1. YAZARLAR

  2. Opr.Dr. Engin YILMAZ

  3. Kürt Solunun Kürt Ulusal Birlikteliği Bağlam
Opr.Dr. Engin YILMAZ

Opr.Dr. Engin YILMAZ

UFKUMUZ
Yazarın Tüm Yazıları >

Kürt Solunun Kürt Ulusal Birlikteliği Bağlam

A+A-

Köklerine Ve Geçmişine Yabancılaşmış Bir Ulus: Kürtler” adlı makalemde, Türkiye’de süregelen asimilasyonist süreç sonucunda diline, tarihine ve kültürüne yabancılaşmış ve bu yüzdende kendi halkının sorunlarına karşı duyarsızlaşan “Milliyetsizleşmiş Kürtler”den bahsetmiştim. Bu makalemde ise sizlere; yurtsever duygularla Kürtlük milli bilincine sahip fakat kendi halkının sosyolojik (dini, kültürel, folklorik vs…) değerlerine uzak hatta kimi zaman düşmanca tavırlar sergileyen sözüm ona “Devrimci-Milliyetçi Kürtler”den bahsedeceğim.

Yüz yıllık asimilasyonun cenderesine yenik düşerek hayata ve olaylara Kürt kimliği ile bakamayan ve bu nedenle de kendi gerçeğinin farkında olmayan Türkleşmiş Kürtler eleştirilmeyi ne kadar hak ediyorlarsa; milli kimliğinin ve sorunlarının bilincinde olan ve aynı zamanda yurtsever bir kişilikte olmasına rağmen; yaşam tarzı, duruşu ve söylemleri ile başta din olmak üzere halkının kutsalları ve kültürel değerleriyle didişen, alay eden hatta küfreden Kürtlerde eleştirilmeyi bir o kadar hak etmektedirler.

Dindarlık adına Milliyetsizleşmiş Kürtler” ile “Milliyetçilik adına dinsizliği ve dine saldırmayı amaç edinmiş olan Kürtler” ulusal birlikteliğimize zarar vermekte ve var olan kendi içimizdeki ihtilafları belirginleştirerek Kürt ulusunda ayrışmaya ve çatışmaya neden olmaktadırlar. Her iki grup bu tavırları ile şiddetle ihtiyaç duyduğumuz Kürtlerin ulusal birlikteliğine verdikleri zararı görmeli ve kendilerine çekidüzen vermelidirler.

Milli Kimliğin Tek Unsuru “DİL” midir?

Dil, milli kimliği oluşturan en temel unsurdur. Bir başka deyişle bir topluluğu millet yapan ve o milleti diğer milletlerden ayıran en önemli ayıraç “dil” dir. “Dil” yoksa “millet” de yoktur. Böyle olmakla birlikte; “dil” millet olma vasfının yegâne kriteri değildir. Dilin dışında her millete özgü karakteristik bazı sosyolojik olgular, davranışlar ve refleksler mevcuttur. Bunlar, ırksal fenotip, din, tarih, kültür, gelenekler, folklor, müzik ve giyim gibi değerlerdir.

Örneğin; Sudan’lı birinden bahsediyorsak kimsenin aklına sarışın yeşil gözlü bir beyaz yada sarı ırktan çekik gözlü biri gelmez. Beyazlar giyinmiş siyah derili beyaz dişli biri gelir gözlerimizin önüne. Budist denilince akla ilk gelen Çinli yada Hintlidir. Kimsenin aklına bir Arap gelmez, çünkü biliriz ki Arapların içinde Budist yoktur. Aynı şekilde etek giyen erkeğin İskoç, şal-şepik giyenin Kürt, beyaz entari giyenin Arap, siyah melon şapka ve uzun sakallı kişinin Yahudi olduğunu anlamamız zor değildir. Halay Kürtlerle, Samba Brezilyalılarla, Sirtaki ise Rumlarla özdeşleşmiştir ve bu oyunlar en çokta bu milletlere yakışır. Çin’deki suşi, İran’daki abgoşt, Araplardaki makrume ve İtalyan sofrasındaki pizza ve makarna bu milletlerin milli yemekleridir.

Hülasa; başta din olmak üzere coğrafik şartlar, örf, adet, gelenek ve görenek gibi faklı kaynaklardan doğan ve her millete özgü sosyolojik renk ve değerler vardır. Bu değerler dil ile birlikte bir bütün olarak bir ulusun, kültürünü ve kimliğini oluştururlar. Yani sadece Kürtçe konuşmakla “Kürt” olunmaz. Kürtler sadece dilleriyle değil, inançları, gelenekleri, müzikleri, giyim-kuşamları… kısaca tüm milli değerleri ile bir bütün olarak Kürt’dürler.

Dil de dâhil olmak üzere bir milleti oluşturan ve o milletin fertlerinde birbirlerine karşı aidiyet ve aşinalık duygusu uyandıran birçok faktör varken, maalesef son yıllarda bazı Kürt milliyetçilerinde dil’in dışındaki tüm değerlerimize karşı bir yabancılaşma ve hatta düşmanlık baş göstermiştir. Kürtlüğü ve ulusal kimliğimizi sadece Kürtçe ile sınırlayarak halkımızın din, örf –adet ve giyim gibi binlerce yıllık kültürel ve folklorik birikimlerini “feodal kalıntılar” tanımlamasıyla onları Kürtlerin sosyal yaşamından çıkarmaya çalışmaları kabul edilir bir yaklaşım değildir.

Bu sözlerimden feodal-gelenekçi bir yaklaşımla geçmişteki tüm kültür ve değer yargılarımıza istisnasız tümden sahip çıktığım ve bunların devamından yana olduğum anlaşılmasın. Elbetteki kültürümüz içinde evrensel ve vicdani ölçüler açısından doğru olan hasletlerimiz olduğu gibi, milletimizi böyle geri ve perişan bırakan yanlış alışkanlıklarımız da vardır. Bu durumda yapılması gereken iş; “geçmişin güzel ve doğru hasletlerini devam ettirecek kadar muhafazakâr, günümüz dünyasının iyi ve evrensel kazanımlarını da alacak kadar liberal” olmak olmalıdır. Fakat kültür ve geleneğimizin hangi değerleri iyi ve doğru; hangiler ise kötü ve yanlış? Bütün probem bu meseleyi çözmekte!...

Kürt Siyasal Hareketinde Din Karşıtlığının Tarihsel Kaynakları…

Kürt siyasal hareketlerinin birçoğunda, din başta olmak üzere kendi halkının kültürel ve kimliksel değerlerine karşı oluşmuş olan önyargılı ve mesafeli duruşlarının en temel sebebini bu siyasal akımların sosyalist karakterinde aramak gerekir.

Kürt solu kaynağını Türk solundan alır ve bir nevi onun türevidir. 50’li yıllarda başlayan birliktelikleri 70’li yıllarda çatırdamaya, 80’li yıllardan sonrada ulusal temelli ayrı kulvarlara taşınarak son bulmuştur. Yinede zaman zaman Türk ve Kürt solunun flört ve ittifaklarına şahit oluyoruz. Türk solunun içinde filizlenerek daha sonra müstakil Kürt soluna evirilen siyasal bakış, Türk soluna göre bugün daha ulusalcı ve daha demokrat söylemler geliştirmiş olsa da hayata ve olaylara bakışında hala Türk solu söylemlerinin etkisi bulunmaktadır.

Türk solu, Kemalist paradigmanın ve Alevi kültürünün değerlerini Sosyalist ideoloji ile harmanlayarak oluşturduğu sentez; nev-i şahsına münhasır bir sol söylemdir. Ve oluşturulan bu söylem enternasyonal sosyalizmin temel değerleri ile de yer yer çelişmektedir. Türkiyede gerçek Sosyalist öğretiye bağlı kalabilmiş ve resmi ideolojinin ulusalcı-devletçi etkilerinden uzak kalabilen Türk soluna ait guruplar olsa da bunlar marjinal düzeydedir.

Kemalistler ve Alevilerle kurulmuş olan bu tarihsel ittifak sonucunda Türk solunun bünyesinde; Kemalizm’den esinlenilmiş olan devletçi-ulusalcı-jakoben bakışın ve Alevi kültüründen alınan Sünni düşmanlığının izleri belirgin bir şekilde hissedilmektedir. CHP ve İşçi Partisi bunun en tipik iki örneğidir: Din konusunda katı laikçi tutumları ile Sünni Müslümanların düşmanıdırlar ama Aleviliğe ise sempati besleyerek ikiyüzlü tutum sergilerler. Özgürlükler yerine askeri vesayet ve darbelerden yanadırlar. Halkların kardeşliği yerine Türkçü ve ezen ulus milliyetçilinde ısrar ederek Kürtlerin ulusal hakları önünde ki en büyük engeldirler. Halkçıyız derler oysaki Halkın iktidarı yerine jakoben, statükocu ve darbeci tavırları ile Kemalist egemenlerden ve onların iktidarından yanadırlar. Yüzleri kızarmadan meydanlarda orduyu darbeye çağırırlar. Aş, emek, alın teri ve insanca paylaşım gibi söylemleri havada kalan ve pratiğe yansımayan sloganlarıdır. Bu nedenle varoşların, yoksulun, köylünün ve emekçinin değil, mutlu azınlık konumundaki sermaye sahibi beyaz Türklerin en gözde partisidirler…..

İşte bazı Kürt siyasal hareketlerinin içinden çıktığı ve ilham aldığı Türk solunun sol adına ortaya koydukları garabetler silsilesi budur. Gerçek sosyalizmi bu garabetlerden tenzih ederiz. Bundan dolayıdır ki; Kürt hareketine yön veren bazı siyasal oluşumlar, 30-40 yıl birlikte hareket ettikleri ve sonrada ayrıldıkları Türk solunun yukarıda anlattığım bazı hastalıklarını hala taşımaktadırlar. Bu hastalıkların varlığı şiddetle ihtiyaç duyulan Kürt ulusal birlikteliğine zarar vermektedir.

Bugün Kürt solu ve Türk solu farklı kulvarlarda ve hatta düşmanca ilişkiler içinde olsalar da bazı uygulama ve yaklaşımlarında benzer tavırlar sergilemektedirler. Kürt solunun; Türk solundan miras olarak aldığı ve Kürtlerin ulusal birlikteliğine zarar veren 3 temel hastalığı var:

  1. Sünni İslami inanca karşı gösterilen katı laikçi düşmanca tavır ve tahammülsüzlük; buna karşın Alevilik ve Yezidilik gibi dinlere gösterilen ilgi ve sempati

 

  1. Tepeden inmeci, jakoben yaklaşım:

  1. Feodal ve gerici niteleme ile halkın değer yargılarını ve tercihlerini dikkate almama, hatta hakir görme

  2. Kendi ideolojik çizgisinde olmayan veya ideolojik ve metotsal mücadele farklılığı olan diğer yurtsever gruplara İhanetçi ve İşbirlikçi olarak yapılan nitelendirmeler

  3. Kendi teşkilatları içinde dahi farklı düşüncelere gösterilen tahammülsüzlük ve bu tür düşünenlere karşı uygulanan despotik müdahaleler

 

  1. Son zamanlarda Kemalizm’e gösterilen sempati ve yakınlaşma

 

Bu maddelerin içinde Kürt sosyalistlerini halkına ve değer yargılarına en fazla yabancılaştıran hastalık; dini değerlere (Sünni İslama) karşı gösterilen katı laikçi ve düşmanca tavırlardır. Son yıllarda Kürt solu içinde Kürt ulusal birlikteliğinin kurulması amacıyla dine karşı genel bir yumuşama olsa da eski alışkanlıkları zaman zaman nüksetmektedir. Bu makalede özellikle, dine sırtını dönen Kürtlerin bu tavırları ile dindar Kürtleri nasıl küstürdüklerini ve Kürt ulusal birlikteliğini nasıl da zora soktukları ele alınacaktır.

Bu önemli ve ana maddeyi sona bırakarak Kürt solunun yukarıda bahsedilen diğer bir hastalığı olan “Kemalizm’e gösterilen sempati ve yakınlaşma” konusundan bahsederek devam edelim.

Kemalizm’e Olan Hayranlık Ve Yakınlaşma

CHP deki kadar olmasa da; Kürt solunda, M. Kemal’e olan hayranlık ve Kemalist cumhuriyeti ulusalcı solun ağzıyla “ilerici milli demokratik devrim” olarak nitelendirilmelere son zamanlarda sıkça rastlanır oldu. Bu söylemleri Kürt ulusal hareketlerine empoze edenler Alevi kökenli Kürtler ve daha önceleri Kürt siyasi hareketleri ile dirsek teması yapmış, sonrada derin devlet yapılanmaları ile Kürtlere ihanet etmiş olan Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek gibi Ulusalcı Türk solunun üyeleridir. Sayıca azınlıkta olmalarına rağmen özelliklede Kürt solunda ciddi etkileri olan Alevi kökenli Kürtler, Alevi nüfusun geneline hâkim olan Kemalist eğilimlerini Kürt soluna da taşımışlardır. Alevi Kürtlerin, Kemalistlere olan sempatilerinin temeli, Kemalizmin Sünni-Osmanlı geleneğine olan karşıtlığında yatmaktadır. Dersim ve Koçgiri gibi Kemalistlerce gerçekleştirilen katliamlar maalesef bu sempatiyi kırmaya yetmemektedir. Son yapılan genel seçimlerde Dersim bölgesinde Kemalist CHP’ nin ezici zaferi bunun delilidir.

Oysaki gerçek; Kürtlerin Kemalizm’e hayranlık ve sempati duymalarını gerektirecek hiçbir argümanı barındırmamaktadır. Kürtlerin tüm ulusal haklarını ellerinden alarak onları son yüzyılda maruz kaldıkları katliam, sürgün ve acılarla dolu asimilasyon sürecine tabi tutan bir ideolojiye ve o ideolojinin kurucusuna sempati beslemek ve onu kutsamak kabul edilebilir bir durum değildir. Bugün Türk kökenlilerin birçoğunun bile özümseyemedikleri Kemalizm’i, Kürt ulusal hareketlerine model olarak tavsiye etmek tutarlı ve haklı bir yaklaşım değildir. Kürt tarihi, bizleri başkalarına muhtaç bırakmayacak kadar çok değerli idol şahsiyetlerle zaten dopdoludur. Birçok Türk aydının bile demode bulduğu ve çağa ayak uyduramadığını düşündüğü Kemalist ideolojiyi, bazı Kürt aydınlarının müthiş bir heyecanla yeniden keşfetmeleri ve ondan medet beklemeleri akıl alır gibi değil. Kemalist ideolojiyi ve M. Kemal’in gerçek ve objektif mahiyetini tanımak isteyenlere Fikret Başkaya’nın yazdığı “Paradigmanın İflası” adlı eseri okumalarını tavsiye ederim. Halkımızın tarihi hafızasında olumsuz izler bırakmış kimseleri hiç kimse halka dikte etmeye ve onları sempatik göstermeye kalkmamalıdır. Kürtlere tarihlerinin en büyük acılarını yaşatan ve uyguladığı asimilasyonlarla onları yok etme sınırına getiren Kemalizm’in ta kendisidir. Bu durum güneşin doğudan doğup batıda batması gerçeği kadar kat’i dir. Bu kadar aşikâr bir gerçeğin, tersyüz edilerek Kürtlere masumlaştırılarak sunulma gayreti anlaşılır bir durum değildir.

Son yıllarda Kemalizm’e ilgi duyan ve onu Kürtlere süsleyip soslayarak yedirmeye çalışanların iddiaları özetle şudur: “Mustafa Kemal aslında Kürtlere Muhtariyet (Özerklik) vermek istiyordu. Bu konuda bazı demeç ve pratik adımları da olmuştur. Fakat amacını gerçekleştiremedi, çünkü etrafını saran milliyetçi ve eski ittihatçı çevre Kürtlere bu hakkın verilmesini engelledi. Bu nedenle Kürt halkının gasp edilen hak ve özgürlüklerinin sorumlusu M. Kemal değildir.” Maalesef bu iddianın sahipleri tarihi bilerek yada bilmeyerek yanlış okumakta ve hakikatleri tersyüz etmektedirler.

Konuyu çok fazla uzatmadan bu iddialara verilecek iki temel yanıtımız var:

  1. Çevresindeki onca farklı düşüncedeki asker ve siyaset adamına rağmen; kafasındaki hiç kimsenin cesaret edemediği tüm radikal devrimleri gerçekleştiren bir liderin, yani “Tek Adam”ın böyle önemli bir konuda etrafındaki silik kimselerden çekindiğini ve onların tesirinde kaldığını söylemek mantıklı görünmemektedir. Kaldı ki hiçbir yakın tarih kitabında ve o dönemin hatıratlarında M. Kemalin yakın etrafı ile Kürtlere ulusal haklarını vermek için görüştüğü, tartıştığı yada böyle bir niyetinin olduğuna dair herhangi bir anektod bulunmamaktadır. M. Kemal dönemi yakın tarihini inceleyenler iyi bilirler ki; Yeni cumhuriyetin tek söz sahibi M. Kemal’ dir ve o Kürtlere böyle bir hakkın verilmesini isteseydi bu haklar mutlaka verilirdi.

  2. M. Kemal’in Kürt halkı için, milli varlıklarının tanınması ve Özerklik statüsü gibi düşünceleri zaman zaman olmuştur. Erzurum ve Sivas kongresindeki tavırlar, İstanbul hükümeti ve Kemalistler arasındaki Amasya Protokolündeki vaatler(Ekim 1919), M. Kemalin 1. Meclisteki konuşması(Mayıs 1920) ve İzmit’te gazetecilere olan demeçi(Ocak 1923), TBMM gizli celsesinde Kürtlere özerklik statüsü kabulü(Şubat 1922), Lozan görüşmelerinde Kürtlere ulusal hak vaadi, Diyarbakır’da yapılan Türk-Kürt Kongresi(Ağustos 1924)… Kürtlere varlıklarının tanınacağına yönelik yapılan söylem ve adımlardan bazılarıdır.

Fakat bu tür söylem ve adımların atıldığı dönemler iyi irdelendiğinde; vaatlerdeki esas amacın; Kürtlere hak vermek olmadığı; bilakis Kurtuluş Savaşı, Koçgiri ve Şeyh Said Ayaklanmaları, Lozan ve Musul meselesi gibi zor ve sıkıntılı dönemlerde Kemalistlerce Kürtleri yanlarında tutma amaçlı samimi olmayan oyalama taktikleri olduğu görülecektir. Zaten Kemalistleri zora sokan tüm engeller atlatılıp Kürtlere ihtiyaç kalmadığında bu oyalama taktikleri de bitmiş ve Kürtler ret, inkâr ve asimilasyon sürecine tabi tutulmuştur.

Her ne gerekçeyle olursa olsun; büyük çoğunluğu dindar olan Kürtlerin hem dinlerini hem de milliyetlerini yasaklamış bir ideolojiye sempati duymaları beklenemez, beklenmemelidir de… Bu söylemin, Kürtlerin ulusal birlikteliğine katkı sağlamayacağı ortadadır ve bu nedenle de mutlaka terk edilmelidir.

Bu makalenin amacı üstünlük kurmak amacıyla bazı kişileri veya grupları acımasızca eleştirip rencide ederek binyıllardır gerçekleşemeyen Kürtlerin birlikteliğine zarar vermek ve farklı ideolojilerdeki Kürtler arasındaki ihtilafları daha da arttırmak değildir. Bilakis bir kısım Kürt hareketlerinin diğer bazı Kürtleri rencide eden incitici tavır ve yanlışlarını göstererek bu tür yanlışların devam edilmemesini sağlamak amacıyla ulusal birlikteliğimizin heba edilmesinin önüne geçmektir. Bu nedenle yazının temel amacı Kürtlerin birlikteliğini sağlayacak ortak söylemlerin gelişmesini sağlamaktır. Eleştiri kültürüne tahammülün zayıf olduğu Kürt siyasal hareketlerinin olumlu ve samimi eleştirilere kapılarını ve vicdanlarını aralamasının da artık zamanı gelmiştir. Çünkü zaman, yurtsever duygularla ulusal birlikteliği tesis etme zamanıdır ve bu birlikteliğin önündeki tüm engeller tartışılmalı, sarsılmalı ve ortadan kaldırılmalıdır.

Haftaya, Kürt solunun Kürtlerin ulusal birlikteline zarar veren diğer iki hastalığını; özelliklede Sünni İslami inanca karşı gösterdiği olumsuz tavırları anlatacağım….

Şimdilik kalın sağlıcakla….

ufkumuz.com

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.