1. YAZARLAR

  2. Fikret YAŞAR

  3. Kürt Tarihi (3)
Fikret YAŞAR

Fikret YAŞAR

Fikret YAŞAR
Yazarın Tüm Yazıları >

Kürt Tarihi (3)

A+A-

SÜMER (Someri – Kengi):

Bulundukları çağın en yüksek uygarlık düzeyine ulaşmış yerli Aryan topluluklarından olup, arkeolojik çalışmalar sonucunda elde edilen bulgu ve belgelerden kullandıkları dilin Arice olduğu tespit edilmiştir.

Yazının icadıyla tanınan bu uygarlık M.Ö. 4000 yılının sonlarında Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan bölgede yaşadılar. (Mezopotamya)

Ancak bu kadim uygarlığın günümüzdeki mirasçıları olan Kürtler, iktidar ve güç yoksunu oldukları için bu zengin tarih hazinesi –ne yazık ki- başka milletlerce sahiplenilmiştir.

Kürtlerin vatanlarını işgal eden ve kürde ait ne varsa talan eden güçler, Kürtlerin atalarıyla olan ilişkilerini keserek yeniden yapılanmalarını engellemek amacıyla Sümerlerin Mezopotamya yerlisi olmadıklarını iddia etmektedirler. 

Bir yandan Araplar bu mirası sahiplenirken, diğer taraftan da Türkler,  Sümerlerin kurmuş oldukları uygarlığı Orta Asya’dan getirdiklerini öne sürmektedirler.

Türk tarihi tezinde Sümerlerin M.Ö.3500 yıllarında Asya’dan göç ettikleri ileri sürülürken, tezin güçlendirilmesi için de bazı çıkarcı tarihçiler ikna edilerek Sümer, Kut, Elam, Hurri ve Hititlerin Ural Altay kavimlerinden oldukların yönünde beyanatta bulunmalarını sağlamıştır.

O zaman akla şöyle bir soru gelmektedir! Mademki Sümerler Orta Asya’dan bu uygarlığın temel ilkelerini beraberlerinde getirdiler, neden bu uygarlığın benzeşenleri Orta Asya’da görülmemiştir, ya da görülmemektedir?  Öyle ya, en azından Orta Asya’da bir iz bırakırlardı. Sulu tarım, yazı, sanat, edebiyat vb gibi gelişmeler Sümerlerden çok sonraları Orta Asya’da görülmüştür.

Araplar da Sümer uygarlığından çok sonra M.Ö. 3500 yıllarında Afrika’dan Sina yarımadasına ve oradan da Ön Asya ve günümüzdeki Arap yarımadasına dağılmışlardır. Dolayısıyla ne Türk ne de Arapların Sümerlerle bir akrabalıkları yoktur. Ama batan geminin malları misali bu kültür ve uygarlık hazinesi talan edilmiştir.

Farslar böyle bir iddiada bulunurlarsa eğer, Ari kökenli olmaları dil, coğrafya ve kültür benzerliğinden dolayı Türk ve Araplara nazaran daha akla yatkın gelir. Ama Farsların böyle bir derdi yok, çünkü adamlar İslam öncesi ile ilgilenmiyorlar!

  Yazımın ekinde sunduğum tabloda Sumer, Kürt ve Türk dilleri karşılaştırılarak bu dillerin benzeşme oranları konusunda bilgi verilmiştir. Daha sonra Hititler ve Hurriler ile ilgili bölümde de buna benzer karşılaştırmayı bilgilerinize sunacağım.

Dünyanın en eski uygarlığı olarak kabul edilen Mezopotamya-Aryan yurdu Basra körfezine kadar uzanıyordu. M.Ö. 4 binlerde görülen bu uygarlığın bin yıl sonra eski Sümer çağı olarak bilinen M.Ö.3000 lerde  Kiş, Lagaş, Ur ve Uruk gibi şehir devletlerini kurdukları görülmektedir.

Aynı dönemde Afrika’dan gelen ve Arabistan ve Suriye çöllerine yerleşmeye çalışan Arap-Akadlar da Sümerlerin derin kültürlerinde etkilenerek büyük bir devlet kurdular.

Sümer şehir devletleri zaman zaman birbirlerine üstünlük sağlayarak yörenin tarihinde önemli rol oynadılar. Bunlardan en önemlisi Ur şehri ve uygarlığıdır. Ur’dan sonra Uruk uygarlığı parlayarak Gılgaméş destan ile anılmaya başlamıştır. Ur ve Uruk bir ara Elam egemenliğine girse de Kiş kralı Mesılım ve Adab kralı Lugalemeundu tarafından tekrar egemenliğini kazanır. Lagaş şehri ise Kral Urugakina tarafından yapılan dünyanın ilk anayasası ile ilgi çekmektedir. Urugukina reformları denilen bu yasalarla köleliğin kaldırılıp, özgürlüğün getirildiği belirtilmektedir.  

Sümerler kültür, sanat, imar ve tarımla uğraşırken Akadlar savaş gücünü geliştiriyorlardı.

Akadlar güçlü kralları Sargon ile harekete geçerek (M.Ö.2340-2284) önce  Lagaş şehir devletini, ardından da tüm Sümer kentlerini ele geçirip 200 yıl süren Akad İmparatorluğunu kurdu. Akadların egemenliği M.Ö.2150’lerde Kuzey Mezopotamya’dan inen Gutiler’in Akad imparatorluğuna son vermesiyle biter ve Sümer tarihinde yeni bir çağ başlar.

İlk hanedanlar çağı olarak adlandırılan Sümer tarihinin bu ilk dönemi kendi arasında birinci, ikinci ve üçüncü hanedanlar çağı diye üçe ayrılır.

Araplardan önce Mezopotamya’da yerleşik olan SUMERLER, özellikle Dicle ile Fırat arasındaki verimli alanlarda –dünyada- ilk kez toprağı sulayarak tarımı/çiftçiliği başlatmışlardır. Her yıl yenilenen nehirlerin milinden bol ürün alınabilmesi için ilkel tarım teknikleri bu alanda geliştirildi. Ancak yaz aylarında bölgenin kuraklığa teslim olması Sümerlerin kanallar açarak uzak mesafelere suyu taşımasına sebep oldu. Böylelikle kanal tekniği ile uzak mesafede ilk defa sulu tarım yapılmıştır. Bu teknik daha sonra tüm Mezopotamya’ya yayılarak suyun kontrolü ve kullanımı sağlanmıştır. İlk defa suyun önüne bent çekilerek (baraj) suyun depolanması yine yukarı Mezopotamya’da bugünkü Van Erçek gölü civarında gerçekleştirilmiş olup, kalıntısı halen mevcuttur.  (Anadolu’da da ilk defa 2.Osman 1619 yılında “Topuz Bendi”ni yaptırmıştır.)

Bentlerin yapılması toplu iş gücü ve kolektif yaşamı geliştirdiği gibi, her aile kendi ekinini tüketiyordu, ancak süreç içinde dini kurum ve yöneticiler bundan pay almaya başladılar. Seçkin sınıfların efendi, hizmetçi ve diğer yönetenlerin bu süreçte ortaya çıktığı tarihçiler tarafından kabul görmektedir.

Bu süreçte insan doğaüstü güçlerin/mitosların egemenliğine de giriyor ve oluşturulan mitoslarla çiftçilerin ellerinden ürünleri tanrı yolunda kullanılmak üzere alıkonuluyordu. Mezopotamya mitoslarında tanrıların insanları, tanrı evine bakmak, tanrıların yiyecek ve içecek gereksinimlerini karşılamak için yaratıldığı anlatılır. Böylece Tanrıların aracılığıyla ruhban kesimi ve yöneticiler de sıkıntıya girmeden gereksinimlerini karşılıyorlardı. Sümerlerin Lagaş kentinde elde edilen bulgulara göre, şehrin toprakları, sahiplerinin tanrıya ödeyecekleri payların türüne göre üç bölüme ayrılırmış. Tanrıya en büyük payı ödeyen çiftçilerin elinde çok az şey kalıyordu. Çiftçilerin tapınağa verdikleri tahılın bir bölümü, tanrının evine hizmet verenlerin/rahiplerin yönetimi altında yürütülen imar vb gibi işlerde kullanılıyordu. Böylece binlerce insanın emeğinin bir araya gelmesi ile büyük projelerin gerçekleşmesi sağlandı.

Çünkü tüm sistem tanrıları hoşnut etmek üstüne kurulmuştu.

Tanrıları beslemek, giydirmek, eğlendirmek ve ona tapınılmasını sağlamak için müzik aletleri, (M.Ö.4000’lerde Sümerler tarafından yapılan “Lir” aletini British Muzeum’da gördüğümde el işçiliğine hayran kalmıştım.) danslar, şarkıcılar, sarraflar, aşçılar, doğramacılar vb gibi sanat ve zanaatçıların ortaya çıkmasına olanak verdi. Sümer şehirleri devletleşti ve her kent surlarla çevrilerek kent içindeki en yüksek tepelere sosyal yaşamın merkezi konumundaki tapınaklar yapıldı.

Başlangıçta anaerkil toplum yapısına sahip olan Sümerler iş yaşamı şekillendikçe toplumda sınıflar belirlemeye başladı. 1. Sınıf din adamları ve askerler, 2.sınıf halk, 3. Sınıf kölelerden oluşturuldu. Savaşlarla köle edinme hakkı tanındığı için herkes savaş sonrası ganimetlerden pay alarak köle sahibi olabiliyordu.

Yüksek ruhbandan oluşan egemen sınıflar dinsel ve siyasal işleri yürüttükleri gibi ülkeyi de yönetiyorlardı. Bir şehrin rahibi aynı zamanda oranın kralıydı. Bu krallardan en önemlisi Gılgam麒tır.

Sümer Mitolojisinin ünlü ‘Gılgaméş Destanı’nda tanrıların toplantısında kötülük yapmaya karar veren hava( Enlil )tanrısının tufanı yaratarak tüm dünyayı fırtınaya boğduğunu, sonrasında Gılgam麒ın bir kuyu kazarak yerin derinliğinden dikenli ölümsüzlük otunu çıkardığını ve bu otun bir yılan tarafından çalındığı anlatılır.

Gılgaméş:    

Gıl=tarım,    

ga=öküz,     

méş=arı.

4 bin yıl önce tarımın toplum yaşamında edindiği rol, öküzün üretimdeki gücü ve arının verimliliği ve disiplinli çalışması Sümerler için bir ekonomik doktrin oluşturmuştu.

SÜMERCE

KÜRTÇE

TÜRKÇE

Şe

Ce

Arpa

Ba

Bav

Rüzgar

Gali

Galin

İnlemek

Ganai

Gali-geli

Vadi

Gig

Genim

Buğday

Maraşu

Marazi

Rahatsız

Gır

Agır

Ateş

Gud

Ga

Öküz

Gumuşe

Gaméş

Manda

Kişatu

Gışati

Hepsi

Lu

Lo

Kişi- adam

Lu-gal

Kal

İhtiyar

Nagar

Nacar

Marangoz

Nan - Ninda

Nan

Ekmek

Pa

Per

Kanat

Sa

Sor

Kırmızı

Sag

Ser

Baş

Şeg

Şeq

Yarık

Tag

Telaq

Evlilik bağı

Zi-şa-gal

Jin

Yaşam

Zu

Zan

Bilmek

Zur

Dür

Uzak

Dur-ri-şe

Dom-dari

devam

YANDAKİ TABLODA TÜRKÇE-KÜRTÇE VE SÜMERCE DİLLERİ KARŞILAŞTIRILMIŞTIR.

Yandaki tabloda karşılaştırılan dillerden Sümercenin Hati, Luwi, Guti, Pala, Haldi(Urartu), Hurri, Mitani, ve diğer Aryan dilleriyle yakın olduğu tespit edildiği gibi günümüzdeki Kürtçe ile de benzerlik taşıdığı görülmektedir. Bu kelimelerin etimolojik olarak aynı kökten çıktığı ve Türkçeyle bir ilgisi olmadığı ortadadır.

Diller canlıdır ve çok az dil 4000 yıl değişmeden kalabilir. Kürtler 1400 yıllık Arap kültür emperyalizmi ve 86 yıllık TC inkârına rağmen dillerini ölmekten kurtarabilmişlerdir. Bunun da sebebi, sözlü edebiyatları ve folklorik zenginlikleridir. Daha önceki yazılarımdan birinde belirttiğim gibi; Rus bilgini Halfin:” Kürtler dünyada en çok masalları olan halktır…” diyerek Kürt sözlü edebiyatına dikkat çekmiştir. Bu zengin sözlü edebiyat ile Ari-Kürt dili ölmekten kurtulmuştur.

(Sümerler konusu devam edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.