KURTULUŞ, KUL OLMAKTA
Yeryüzünde yaşayan canlılar içerisinde kendisine muhakeme ve muhasebe özellikleri bahşedilen tek canlı türü olarak insan bilinmektedir. İnsanın bu özellikleri sayesinde bilimde ve teknolojide olağanüstü yeniliklerin zuhur ettiğine şahit olmaktayız.
Bilim ve teknolojideki bu olağanüstü gelişmelere rağmen tarih boyunca insanı zaafa uğratan, kişileri ve toplumları ifsat eden; hırs, tamah, ihtiras, acımasız rekabet, üstün olma, hükmetme gibi zaafların günümüz insanlarında ve toplumlarında zirve yaptığına şahit olmaktayız. Kalabalık toplumlar içerisinde yalnız kalma korkusu yaşayan insanın, kendisini ispatlama adına toplumsal norm ve ahlaktan uzak fiillere yöneldiğine görüyoruz. Belli dönemlerde ortaya çıkan mahallî imkânlar ve diğer insanlardan daha avantajlı duruma gelme gibi nimetler, farkında olmadan insanı uçurumun kenarına iten durumlara da dönüşebilmektedir.
Sahip olunan, bitmeyecekmiş gibi görünen imkânların bir gün yerle yeksan olacağını çoğu zaman unutacak duruma gelerek kendi yıkıcı güdülerini ehlileştirebilmek, kendi türüne karşı güvenliğini sağlayabilmek için ürettiği gelenek, ahlak ve yasaları, ötekinin elindeki zenginliği alabilmek için çiğnemeyi de göze alabilecek bir seviyeye gelir. Makyavelist bir bakış açısı ile hedefine ulaşmak için her türlü yol ve yöntemi meşru görecek bir anlayış içerisine bürünür. Modern insan için kutsal olan para, güç ve çıkardır. İnsanın kendiyle barışık yaşamasının, iç çatışmalardan kurtulmasının yolu arzularını tatmin etmesi, hazza yönelip acı verenden kaçınma dürtüsüdür (Hedonizm). İnsanın kendi ürettiklerine ram olarak tekebbürü, sahip olduklarını var edenden kendini müstağni görüşü, güçlü bir egoya sahip (narsist), her şeyin ölçüsünün kendisi olduğuna inanan insan tipini geliştirmiştir. Güçlü bir ego, hem çatışmaların, kavgaların ve sınırsız sahip olma güdüsünün temelini oluşturur. Kendini müstağni görme, Allah'a ihtiyaç duymadığına inanma sonuçta hayatından O’nu dışlamaya yol açmaktadır. Allah'ın olmadığı yerde ise her şey mubahlaşır. Bu yüzden seküler ahlak kâmil insanı oluşturamamıştır. Modern insanın en büyük hastalığı da budur.
Bu yüzden bir avuç çok uluslu şirket tüm dünya gelirinin yarısına sahipken bir milyara yakın insan açlıktan muzdariptir. Bir yanda küreselleştikçe daha bir güçlenen ve azgınlaşan sermaye, diğer yanda emeğinden başka bir şeye sahip olmayan, bir batı ülkesine kapağı atmak için yola çıkıp denizlerde, yollarda, insan tacirlerinin sığ konteynırlarında boğulan ya da yakalanıp ülkelerine yani yoksulluğa, yani açlığa geri gönderilen milyonlar...
Her şey daha çok kazanmak, daha rahat yaşamak, güç ve şöhret sahibi olmak içindir. Daha çok tüketmek, ayrıcalığın ve zenginlerle aynı seviyede olmanın göstergesidir. Kendini müstağni gören bu anlayışta hesap verme bilinci de yoktur. Hesap verilecek birileri varsa o da yasalardır. Yasalar engel değilse her şey mubahtır. Yasaların yeterince uygulanmadığı veya uygulanma imkânının olmadığı yerlerde ise her türlü uygulama meşruiyet kazanmaktadır. Yasalara uymanın gerekçesi ise vicdan değil çoğunlukla bireysel veya kolektif yarar duygusudur. İletişim araçlarının yaygınlaşması ve medyanın etkisiyle yepyeni bir yaşam biçimi ve ahlak anlayışı ortaya çıkmaktadır. Tüm dünyada ortak bir kültür ve davranış biçimi oluşturmaya başlamıştır. Çözülüş sürecine giren tüm geleneksel toplum yapıları ve ilişki biçimleri neredeyse tuzla buz olmaya doğru gitmektedir. Geleneksel ahlakı işlevsiz hale getirmektedir. Tüm insani ilişki biçimleri değişmekte, ancak yerine dar bireysel ve sınıfsal çıkarlar dışında bir şeyler
konulamamaktadır. İş, para ve çıkar eksenli oluşmuş bu dünya insan ruhunu sıkmakta, yalnızlaştırmaktadır. Bir yanda iç dünyasından kopup gelen insani talepler diğer yanda modern hayatın dayattığı yaşam biçimi. Bu anlayış zamanla bireysel ve toplumsal anlamda insanı/insanlığı felakete sürükler.
Yukarıda kısaca değindiğimiz küresel ölçekli bu çöküşü engellemek için bir çıkar yol yok mudur? Elbette vardır. Sadece Allah’a Kul Olmak, Adalet ve Güzel Ahlak…
Dünyadaki tüm çabamız bütünüyle izzet, şeref ve özgürlük yolu olan yüce Allah’a kulluk için olmalıdır. Bu çabayı göstermediğimiz zaman tamamıyla zillet ve mahkûmiyet olan Allah’ın kullarına kulluk zilletini tadacağız. Seyyid Kutup’ un deyişiyle; “Kur’an’ın gölgesinde geçirdiğim hayat müddetinde eriştiğim kat’i netice şu oldu: Yeryüzünde ıslahatın olabilmesi, şu beşerin huzura erebilmesi, şu insanoğlunun güven ve gönül rahatlığı içinde yaşayabilmesi; hayatın fıtratıyla tabiatın akışı arasında bağdaşma, nezahet ve yükselişin tahakkuk edebilmesi ancak ve ancak Allah’a dönmek ve O’na yönelmekle mümkündür.” Yeryüzünde sadece O’na kul olmak, O’na bağlanmak, O’ndan medet ummak, O’nu sevmek ve O’ndan korkmak. Bunu sadece dil ile ikrar etmek kurtuluşumuz için yeterli değildir. Hayatın her alanında bunu göstermek ve uygulamak zorundayız. Elimizden çıkmasından korktuğumuz her şey bizi bu anlayıştan uzaklaştırır. Eğer sadece Allah’a kul olursak başka hiçbir şeye kul olmayız. Neyi kaybedersek kaybedelim şuurumuzu kaybetmeden sabırlı olmayı öğreniriz. Ama Allah’a kul olmazsak her şeye kul olmanın önü açılır. Elimizden çıkan her şeye üzülür kaygı duyarız. Mekke müşriklerinin helvadan putlarına benzer putlarımız olur. Bu putların önünde eğilip iki büklüm bir şekilde sefalet içerisinde hayatımızı heba ederiz. Bu putlar; arzu ve istekler, korku, mevki, makam, para, şan, şöhret, itibar, nüfuz, elimizden çıkmasından korktuğumuz ticaretimiz, vb. toplumsal unsurlar olarak karşımıza çıkar. Bu geçici ve esasında bize hiçbir katkısı olmayan şeylerin peşinden hayatımızı bitirmekteyiz. Bunlara sahip olmak için her türlü hileye başvurmaktan çekinmiyoruz. “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Sakınanlar için âhiret yurdu elbette ki daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” (En’am 32) uyarısı yüzyıllardır insanlığa yol göstermesine rağmen ders ve ibret alma gibi bir alışkanlığını ne yazıkki kazanamıyoruz.
O halde yapılması gereken tek şey Allah’a kul olmak ve hayatın temellerini bu prensip üzerine kurmak ve yükseltmektir.
Allah’ a kul olunduktan sonra adalet üzere hareket etmek kendiliğinden ortaya çıkar. Allah’a kul olanlar Allah’ın emrettiği şekilde hareket eder. “Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutunuz; kendiniz, anne babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa, Allah için şahitlik eden kimseler olunuz. Haklarında şahitlik ettikleriniz zengin olsunlar, fakir olsunlar, Allah onlara sizden daha yakındır. İğreti arzularınıza uyup adaletten sapmayınız. Eğer şahitlik ederken dilinizi eğip bükerseniz ya da doğruyu söylemezseniz, muhakkak ki Allah yaptıklarınızı bilir.” (Nisa 135)
Allah’a kul olanlar ne pahasına olursa olsun haktan ve doğrudan sapmamayı öğrenirler. Bu ilke doğrultusunda içtimai hayatta insanlara bakış açısı “Gerçekten hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenemez.” (Necm 38) ilkesi çerçevesindedir. Allah’a kul olanlar, Mazlumun yanında, zalime karşı durulması gerektiğini bilir. Mazlumun dilinin, dininin, aşiretinin ne olduğuna bakmaz. Hak üzere Haktan ve doğrudan yana tavır göstermesi gerektiğini, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan doğruları söylemesi gerektiğini bilir.
Ve en önemlisi yukarıda saydıklarımızın ete kemiğe bürünmesi için güzel ahlak ilkesi. İnsanın önünü açan Güzel ahlak, vicdanın sesidir. O, en yüksek değerleri ve duyguları ete kemiğe büründürerek, insanı “insanlaştırır. Güzel ahlak, insanı süfli arzuların ağından kurtarıp kendi arzularını ve isteklerini başka insanlar için sınırlandıran, benliği ‘ben zindanından azad eden, insanın en güzel yönüdür. Musa’yı Firavuna gönderen Allah’ın, “Ona yumuşak söz söyleyin, belki düşünür veya saygı duyar.” (Taha 44) uyarısı, İbrahim’in (a.s) babasına olan hitabı, Hz Muhammed’in (s.a.v) kendi yandaşlarına olan sevgi ve merhamet dolu tutumu da tüm Tevhid ehlinin şiar edinmesi gereken en iyi örneklerdir. Günümüzde nezaket, örf, adet ve gelenekleri çiğnemeden yaptığımız davranışlar, diplomasideki protokol kuralları ve diğer insani haslet ve meziyetler insanın kurtuluşuna vesile olacak temel unsurlar içerisinde sayılabilir.
“Ben güzel ahlakı tamamlamak içi gönderildim.” diyen bir elçinin takipçileri olarak Tevhid, Adalet ve Ahlak üçlemesi ile yeryüzünde insanlığın hasret kaldığı barış, adalet, özgürlük ve kardeşlik yolunda önemli adımlar atarak Allah’a gerçek manada kul olmanın gerekliliklerini yerine getirmiş oluruz. Wesselam
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.