1. YAZARLAR

  2. Kutbeddin Nurlubaş

  3. Kürtlere ümmet kavramı ile karşı çıkmanın tutarsızlığı
Kutbeddin Nurlubaş

Kutbeddin Nurlubaş

Yazarın Tüm Yazıları >

Kürtlere ümmet kavramı ile karşı çıkmanın tutarsızlığı

A+A-

Türkiye’de dindarlar, muhafazakârlar, cemaatler ve tarikatlar, genellikle Kürtler söz konusu olduğundan; “Müslümanlar kardeştir.” Veya “Türk Kürt kardeştir.” “Ümmet için çalışmak gerekir, Kürtlük için çalışmak İslamiyet’e aykırıdır” gibi ifadelerle sık sık karşılaşırız. Bir şekilde Kürtlere ait hakları olan, milliyetlerinin tanınması, anadilde eğitim ve Kürdistan denen coğrafyalarında kendi toplumlarını yönetmesini, ümmet fikrine aykırı bularak, bunu iddia edenleri bölücülük ve İslam kardeşliğine aykırı bularak suçlarlar.

Aslında biraz tahlil ettiğimizde karşımıza bir sürü çelişkiler çıkmaktadır. Bir yandan Türkiye’de bu söylem ortaya konulduğu gibi, İran İslam Cumhuriyeti de kendi sınırları içerisinde ki Kürtlere, Türkiye’dekinden belki fazla İslamiliğini ileri sürüp, Kürtlere ihtilaf çıkarmamaları konusunda, uygulamanın şahadetiyle ileri sürmektedir. Aynı şekilde Suriye’de de aynı şekilde özellikle bütün dünyanın gündeminde olan Batı Kürdistan’da fiili durumları ortaya koyan Kürtler bulunmaktadır. Suriye’deki Suriye Ulusal Konseyi aynen Türkiye’deki gibi söylemlerle, Kürtlere davranmaktadır. Suriye’nin sallanmakta olan rejimi zaten daha olumsuz bir uygulama içindeydi. Irakta da federatif bir şekilde Irak merkezi hükümeti ile problemler devam etmektedir. Daha önceki tarihi, Türkiye’dekinden daha olumsuz bir durumda olduğu zaten herkesin malumudur.

Şimdi düşünelim; Türkiye sınırları içindeki Kürtler, bizzat İslam’ın öngördüğü temel hak ve hürriyetleri bile talep etmeden, Türkiye Müslümanlarının ekserisinin düşündüğü gibi, ümmetin birliği için Kürtlüğünden vazgeçti ve Türkiye siyasetine tabi oldu. Yine ümmet birliği sağlanır mı? Yani mevcut durumda ümmetin birliği sağlanmış mıdır?

İran’daki Kürtler başka bir siyasi güç olan İran İslam Cumhuriyetine bağlıdır. Oradaki Kürtler nasıl bir ümmet birliğine dâhil olmuş olacak? İran ayrı telden Türkiye ayrı telden çalıyor. Dolayısıyla Kürtlerin talepsiz oluşu ümmet birliğini sağlamaya yetmiyor. İran ve Türkiye’de tam birlik oluşturmaları gerekir ki bu sağlansın. Hâlbuki değil seküler milliyetçiliğin ağır bastığı bu zaman da, Osmanlı ve Safevi İmparatorlukları döneminde bile, bu birliği sağlanmadığı gibi, sürekli birbiriyle savaşarak, Kürtleri o zamanda da ezilmelerine ve kanlarının dökülmesine sebep olmuşlardır.

Suriye de kendi Kürtlerinin hala kendisine bağlı kalmasını istemektedir. Diyelim ki her ne kadar son günlerde fiili durum ortaya koymuşlarsa da, olmadığını farz edelim. Suriye’deki Kürtler nasıl Ümmetin birliğine dahil olacaklar? Ümmet birliğine Suriye’ye bağlı olunca ümmet işbirliği sağlanmış olacak mı? Hele Suriye üzerinde İslam devletleri neredeyse iki bloka ayrılmışlardır. Birlik şöyle dursun, gayri Müslimler gibi gayri resmi savaş aralarında sürmektedir.

Türkiye’deki Kürtler İslam kardeşliğinden dolayı(!) diyelim ki ses çıkarmadılar, Kuzey Irak Kürtleri ne olacak? Onların Ümmet içindeki yeri neresi olacak? Onlar da Kürt ve Müslüman kardeş…Onları da ümmete dahil etmek gerekmez mi? Onlarda en azında mevcut durumda Irak merkezi yönetimine bağlı kalsın, Ümmetin birliği fikri gerçekleşiyor mu? Gerçekleşme şöyle dursun Kerkük’e giden Türkiye Dış İşleri Bakanını tutuklamakla tehdit eti.

Yani Kürtler yatsa ve koyun gibi boyunlarını uzatsa bile, yine bu komşu İslam milletleri ve devletleri ümmet şuuruyla hareket etmediklerini uluslararası uzmanı olmadan da herkes tarafında bilinip görülmektedir. O halde Kürtlerin statüye sahip olmaları Ümmet birliğini ve İslam kardeşliğini zedeler demek, bir yanıltmaca ve bir aldatmacadır. Ümmet birliği olmadı ki, Kürtler zarar versin.

Türkiye Ümmet için Kürtlerin ses çıkarmamalarını istiyor. İran’daki Farslar da, Kürtlerinin kendisine ümmet için seslerini çıkarmamalarını söylüyor. Irak ve Suriye’de ki Araplar da şimdiye kadar Kürtlerin seslerini çıkarmamalarını istedikleri gibi… Peki, bu mevcut durum ümmetin işbirliğini ve İslam kardeşliğini İslam âleminde pekiştirdi mi? Hayır.

Yani Kürtler ümmet parçalanmasın diye sussalar da İslam’ın üç milleti olan Türk, Fars ve Arapların sahip oldukları siyasi organizasyonları olan devletlerinin müstakil oluşundan en azından üç başlılık yine devam edecektir. Ve halen öyle devam etmektedir. Yine Ümmet birliği sağlanamamaktadır. Yani, üç farklı İslam milleti yine ihtilaf içinde devam etmeyi bilfiil, sürdürmektedir. Devletler bazında ise, değişik şekilde organize olmuş, milletleri farklı, mezhepleri farklı, ideolojileri faklı bu devletlerin ihtilafı yine uygulamada görüldüğü ve hatta bu son dönemlerde Suriye üzerinde, İran ve Türkiye birbirine zıt taraflarda ve gayrı resmi şekilde karşı karşıya savaştıklarını bile söyleyebiliriz. O halde nerede ümmetin birliği ve Kürtlerin buna çomak sokması…

İşte Türkiye’de dindarlar, muhafazakâr veya Müslümanlar nezdinde, Kürt meselesi konuşulduğunda ümmetin birliğine zarar gelir diye karşı çıkmalarında, bir tutarlılık bulunmamaktadır. Yani, Türkiye’deki Kürtler, farz edelim onlar gibi düşünüp davransalar bile ümmetin birliği gerçekleşmemektedir. Çünkü Kürtler dört ayrı parçaya ayrılmışlardır. Ve her parçadaki hâkim millet ve devlet kendisine bağlı kalıp ümmetin birliğinin sağlanmasını iddia etmekte ve fakat bu devletler Kürtlerin mevcut durumda olması daha da onların birbirine düşmelerine sebep olmaktadır.

Farz edelim, Kürtler Kürdistan’da olmasaydı ve böyle bir millet mevcut olmasaydı, yine bahsi geçen üç millet ve dört devlet ihtilafları sürüyor olacaktı. Bu üç milleti, ümmet bilinci ile bir araya getirmeyen ve siyasi organizasyonları olan, dört devleti bir çatı organizasyonu ile birlik kurduramayan, Kürtlerin talepleri, ümmetin menfaatine aykırıdır demeye hakkı yoktur ve doğru diyemez. Üstelik Kürtlerin böyle statüsüz bir şekilde bu ülkeler ve milletler tarafında idare edilmesi bu birliğin kurulmamasının en büyük sebebidir. Çünkü bir şekilde menfaatleri çatıştığı zaman, her bir diğerine karşı problemli Kürt kartını devreye sokmaktadır. Ve ümmetin ihtilafı ve bölünmüşlüğü daha da derinleşmektedir.

O halde gerçekten Ümmetin birliği isteniyorsa, İslam’ın öngördüğü gibi, her milletin birbirini tanıması ve yardımcı olması, birbirini i inkâr etmemesi ve düşmanlık yapmaması gerekir. Milletlerin büyüklüğü ve küçüklüğü, devletlerin çokluğu ve azlığı önemli olmayacaktır. Mühim olan kardeşine diyaloglar içinde ve sağlıklı münasebetler içinde olunmasıdır. Yani Ümmetin birliği Kürtlerin de Kürdistan’da diğer milletler gibi özgür, diğerleri tarafından tanınan ve kendi siyasi organizasyonunu kurmuş olması hakikati halde engel teşkil etmeyecektir. Bu durumda, hâkim devletler tarafından kullanılmayan ve kart olarak ileri sürülüp ihtilaf çıkarılma sebebi kalmamış olduğundan, ümmetin şubeleri hükmünde olan milletler ve devletler, daha sağlıklı olarak birlik koordinasyonu sağlanmış olacaktır.

Yani ihtilaflardan arınmış olarak iç düzenini sağlamış, temsilciliğini ortaya koyan Kürtler, bu komşu milletler için de yaralı olacaktır. İç karışıklığını düzeltmemiş ve temsilcililikleri resmiyet kazanmayan Kürtler, her millet ve devlet için problem olmaya devem edecektir. Bu durum sadece yukarıda saydığımız üç millet ve dört devlet değil, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere bir çok ülke için geçerlidir. Çünkü Kürtler başta Avrupa ülkeleri olmak üzere bir çok ülkeye göçmen olarak dağılmışlardır

Türkiye’de Müslüman cemaatlerde, tarikatlarda ve muhafazakâr siyasi mahfillerde, Kürtlere karşı geliştirilen bu İslami ümmet söylemi, bir temelsiz ve hakikatsiz iddia olduğu ortaya çıkmaktadır. Eğer Müslümanlar yalnız Türkiye’de olsaydı, başka her taraf gayri Müslim olsaydı o zaman bu fikrin bir tutarlı tarafı olabilirdi. Müslüman ülke Türkiye yalnız değildir. Ve aynı zamanda Kürtlerin topraklarında olduğu üç millet ve dört devlet değildir. Yeni bağımsızlıklarını kazananlarla birlikte yaklaşık 63 İslam devleti bulunmaktadır.

Kürt meselesinin olmadığını düşünelim. Bütün İslam milletleri ve devletleri İslam’ın ümmet hedefini gerçekleştirmek için üst çatı kurama girişimleri var mıdır? Veya İslam Konferansı Teşkilatı gibi birliktelik organizasyonları varsa da inisiyatif sahibi midirler? Eğer inisiyatif sahibi iseler, neden ihtilaf içinde olup, gayri İslami devletlerin nüfuzuyla hareket edip birbirleriyle ihtilaf içindedirler. Üstelik Türkiye’nin, NATO ve AB gibi İslam devletlerden fazla gayri İslami devletlerle işbirliği ve bağlantıları vardır.

Görüldüğü gibi, İslam ümmeti gerekçe gösterilerek, Kürtlerin hak talebi engellenmez. Hem kendi topraklarında iç meselelerini hal etmiş ve talepleri gerçekleşmiş ve yerel coğrafyaları olan Kürdistan’da siyasi organizasyonu tamamlanmış Kürtler neden ümmetin birliğine dahil olmasınlar ki? Bu organizasyon biçimi de, Zeki Savaş ağabeyimizin bir yazısında dile getirdiği gibi, reel politik olarak her bir ülkede Kuzey Irak Kürt Federe Yönetimi gibi, her bir parçada federatif bir yapıya kavuşması ve aralarında analaşıp, gümrükleri ve Avrupa Birliğinde olduğu gibi dolaşımın serbestiyetini sağlamakla gerçekleşebilir.

O halde bu anlatılanların aksine Kürtleri susturmak veya hak taleplerini engellemek sadece siyasi ve milliyetçi kaygılarla gerçekleşmektedir. Ve bundan dolayı kimse mübarek dinimizi buna alet etmesine hakkı yoktur. Bu durum Kürtlerin zararından önce, İslam’ın öngörmediği bir şeyde, İslamiyeti alet etmek olur ki, büyük bir vebal olarak karşımıza çıkmaktadır. Farz edelim Kürtlerin müstakil devleti olsa da, bunun ümmete tesiri sadece 63 İslam devlet sayısına bir ilave olacaktır. Ve hatta böylece, Kürtler orta doğuda tatmin oldukları için, en büyük kanayan yara ortadan kalkmış olacak ve İslam birliğinin ortaya çıkmasına ve kuvvetlenmesine sebep olabilecektir.

Şunu da düşünelim; Kürler 2003 yılından beri Kuzey Irak Kürt federe yönetimini hariç tutarsak, Kürtlerin statüsüz olması ve mevcut durumları ümmete çok mu faydalıdır? Mevcut durumda ümmetin vahdetinde hiç problem yok mudur? Müslümanlar birbirini öldürmüyor mu ki?.. Ümmetin ihtilafı devam etmiyor mu ki?...O halde bir daha tekrar ediyorum. Kürt meselesine kimse İslami kaygılarla ve ümmet kardeşliği ile karşı çıkamaz ve çıkmamalıdır. Ayrıca devlet laiklik prensibine sahip olduğu için, kuruluşundan itibaren kendisi islamiyeti dışladığı gibi, hala resmi statüsü ümmet kavramını, İslami müesseseleri ve düşünce sistemini kurumsal olarak kabul etmemektedir. Sadece dindarlar hariçten gazel okumaktadırlar.

Açık ve net olarak bu mesele siyasidir. “Siyasi menfaatlerimize, Kürtlerin mevcut bu durumu uygun geliyor ve milliyetçiliğimizin bir gereğidir. Kürtlerin bir statüye kavuşması, tarihi Türklük şanımıza bir nakise olur.” diye ifade etmeliler. Ve doğrusu budur. Şimdiye kadarki uygulama da bu anlayışın göstergesidir. “Osmanlı yıkılışından sonra Araplar dâhil herkesi kaybettik, bir elimizde Kürtler kalmıştır. Onları da kaybedersek, Orta Anadolu’ya çekiliriz buda işimize gelmiyor” denilmesi daha doğrudur. Daha açık sözlülük olur. Böylece mübarek İslamiyet’te alet edilmemiş olur. Hatta bu şekilde alet olununca Kürt gençleri, bu haksızlığı açık görünen alet etme biçiminden dolayı dinden soğuyorlar.

Eğer denilse Kur’an, İslam bize Kürtleri ve Kürdistanı dert edinmeyi ve ilgilenmeyi emr etmemiş ve üzerimize yüklememiştir. Siz ne diye bu konu da o kadar duruyorsunuz?

Biz de deriz ki, İslam bize ev kurmayı, bina yapmayı ve şehir tesis etmeyi de emr etmemiştir. Ama bu insanlığın ihtiyaçlarıdır. Ve bu adet olan ihtiyaçlar Allah namına kurulup tesis edilse ve kullanılsa, bu adetler ibadet halini alır. İşte Kürt meselesi ve Kürdistan da bu cümledendir. Kim istemez güzel bir evde, lüks bir binada ve medeni bir şehirde yaşamasın. Kur’anda anlatılan peygamberlerin derslerine uymayı, meslek ve mucizelerine ise, teşvik ettiğini âlimlerimiz ifade ediyor;

“İşte Kur'an-ı Hakîm; enbiyaları(peygamberleri), insanın Cemâatlerine(toplumlarına) terakkiyat-ı mâneviye(manevi yükseliş) cihetinde birer pişdâr(öncü) ve imam(önder) gönderdiği gibi; yine insanların terakkiyat-ı maddiye(maddi ilerleyiş) sûretinde dahi o enbiyanın herbirisinin eline bâzı hârikalar verip yine O İNSANLARA birer ustabaşı ve üstâd etmiştir. Onlara mutlak olarak ittibaa(uymayı) emrediyor. İşte enbiyaların mânevî Kemâlâtını bahsetmekle insanları onlardan istifadeye teşvik ettiği gibi, mu'cizâtlarından bahis dahi; onların nazîrelerine(benzerlerine) yetişmeye ve taklidlerini yapmaya bir teşviki işmam ediyor (hissettiriyor).”( erisale.com 20. Söz s:343)

. Hz Musa, Firavunun köle olarak kullandığı, beni israili, Firavunun zulmünden kurtarmak için gönderilmişti. Hz Davut ve Süleyman aynı zamanda hükümdar peygamberlerdi. Ve Hz Süleyman, Kuran’ın dediği gibi, o çok ihtişamlı olan saltanatını Allahın bir nimeti olarak görüyor ve bundan dolayı sadece şükr ediyordu;

Sebe Melikesi Belkıs, onun (Hz. Süleyman’ın) sarayına gittiğinde o güne kadar hiç görmediği büyük bir mülk ve zenginlikle karşılaşmıştı:
"Ona: "Köşke gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman) Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan(billurdan) olma düzeltilmiş bir köşk zemindir." (Belkıs)Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artik) ben Süleyman'la birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum." (Neml: 44)
“Süleyman’ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan meydana gelen orduları onun önünde toplandı. Hep birlikte düzenli olarak sevk ediliyorlardı”(Neml:17)

"Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz Sen, karşılıksız armağan edensin." (Sad: 35)

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7 Yorum