1. YAZARLAR

  2. Cengiz Kapmaz

  3. Kutuplaşma fay hatlarını harekete geçirir mi?
Cengiz Kapmaz

Cengiz Kapmaz

Yazarın Tüm Yazıları >

Kutuplaşma fay hatlarını harekete geçirir mi?

A+A-

 

Medya artık toplumsal ve siyasal kutuplaşma açısından çok ciddi sosyal mesafe ve çözülme yaratan boyutlara evrilmiş bulunuyor. Medyanın sadece iki kesimli bir Türkiye üzerinden yayın yapması, karşı tarafı marjinalleştirerek ve düşmanlaştırarak sunması, önyargıların pekiştirilmesine yol açmakta. Bu da kutuplaşmayı doğuran iklimi besleyip duruyor.


 

Siyasal ve sosyal kutuplaşma, her ülkenin kaçınılmaz bir gerçeği. Önemli olan, o ülkenin kutuplaşmayı nasıl yaşadığı; sürdürülebilir ve yönetilebilir kılıp kılmadığı. Eğer kutuplaşma pozitif yönde yaşanıyorsa, rekabet ortamı yarattığı için halkları ilerleten bir manivela işlevi görebiliyor. Ama negatif yönde yaşanıyorsa, etnik, inançsal, kültürel nefret oluşturduğu ve sosyal mesafeyi arttırdığı için ülkeleri cehenneme de dönüştürebiliyor.

Biz kutuplaşmayı nasıl yaşıyoruz? Kutuplaşmanın varlığı konusunda dahi kutuplaşma yaşadığımız söylenebilir. Nitekim siyasal ve toplumsal kutuplaşma üzerine yapılan araştırmalar, hem siyasette hem de günlük hayatta kendini birçok şekilde gösteren, derin ve kapsamlı bir siyasi husumetin  varlığını gözler önüne seriyor.

Örneğin, Türkiye Kurumsal Sosyal Sorumluluk Derneği’nin 2016 tarihli Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları araştırmasında, farklı siyasi partilerı destekleyen seçmenler arasındaki toplumsal mesafe ölçülmüş. AK Parti seçmenlerinin yaklaşık yüzde 65’i, kendi dünya görüşlerine en uzak partinin HDP olduğunu belirtirken, ana muhalefet partisi CHP seçmenlerinin yüzde 61’i bu soruya AKP yanıtını vermiş. Araştırma, katılımcıların yüzde 78’inin, kendilerine en uzak gördükleri partiye oy verenlerle iş yapma fikrini; yüzde 74’ünün de çocuklarının, o partiyi destekleyen ailelerin çocuklarıyla oynamaları fikrini reddettiğini göstermiş.

Kadir Has Üniversitesi tarafından yapılan Türkiye Sosyal-Siyasal Eğilimler Araştırması’nın Ocak 2017 tarihinde açıklanan sonuçlarına göre de, halkın yüzde 61,7’si ülkenin kutuplaştığını düşünmekte. Böyle düşünenlerin yüzde 47,6’sı kutuplaşmayı laik-muhafazakâr bölünmesinin dayattığına; yüzde 21,9’u kutuplaşmanın sağ-sol ayrışmasının bir sonucu olduğuna inanmakta.

Ancak saha araştırmalarının bu verilerine rağmen Türkiye’de kutuplaşmaya bağlı hiçbir etnik ve/ya  inançsal nefret vakası ve iç çatışmalar yaşanmadı. Bunu neyle izah edeceğiz?

İzah teorileri

Bunun neden böyle olduğunu izah eden en etkili, en mantıklı (gözüken) teori şu: Türkiye’nin yaşadığı kutuplaşma siyasal düzeyde seyretmekte, toplumsal yaşama sirayet etmemekte. Bu yüzden kutuplaşma, toplumda var olan birlikte yaşama iradesi ve kararlılığını ortadan kaldıramıyor.

Ancak bu teori, araştırmaların “komşuya bakış açısı” gibi sosyal mesafe verileriyle birlikte ele alındığında, doğru bir okuma olarak görülemez. Toplumsal yaşamda da bir kutuplaşma olduğu gerçeği reddedilemez. Lâkin bu kutuplaşma henüz bir davranış özelliği kazanmış değil. Çünkü bazı akademisyenlerin iddia ettiği gibi “yadsıyarak tanıma” boyutunda değil. Aksi halde sosyal mesafe, fiilî davranışa ve reaksiyona dönüşürdü. O yüzden halk, farklı tutum ve niyetlerini sandık dışında siyasal davranışa dönüştürmüyor.

Kutuplaşmanın değişen karakteri

Ben kişisel olarak 15 Temmuz 2016 askeri darbesinden sonra Türkiye’nin yaşadığı kutuplaşmanın yapısal değişiklikler sürecine girdiğini düşünüyorum. Bu tarihten itibaren siyasal ve toplumsal kutuplaşma, karakter değiştirmeye başladı. Daha çok siyasal düzeyde sürüp giden, ağırlıklı olarak siyasal zeminde üretilen kutuplaşma, toplumsal yaşama daha çok temas etmeye başladı. Bunu da dört faktör tetikledi:

(1) 15 Temmuz’dan sonra iktidarın daha dindar ve muhafazakâr bir söylem ve uygulamaya yöneldiği algısının oluşması. Bu algı kutuplaşmanın doğasındaki tonları değiştirdi; kutuplaşmayı daha çok kültür savaşı anlatısına büründürdü.  Böylece siyaset daha ağırlıklı bir şekilde, dindar bir ahlâkî görüşe sahip kültürel muhafazakârlar ile laik görüşlü kültürel ilerlemeciler arasında iki farklı değerler kampına bölündü. Daha önce soyut düzeyde hissedilen bu algı, artık somut olarak hissedilmeye başladı.

(2) Kuşatıcı kurumlara olan güven ve itibarın azalması. Türkiye’nin en güvenilir kurumu olarak görülen ordunun başına gelenler, özellikle darbeden sonra yapılan terfi ve tayinlerin siyasi yakınlık ve uzaklığa göre yapıldığının yaygın olarak seslendirilmesi, farklı aidiyeti olan devlet görevlilerinin medyada “darbeci, bölücü, hesapları olan kişiler” olarak kodlanması… kurumların kapsayıcılığına ciddi darbeler vurdu. Zaten kamuoyu araştırmaları da Türkiye’nin artık kapsayıcı kurumları olmadığı gerçeğini gözler önüne seriyor. Bu değişimi önemsemeliyiz, çünkü kapsayıcı kurumların varlığı, paylaşılan toplumsal uzamı, ortak değerleri ve adalet nosyonunu oluşturuyor/du. Bu da birlikte yaşamak için çok önemli olan güveni yaratıyor/du.

(3) İktidar ve muhalefetin kutuplaşmayı sistematik bir yönetim stratejisi olarak kullanması.

(4) Medyanın etkisi. Medya artık toplumsal ve siyasal kutuplaşma açısından çok ciddi sosyal mesafe ve çözülme yaratan boyutlara evrilmiş bulunuyor. Medyanın sadece iki kesimli bir Türkiye üzerinden yayın yapması, karşı tarafı marjinalleştirerek ve düşmanlaştırarak sunması, önyargıların pekiştirilmesine yol açmakta. Bu da kutuplaşmayı doğuran iklimi besleyip duruyor.

Suriye deneyimi çok belirleyici

Türkiye’nin yaşadığı kutuplaşmadaki bu yapısal değişim, toplumsal alana nasıl yansır? Zihniyet formları davranışlara da sıçrar mı? Alevi-Sünni, laik-dindar, Türk-Kürt üzerinden Türkiye’nin fay hatlarını harekete geçirir mi?

Ben kutuplaşma çok ciddi bir ekonomik krizle bütünleşmedikçe, yani Türkiye çok bariz bir yoksullaşma bayırından aşağı yuvarlanmadıkça, kutuplaşmanın toplumsal farklılıkları harekete geçirmeyeceğini düşünüyorum.

Bu koşul ve bariyerin de Suriye deneyimi dolayısıyla oluştuğunu tahmin ediyorum. Türk insanı iç savaş yaşayan bir ülkenin neye dönüşeceğini, kendisine sığınan Suriyelilerin dramlarına şahit olarak yaşadı. Bu drama şahit olan bir ulus aynı dramı yaşamak istemez. O yüzden ne zaman bu tür vakalar planlansa ve organize edilse, toplumsal bilinçaltı paniği devreye giriyor.

Zaten toplumsal alana baktığımızda, tüm çabalarına rağmen HDP’nin Kürtleri, CHP’nin laikleri, sol örgütlerin Alevileri, bazı radikal cemaatlerin dindarları harekete geçirip sokağa çıkaramadığını gözlemliyoruz.

Ama aşırı kuşatıldığını düşünen farklı toplumsal kesimler, hiç beklenmedik bir anda bir enerji boşalmasına da başvurabilir. Bunu da unutmamak lazım.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.