Kürt Sorununda Yeniden Başa Dönmek.
Tüm dünyada olduğu gibi Ortadoğu’da da ulus-devlet modelini baz alan uygulamalar; özellikle de Kürtleri içinde barındıran coğrafyaya sahip ülkelerde son yüz yılda büyük sıkıntıların oluşmasına sebebiyet vermiştir.
Batı orijinli ulus-devlet modeline göre kendini yeniden dizayn etmeye çalışan Türkiye Cumhuriyeti, gelinen aşamada biriken ve ağırlaşan sorunlar nedeniyle ciddi bir siyasi ve ekonomik kriz içerisindedir. İsrail’in Ulus devlet yasasına karşı çıkıp, bizim yeniden ulus ve seküler devleti keşfetmemiz trajikomik hal sergilemektedir. Bugünkü siyasi ve ekonomik krizin ana eksenini Kürt sorunu teşkil etmektedir. Neden mi? isterseniz siz buna terör sorunu deyin, sonuç itibariyle değişen bir şey olmayacaktır. çünkü bu gün Suriyede, Irakta siyasi ve ekonomik çabamızın temelini bu sorun oluşturmaktadır.
Osmanlının sahip olduğu geniş toprak parçasını savaşlar sonucunda yitirmesi, o bölgelerde yaşayan farklı etnik kimliğe mensup milyonlarca Müslüman Osmanlı tebaasının Anadolu’ya yerleşmesine yol açtı. Bu geniş halk kitlesi zaman içerisinde hakim sınıf olan Türklere entegre oldular. Sahip oldukları kültürel kimlikleri, hâkim kimlik karşısında erozyona uğradı. Bu etnik kültürün yok oluşu belki, Kürdlerdeki gibi çok fazla bir zorlamayla olmadı ama bu kimliklerin yaşatılmasına dönük de bir çabanın içerisine girilmedi. Çünkü cumhuriyetle birlikte ulus devlet projesi hayata geçirilmiştir.
Elbette bu entegrasyonun da asimilasyondan bir farkı olmamıştır. En önemlisi de Anadolu’ya yerleşen bu halklar buraları sığınılacak bir liman ve kendilerini misafir gördükleri için hâkim sınıftan talepleri olmamıştır. Fakat Kürtlerin durumu bunlardan farklıydı. Türklerle birlikte bu ülkenin aslî unsurlarıydılar. Türklerle kader birliği edip yurdun savunulması için gerekli özveriyi göstermekten çekinmediler; cepheden cepheye koştular.
Osmanlı bakiyesi topraklarda gayrimüslim azınlıklar (Yunanlılar, Bulgarlar, Sırplar,) gibi Müslüman azınlıklar da (Araplar, Arnavutlar, Boşnaklar) bağımsızlıklarını ilan ettiler. Birinci Dünya savaşından yeni çıkmış, devlet otoritesi sarsılmış, silahları elinden alınmış Osmanlı karşısında Kürtler bağımsızlık kararı alabilme imkânları olduğu ve bu yönde Batı ülkelerinden olumlu destek mesajları aldıkları halde, diğer Müslüman unsurlarla birlikte işgalcilere karşı cansiperane çarpışmaları takdire şayan bir davranış olmuştur.
Mustafa Kemalin yurt savunmasının temellerini ilk olarak Doğu’da atması oldukça manidardır. Hatta Mustafa Kemalin, Kürtlerin desteğinin tam olması için kendilerine özerklik vaat ettiği bilinmektedir.
Peki, bu özveriye rağmen Türkiye Cumhuriyetinin kurucuları ne yaptı? Anayasal vatandaşlık tanımı ile tüm halkın Türk olarak tanımlanmasını anayasasına koydu. Çeşitli sorunlara yol açtığını bildikleri halde bu söylemi hâlâ hararetle savunmaktadırlar. Türklük bir coğrafyanın değil, bir etnik gurubun adıdır. Dolayısıyla o etnik guruba üye olmayan, asimilasyonu reddeden, hâkim sınıfa da gönüllü bir entegrasyona rıza göstermeyen toplumlarda bu yasalar büyük rahatsızlığa yol açtı.
Özellikle Türkiye cumhuriyetinin kuruluş yıllarından başlanarak Doğu Anadolu ve Güney Doğu Anadolu bölgelerinde nüfusun çoğunluğunu oluşturan Kürtlere yönelik inanılmaz baskılar yapıldı. Farklı etnik yapıdan gelen Kürt halkı, hâkim rejim tarafından çoğu kez baskı uygulanarak sistematik bir şekilde; kültürel, sosyal ve etnisite yönünden zaman içerisinde eritilmek istendi. Kürt diline ve çocuklara Kürtçe isimler konulmasına yasaklar getirildi. Bölgedeki Kürtçe olan kent ve köy isimleri değiştirildi.
Kürtlerin dışında bu topraklara dışarıdan gelen farklı etnik yapıdan toplum ve azınlıkların ise ulus-devlet projesi çerçevesinde zor kullanmaya ihtiyaç duyulmadan, entegrasyon başlığıyla kimliklerinin yok olduğu görülmektedir.
Sanılanın aksine Türkiye’deki Kürt sorununun ekonomik gerekçelerden kaynaklandığını iddia etmek çözüme yönelik bizi sağlıklı bir sonuca götürmez. Elbette bu sorunun ekonomik, kültürel ve siyasal sebepleri vardır. Ancak kanaatimce en önemlisi Kürtlerin hâkim sınıfa entegre olmamasının ana sebebi, Devletin Kürt kökenli vatandaşlarını asimile etme, yani bir bakıma her alanda kendisine benzetme isteğinden kaynaklanmaktadır.
Kürt realitesine dönük çok önemli adımlar atıldı. Umutlar yeşerdi. Lakin önemli bir yanlış tekerrür ettirilip Kürt sorunu PKK ile aynı perspektifte değerlendirildi. Bu da bizi sağlıklı bir sonuca götürmedi. PKK’nın varlık sebebi, Kürd Sorununu çözmek değil, çözülmesine mani olmak için kurgulanmış bir örgüttür.Kaldı ki PKK 40 yıldır var lakin! Kürt sorunu yüz elli yıllık bir maziye sahiptir.
Kürt Sorununun çözümünün sanılanın aksine o kadar zor olmadığı da bir realite. Yeter ki inkârcı, dışlayıcı modelden vazgeçip cesur bir adımla meseleye yaklaşılabilsin ve doğru modeller devreye sokulabilsin. Bu çağda nüfusu milyonları bulan bir halkın varlığını tartışmalı hale getirmenin, x bir dil deyip, anadilde eğitimi yasaklamanın, insanî ve İslamî değerlerle örtüşmediği görülmektedir. Bunun için öncelikle bütün toplumu Türkleştirmeyi hedefleyen asimilasyon ve entegrasyon modelinden vazgeçmek gerekir.
Faklılıkları zenginlikten öte bir tehlike gibi gören dışlayıcı, sığ politikalardan vazgeçilmelidir. Kürtlerin ve diğer etnik grupların varlığı farklılıklarıyla hukuken tanınmalıdır. Birlikte yaşama kültürünü tesis etmek ve bunun için geçmiş acıları dindirecek çalışmalar yapılmışken yeniden başa dönmekten kaçınılmalıdır.
Öyleyse anayasal olarak Kürt kimliği bir an önce tanınmalıdır. Kürtçe eğitimin önündeki engeller kalkmalıdır. gerekli yasal düzenlemeler bir an önce hayata geçirilmelidir. Kürt kimliğinin geliştirilmesi ve gerekli alt yapının oluşturulması için devlet her türlü maddi ve manevi olanağı ilgili kişi ve kuruluşlara sunmalıdır.
VE SELAM…
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.