Biz Müslümanların, yüreklerimizde taşımakta olduğumuz nice putları; tıpkı “Putkıran İbrahim“ misali kırmaya girişmeliyiz. Benliğimizi kaplamış, içimize sinmiş, ufkumuzu karartmış nice putlardan arınmak durumundayız. Bizleri, dünya hırsların, beşeri ölçülerin peşinde anlamsızca koşturan, ilahi gayeleri unutturan putların her türlüsünden kendimizi arındırmalıyız. Her türlü beşeri/cahili muğlâklıklardan; tevhidin berraklığına hicret etmeliyiz. Her bir Müslüman, mutlaka temizlemeye ve temizlenmeye önce kendi nefsinden başlamak durumundadır. Kendi nefsimizdeki kirleri, pasları görmeden; başkaların kirlerine, paslarına bakmakla işi hedefinden saptırmış, savsaklamış oluruz. Farkında olmadan Rabbimizin indinde; önce kendimize ve sonra da başkalarına zarar vermiş oluruz. Yani Rabbani terbiyeyi, ahlakı, dürüstlüğü, hakkaniyeti önce bizzat nefsimizde tesis etmeli ve icraya koymalıyız. “And olsun biz İbrahim'e daha önce rüşdünü vermiştik.” Rabbani metot bunu gerektirmektedir. Önce kendisine Rüşd verilmiştir! Önce kendisi gereken kıvama ge(tiri)lmiştir. Önce kendisi berraklaşmış, saflaşmış; Rabbinin huzurunda tek başına sarsılmayacak şekilde saf bağlamıştır. Önce İbrahim Halilullah olmuş; hakk ile batılı ayırt edici vasfına bürümüştür. Rabbine tam sadakatle bağlanmış, nefsini tezkiye ve terbiye etmiştir. Rabbi ile bağlantısında hiçbir engel- sorun bırakmamış/bırakılmamış ve sonra da Rabbinin talimatı ile sapıklık üzere oldukları tescillenen muhataplarına karşı kendisine yaraşır bir şekilde dikilmiştir: “Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor? Doğrusu, siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz, dedi.”
Kur’an-ı Kerim, konu edindiği kıssalarda; gerek davette, gerek tebliğde ve gerekse hayatın diğer veçhelerinde olup bitenleri uzun uzadıya konu edinmez, aktarmaz. Olayın can alıcı noktalarını sade bir şekilde verir ve akıl sahiplerinin ibret almasını sağlar. İşte İbrahim(as) efendimiz de, ilahi kılavuzluk ile rüşdüne erme sürecinde ve devamında elbette ki putperestlerle diyalogları olmuştur. O’; putperestlerin düşünce dünyasına, sosyal hayatlarına, zihinsel yapılarına ait ciddi manada tecrübeler edinmiştir. Ama kıssada o tür detaylara yer verilmemiştir; olayın ibret alınacak yeri sade bir şekilde verilmiştir. Ki yukarıdaki diyalog, Hzazreti İbrahim (as) ile söz konusu putperestler arasında böyle uzun uzadıya bir geçmişin arka planının olduğunu göstermektedir. Verilen kısacık diyaloglarında daima onları düşünmeye, akletmeye sevk etmeye çabalamıştır. Karşılıklı konuşmaları arasında: ”belki şu büyüğü yapmıştır” diyerek, az da olsa muhataplarından kimilerini, o büyüğünün bu işi yapamayacağını düşünebilme noktasına getirebilmiştir. Ama yine de muhataplarından çoğu, hala anlamsız ve kör cehalette direnmeye, akılsızca davranmaya devam etmişlerdir.
“Gerçek şu ki; onu temizleyen felaha ermiştir (Kurtulmuştur), onu kirleten ise zarar etmiştir.” (Şems 9-10)
Evet, onu yani nefsini/benliğini temizleyenler felaha çıkabilmektedirler. Cehaletin, zulmün, şirkin bütün kirlerinden arınmak ve temizlenmek gerekmektedir. Bazen farkına bile varamadığımız kirlere bulaşabiliyoruz. Bu durumlarda kendimize yönelik olarak yapılan dostane uyarılar, hatırlatmalar yapılınca; nefsi davranmaktan ziyade dinlemeye, anlamaya kulak vermeye bakmalıyız. Bu gibi farkında olamadan düştüğümüz olumsuzluklar; içinde bulunduğumuz toplumun yapısından tutun da, edindiğimiz isabetsiz bilgilere kadar geniş bir yelpaze kaynaklık edebilmektedir. Ama Rabbani mizanı iyi kavrayıp, iyi kurup, iyi ölçüp biçmeliyiz ki; gerekli idrak ve basireti edinebilelim/gösterebilelim. Bu meyanda “LA” yı Qur-an merkezli kavramalı ve kıstas kılmalıyız!!! Rasulullah (sav) merkezli de uygulamalı olarak hal tercümemiz edinmeliyiz. Rahmani kıstaslarla ve nebevi pratiklerle hayata yön vermediğimiz zaman ve zeminde; cahili zihin, fikir, düşünce ve bakışların esiri olmaktan hiçbir şekilde kurtulamayız…
Peygamberler tarihine bakıldığında; bu söylediklerimizin (cahili hal, hareket, fikir ve düşüncelerin) ne kadar da insanı saptırdığına, cehalete ve zora sevk ettiğine şahid olmaktayız. Unutulmamalıdır ki; nebilerin nuruyla yola koyulmayanlar; bu gün de aynı acı akıbete uğramaktan kurtulamayacaklardır. Rabbi ile arasında bulunan ilişkilerinde kusurlu olan insanların; insanlar ile arasında adil bir ilişki içerisine girmesi, insani hasletlere riayet etmesi beklenemez. Bu tür insanlar ya zulmedici veya zulme rıza gösterici olurlar. Ya şirk üzere olurlar ya da şirke rıza gösterenlerden olurlar. Bu tür insanlar; nihayetinde tevhidi değil, tefrikçi olurlar. Tefrikçi olmak; herhangi bir beşeri düşünceyi savunmak ile başlar. Bu durum difüze olmaya devam ederek, bir kavmi savunmak, bir gurubu savunmak, bir aileyi savunmak ile başlar ve insanlık yönüyle elem verici mecralarda yayılmaya devam eder... Ama nerede ve ne şekilde başlarsa başlasın, bu başlangıcın devamında gide, gide umulmadık noktalara varır. Bu tefrik işi, öylesine insanın benliğine kök salar ki; zamanla kendi kişiliğinde dahi iç çatışmalara maruz kalır/kalmaktadır. Nihayetinde benliğinde çatışmacı bir yapı/kişilik oluşur ve çatışmayı hayatın temel felsefesi kılar. Nitekim bu gün, yeryüzü genelinde yaşanan çatışmacı zihniyet, bu söylediklerimizin neticesinden başka bir şey değildir.
Rabbim Müslümanlara; tefrikayı değil, tevhidi anlamayı, kavramayı ve samimiyetle hayatta pratize etmeyi müyesser kılsın inşallah… Şirk ve cehaletin her türlüsünden emin; tevhidi bilinç ve yaşantıya nail eylesin. Selam ve dua ile…
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.