1. YAZARLAR

  2. Sedat Doğan

  3. Kürd Meselsinin Mağdurlarından Bir Çözüm Paketi
Sedat Doğan

Sedat Doğan

Hekib - Heybe
Yazarın Tüm Yazıları >

Kürd Meselsinin Mağdurlarından Bir Çözüm Paketi

A+A-

(Bu meselede mağdur ve mazlum olmuş müslüman bir kürdün çözüm önerileri)


     Başbakana açık mektup

     Sayın Başbakanımız ve hükümetin dikkatine,

     Bu ülkede ortalama yüzyıldır başa gelen her iktidar ve hükümetin adını bir türlü doğru koyamadığı veya doğru koymanın işine gelmediği malum Kürt sorununa dair mutlaka bir paketi olmuştur. Hali hazırda bu paketlerin başarısı ortadadır.

     Anlaşılan Ak Parti iktidarlarının da bu konuda kendine özgü bazı çalışmaları olmuştur.

     Kendine göre bazı adımlar atmıştır. Bu adımlar belki kısmi bazı iyileşmeler sağlamıştır. Ancak kalıcı bir barışın gelişimini sağlamadığına göre başarıları ortadadır. Ama birileri süreç devam ediyor, diyor.  Nitekim son bir paketin daha yolda olduğu söyleniyor…Umarız ki bu süreç, kalıcı bir barış getirir.

     Ne acıdır ki yüzyıldır sürüp gelen ve son 30 yılı çok kanlı bir şekilde geçen ağır bir meselenin barışla sonuçlanması için taraflar, dürüst bir barışın gelmesi için değil, sürekli çıkarlarına denk düşen önerilere odaklandıkları için bir mesafe kat edilmiyor… Biz ise hiç kimsenin çıkarına alet olmadan, mazlum ve mağdur edilmiş halk için, samimi bir barışın gelmesi için, yaşadığımız tecrübeleri dile getireceğiz. Eğer arzuladığımız barışın gelmesine katkı sunabilirsek ne mutlu bize..

     Bu izahattan sonra konuya gireceğiz. Lafı öyle eveleyip gevelemeyeceğiz. Herkesin malumu olan kuru tekrarlara girmeyeceğiz. Uzun, içi boş, bilgiçlik taslayıcı tahliller de yapmayacağız. Konuya dair bildiklerimizi kısa ve öz cümlelerle anlatmaya çalışacağız. Biz, gerçekten de çözüme odaklanmış kimseleri sırf yollarından etmek için karalayıp onlar için yol üstündeki kapan olmaya çalışmayacağız.

     Bazı şeyleri peşinen söylemek durumundayız. Biz sadece Kürt bir Müslümanız. Allah korkusu taşırız. Bu meselenin doğurduğu travmaların pek çok boyutunu bizatihi yaşayan, bunun mağduru bir ferd olarak içerden gelen bir tecrübe ile çözüm önerilerimizi oluşturmuşuz.

     Yaptığımız tek şey sadece bu önerilerimizi dile getirmek. Biz, hiç kimsenin arka bahçesi falan değiliz. Kimseye bir önderlik veya rehberlik iddiamız da yok. Biz halkın iradesiyiz, halk böyle düşünüyor veya halk adına bunları dillendiriyoruz diye, kerameti kendinden menkul bir usul ile kendi kendimizi vazifelendiren bir aymazlık içinde de değiliz…

     Yalnız bütün bunları söylerken herkesi yalın bir dürüstlük ve samimiyete davet ediyoruz. Buyurun, bütün stratejik araştırma, rapor, istihbari bilgi, akil adamların, saha adamlarınızın bu konuyla alakalı olarak bunca yıldır derledikleri bilgileri bir araya getirin. Samimi bir çözüm için dile getirdiğimiz hakikatlerle karşılaştırın, eğer söylediklerimiz boşa çıkarsa ülke ve dünya kamuoyu önünde herkesten özür dilmeye şimdiden hazırız.

     Amacımız uçuk, hayalî, anlaşılmamaya kurgulu uzun tiradlı tahlillerle konuyu sulandırıp içinden çıkılamaz hale getirmek, böylece çaktırmadan çözümsüzlüğe hizmet etmek değildir. Biz gerçekten de çözüme katkıda bulunmak istiyoruz. Çünkü bu meselede en çok bizim canımız yanmıştır. Yerimiz yurdumuz başımıza yıkılmıştır. Bizi biz yapan pek çok cevher ve değerimizi kaybetmişiz. Dün kendi toprağımızda, köyümüzde varlıklı, saygın kişiler iken bugün Nan ekmeğe muhtaç bir dilenci konumuna düşürülmüşüz.

     Ayrıca kim olursa olsun insanların öldürülmesi, hele haksız yere öldürülmesi bizi çok üzüyor. Çünkü biz, haksız yere bir insan öldürenin, öldürülmesine katkıda bulunanların, bütün insanlığı öldürmüş gibi vebal aldığını, insanları ve toplumu kandıranların Allah katında çok zor bir duruma düşeceğini belirten bir öğretinin, bir adı selam yani barış olan bir dinin müntesibiyiz. Allah katında yalancı olmaktan ve insanları kandıranlardan olmaktan korkarız. Zira bizim Kürtçe’de bir söz vardır: “Derevçî dijminê Xwedê ye”(Yalancı, Allah’ın düşmanıdır).

     Bu nedenle biz bu meselede sadece birilerinin işine gelen, ona yaranmaya çalışan çeyrek, yarım doğrular değil, bu meseleyle alakalı herkesi akıl ve vicdanını sorgulamaya iten, olması gereken bütünlüklü doğruları ortaya koymaya çalışacağız.

     İşe bu meseleyi doğru bir tanımlamadan başlayacağız. Çünkü tanımı doğru yapılmayan bir meselenin doğru bir çözümünün olabileceğine inanmıyoruz. Onun için bu meseleye, kim sırf bazı arızi çıkarları için hakikatten uzak, gerçeği örten hangi isim ve sıfatı takıyorsa taksın, bu meselenin asıl ve gerçek adı Kürd ve Kürdistan’ın inkârı ve yıkımı meselesidir, diyoruz.

     Bu mesele öyle hafife alınacak bir mesele değildir. Ortadoğu’da üç dört devleti ve ortalama 200 milyon insanı çok yakından ilgilendirecek derecede hayati ağırlığı olan bir meseledir. Ve çözümsüzlüğü, herkesin yaşamını riske eden bir potansiyele sahiptir. Biz ne yaparsak yapalım, bize bir şey olmaz. “Bizim güçlü bir ordumuz, silah ve teçhizatlarımız var.” şeklinde boş hayallere kapılanlar, kapı komşumuz Suriye’de yaşananları göremiyorlar galiba.

     Bu meselenin çözümsüzlüğü bu havzada yaşayan herkesin ölümünü içinde barındıran bir tehlike taşıyor. Bu denli ciddi bir meselenin sorumluluk ve vebalini üstlendikleri halde dürüstlükten uzak, gerçeklikten kopuk, içten pazarlıklı, çocuk avutucu masallarla, âmiyane bir tabirle ayak oyunlarıyla sadece kafa ütüleyerek zevahiri kurtarmaya çalışıp meseleyi geçiştireceklerini sananlar, galiba ne yaptıklarını bilemeyecek kadar yön ve istikametlerini şaşırmış durumdalar.

     Bu ülkede meseleden dolayı bir sıkıntı çekip yara almış 15-20 milyonluk bir nüfus, azımsanacak bir nüfus değildir. Koltukları işgal sebeplerinin aslı sorun çözmek iken, insanlarla dalga geçecek kadar kendilerini kaybedenler, halkın nezdinde düzgün bir yönetici profili göstermezler.

     Bu bağlamda Ana dil talebinde bulunan 15-20 milyonluk nüfusa, gidin dilinizi Irak Kürdistanı’nda öğrenin, şeklindeki bir beyan bunlardan bir tanesidir. Vicdanı kirlenmemiş bir Müslüman veya başka bir inanca mensup ehli insaf bir piri fani, bulundukları makamlarda oturuş sebeplerini unutacak kadar istikamet ve yönlerini şaşırtan oyunbazlara, Allah rızası için şunları hatırlatsın: Onlara desin ki, daha düne kadar kuyruğunun ebadını ve mağara numarasını tartıştığınız, Alavere dalavere Kürt Memet nöbete şeklindeki Kürt nüfusu çoktan rahmetlik oldu gitti.

     Onun yerine sizin okullarınızda verdiğiniz eğtimle yetişmiş, en az sizin kadar eğitimli, hem sizin hem kendisinin hak ve hukukunu çok iyi bilen, şöyle ya da böyle para kazanmasını öğrenmiş orta sınıf, şehirli, dar ideolojik takıntılara değil, bir milleti millet yapan bütün kadim değerlerine bağlı çok ciddi bir Kürt nüfusla karşı karşıyasınız.

     Bu nüfus artık kan ve gözyaşı istemiyor. Hiç kimsenin kendileri adına kendilerinin onayı olmadan kan akıtmasını istemiyor. Kendi onayı olmadan hiçbir gücün, hiç kimsenin kendilerini bir sürü gibi yönetmesini istemiyor... Kendi topraklarında dar ideolojik bir kalıpla herkesi ötekileştirenler, kendi kanlarından bile olsalar, Allah için bile bunu yapsalar, bunu artık kabul etmiyor. Bu nüfusu kafanızdaki ulufelerle kandırmaya çalışıp ikna etmeniz artık mümkün değil. İyisi mi dürüst bir yaklaşımla bütün haklarını ortaya koyarak onları anlamaya çalışın.

     Siz bu meselenin olmazsa olmazları arasına şunları koymazsanız, hiç bir şeyi çözemeyeceğiniz gibi mevcudu da bozarsınız:

     1- Kürtler için bir yaşam boyu Kürtçe anadil eğitimi ve bunun alt yapı ve üst yapısını kurmak zorundasınız. Kürd yaşlıları ile torunları arasında, Allah’ın bir hediyesi olan anadilleriyle bağ kurarak anlaşıp dertleşmenin tek kapısını, iletişim kanalını tıkamaktan artık vaz geçin. Allah bunun hesabını sizden sorar. Zira Anadil ile yaşam, beşikten mezara kadar birey ve toplumların hayatla olan bağlarının ana damarıdır. Anadiline ket vurulanların hayatla olan bağları koparılmış demektir. Siz, size karşı savaşmış, ülkenizi işgale gelmiş, bu işgalde, düşmanlarınızla işbirliği yapmış, “gavur”diye tanımladığınız herkese azınlık hakları adı altında beşikten mezara kadar anadil eğitim ve öğrenim hakkını, gıkınız çıkmadan seve seve veriyorsunuz. Ama, bahsi geçen düşmanlarınıza karşı, sizinle omuz omuza cepheden cepheye koşarak cihad eden, “din kardeşleriniz” olan Kürtler’den bu hakkı sonuna kadar esirgeyip, Allah’ın vermiş olduğu bir hakkı pazarlık konusu ediyorsunuz. Kusura bakmayın ama bu tuhaf düşmanlık ve kardeşlik için adama gülerler.

     Anadil eğitim ve öğrenimi isteyen Kürtler’e adres olarak Irak Kürdistanı’nı gösterenler unutmasınlar ki Türkiye Kürdistanı hem nüfus hem toprak bakımından mezkur yerden çok daha büyüktür. Şayet çözüme dair bir sorumluluk hisleri varsa bu konudaki beyan ve tavırlarına çok dikkat etsinler.

     2-Kürd kimliğine ve Kürdistan’ın hükmi şahsiyetine saygının gereklerini inşa edin.Çünkü Kürd ve Kürdisan kavramları, öyle sandığınız gibi kendini bilmez üç-beş kişiyi değil, 50 milyon insanı çok yakından ilglendirir. Ki bu insanlar halıhazırda, Irak Kürdistanı harıç, Ortadoğu’da kendilerine özgü bir statü, yönetim ve devlet aygıtı, temel insani haklarından bile mahrum bırakılmış durumdalar. Türkiye’deki Kürd ile komşu ülkelerde mahsur kalmış kardeşleri arasındaki mayınları ve ölümcül sınır taşlarını, karakol ve kalekolları bir an önce yıkın. Kürde ait olan her şeyi bu topraklardan kazıyıp, Türk milliyetçiliğini çağrıştıran her türlü sembolü Kürdün yatak odasına kadar ya zorbalıkla ya da çeşitli hilelerle sokma alışkanlığınızdan vazgeçin. Bir yandan barış ve kardeşlikten söz edip öbür yandan Kürt çocuklarını hala yalan bir yemin üzerinden Türk varlığına kurban eden arızalı ruh halinden vazgeçin. Kürd vatandaşa bu topraklarda yaşayan herkes kadar kendisini kendi öz kimliği olan Kürt kimliğiyle tanımlayan birinci sınıf vatandaş duygusu yaşatın. Özetle Kürde dair ve Kürdler arasında oluşturduğunuz bütün bariyerleri kaldırın. Unutmayalım ki bu havzada gerçek bir barış, büyüme, kalkınma, şahlanma Anadolu ve Kürdistan’ın birbirlerini yutarak değil birbirlerine karşılıklı saygı duyarak, birlerine omuz verip yardımlaşarak gerçekleşir. Bu hiç kimseyi küçültmez tam tersine büyütür. Bunu böyle bilmemizde fayda vardır.

     3- Büyük ama çok büyük bir hayal kurmak istiyoruz. Herkesi olduğu gibi kabul etmiş, hukukunun çerçevesini en güzel şekilde oluşturmuş yeni bir Anayasa ile Anadolu ve Kürdistan’ın kardeşliğini bir arada büyüterek onun üzerinden kalıcı bir barış zeminini yakalayabiliriz… Gerçekten de bu topraklar için iyi bir gelecek tasavvuru olanlar Ortadoğu gibi çalkantılı bir mekanı göz önünde bulundurduklarında bunun bir hayalden çok ne kadar hayati bir gereklilik olduğunu görebilirler.

     4- Köye dönüşlerin önü açılmalı. Köyler arzulanan bir yaşam için cazip hale getirilmeli. Göç mağdurlarının kayıpları, devletin çıkarlarına göre değil akıl ve vicdan ölçüsü ile telafi edilmeli. Büyük bir istihdam ve kalkınma seferberliği ile Kürt coğrafyası ve bu sorundan dolayı göçmek zorunda kalarak yoksullaşmış çok geniş bir kitle ekonomik ve sosyal açıdan rehabilite edilmeli.

     Konumuzla bire bir alakalı şu örneği ibretle incelememiz yeter:1993’te boşaltılan köyümüzle ilgili, rahmetli babamın açmış olduğu bir köy tazminat davamız vardı. Yaklaşık on yıl süren davamızda takriben 150 m2 betonarme bir ev, 200 m2 ahır ve samanlık, 4 dönüm bağ,150 m2 susuz tarlanın bedeli olarak devlet biz sekiz kardeş ve anamıza kayıplarımızın telafisi için avukat masrafı dahil 14.600 tl tazminat ödemeyi uygun gördü. Devlet, yıkılmasına yol açtığı kayıplarımı olduğu gibi inşa etsin. Tek kuruş istemiyorum, dedim. Avukat arkadaş, “Devlet böyle bir şeyi asla yapmaz ve bu para boşa gider, AİHM de itirazlara bakmıyor artık. Alsan iyi edersin.” dediği için kabul ettik. Ki, biz bu göçü yaşamadan önce o günkü rakamlarla 500.000 tl’yi geçkin bir sermayemiz vardı. Hepsi uçup gitti. Şu anda çocuklarımıza bakamaz bir halde, iş bulabilirsek üç ay bir yerde, beş ay bir yerde çalışarak rotası bozuk bir hayat serüveni ile daha kötü duruma düşmemek için mücadele veriyoruz. Devletin sorun çözmek için uygun gördüğü bu parayla ne yapılabilinir?

     Bunu, sorun çözüyoruz diye, kafa ütüleyenlere sormak lazım. Eğer çözümünüz bu ise yerin dibine batsın, diyorum. Bu güne kadar kısa süreli bir yeşil kart dışında devletten durumumuzu iyileştirici hiç bir destek alamadık. Onca yıldır çektiğimiz çile ve sefalet de bu çözümün kdv’si oldu galiba. (Beyanımıza inanmayanlar buyursunlar, konuyu Mardin ili Mazıdağı ilçesi kaymakamlığından öğrenebilirler: Terör tazminatları- Arısu köyü dosyası)

     Bu bağlamda ovayı, köyü... iyi rehabilite edip dağdan cazip hale getirmezseniz, dağa gidişe yol açan sosyo-kültürel ve psikolojik zemini doğru donelerle rehabilite etmezseniz, dağa çıkışları önleyemezseniz. Dağ yoluna istediğiniz kadar silah yığın, bütün hapishaneleri tıka basa doldurun, dağa çıkış koşulları çeşitli yön ve veçheleriyle mevcut durumunu koruduğu müddetçe siz bu konuda bir adım ileri gidemezsiniz.

     5- Bu coğrafyada koruculuk, Kürt toplumunda sadece kardeşi kadeşe kırdıran, nesiller boyu bir fitne tohumu ekmeye yarayan bir sistemdir. Örneğin sadece Mardin Bilge Köyü korucu katliamında çoğu kadın ve çocuk 44 insan öldürülmüştü. Bu sistem ülke genelinde, devlet adına ve devleti kirli işlere alet etmekten, toplumsal barışı ve birlikte yaşama kültürünü zehirlemekten başka bir işlev görmüyor. Onun için bu çürümüş, köhne sistem külliyen kaldırılmalı.

     6-Çözümün ve barışın konuşulduğu, PKK’nin silahlı unsurlarını şöyle ya da böyle sınır dışına çekmeye çalıştığı bir süreçte alel acele kalekolların yapımına hız vermek, yeni korucu kadrolarını tahsis etmek çözüme hizmet etmediği gibi en saf insanların bile kafasında soru işaretleri oluşturur. Bütün ülkenin güvenliği için elbette gerekli yatırımlar yapılacak. Buna kimsenin itirazının olmaması gerekir. Ama bu kalekolların hep Kürt illerinde ve Kürtleri birbirlerinden ayıran noktalarda yapılması ister istemez herkesi olumsuz düşündürür. Mesela neden sadece Kürtlerin yaşadığı sınırlarda çok ciddi ölümlere yol açan mayınlar döşenmiştir. Bunların iyiye yorumlanacak bir izahı var mı acaba?

     7- Kürt coğrafyası ciddi bir rehabilitasyona tabi tutulmalı. Tarihi miras, çevre, orman, bitki örtüsü, sosyal doku ve istihdam yeni bir anlayışla ele alınmalı. Bölgenin turizm ve diğer bütün kaynakları bir an evvel kalkınma ve refahın hizmetine sunulmalı. Toplum pasif tüketicilikten aktif bir üreticiliğe yönlendirilmeli. Kürtler batı illerinde çok kötü koşullarda, tarım ve diğer alt yapı işlerinin ucuz iş deposu olmaktan kurtarılmalı. Kendi topraklarındaki kaynaklarda çalışıp hayatını idame ettirme imkanına kavuşturulmalı…

     8-Devlet, yakın tarihte ve günümüzde Kürtlere yönelik yaptığı bütün katliamlar için Kürtlerden özür dilemeli. Önemli Kürt şahsiyetleri için iadeyi itibar yapmalı. Dersim, Ağrı, Lice, Sason, Zilan, 33 Kurşun olayı….Roboski...Şeyh Said, Seyid Rıza…. ve son otuz yıldır, şu veya bu şekilde farklı mekan ve zamanlarda yaşamlarını yitiren Kürt çocukları bu özrü bekliyor. Eğer devlet bir görevlisini öldürmüş Kürtlere baği, şaki, asi veya terörist diyerek işin içinden çıkıyorsa o zaman devlet yaptığı, yukarıda isimlerini sıraladığımız ve neticesinde sayıları milyonları bulmuş Kürt katliamları için hem Kürtlere hem de dünya kamuoyuna, uluslararası hukukta makul bir geçerliliği olan bir mazeret veya tanım bulmak zorundadır.Yoksa bu işin içinden çıkamayız.

     Bu topraklarda yaşanan acılara eşit bir saygı göstermek zorundasınız. Bir polis ve asker anasının acısı ile bu meselede çocuğunu şu yada bu şekilde kaybetmiş bir Kürt anasının acısı aynı değerde saygındır. Bu konudaki kayıplar için etkin bir hakikat komisyonu kurulup tarafları adil bir yüzleşmeye götürmeli. Hakikat ortaya çıktıktan sonra karşılıklı olarak birbirimizden özür dileyip bağışlamanın yollarını açmalıyız. Yanılmıyorsam Abdullah Öcalan mahkemede polis ve asker analarından özür dilemişti. Toplum vicdanını rahatlatmalıyız... Bunun için gerekli hukuki işlem ve rehabilite işlerini ilgili kurumlar düzenler.

     9-Taraflar sorunların çözümü için karşılıklı olarak silah ve şiddeti bir seçenek olarak bir daha kullanmayacaklarını taahhüt etmeliler. Devlet bu meseleden dolayı silaha başvurmuş veya siyasi faaliyetlerinden dolayı suçlu konumuna düşürülmüş insanları serbest bırakmalı. Siyaset ve düşünce özgürlüğü önündeki blokajların tümü kaldırılmalı. Seçim ve siyasi partiler yasası, toplumun önünü açıcı bir hale getirilmeli.

     10-Dindarlık iddiası olan devlet, eğer gerçekten de düzgün bir dindarlıktan yana ise; din, din kardeşliği, iyi Müslüman…. gibi daha pek çok dini kavramı, kendi ikbali için bir araç olarak değil, bütün toplumun, yani Kürt, Türk, Arap… herkesin selameti için, dinin ruhuna uygun bir dürüstlükle hayata katmalı. Çünkü, bu coğrafyada Türkler ve onları temsilen devlet ne kadar Müslüman ise İslam dinine mensup Kürtler ve diğer kavimler de en az o kadar Müslümandırlar.

     Devlet veya hükümet yetkilileri ikide bir Kürtleri, yok Zerdüşt olmaya çalışıyorlar, yok şunun bunun peşinden gitmek istiyorlar şeklindeki tahkir edici ötekileştirmelerden vazgeçsin.

     Allah’ın dininde Kürt Kürtçe, Türk Türkçe, Arap da Arapça ile yaratılmış her millet kendi anadilleriyle Rablerini anıp ibadetlerini yapma hakkına sahiptir. Farklı dil ve kültürlere sahip kavimler meşru farklılıklarını koruyarak Allah’ı birleyip aynı peygamber ve kitaba inanarak kardeş olurlar, birbirlerini asimile veya yok ederek değil. Türkleri hep şehid, Kürtleri ve diğer Müslümanları ise sapkın, azılı bir terörist algısı üzerinden kurgulanan bir dini söylemin hiç kimseye bir yararı dokunmaz.Tam tersine hem dine hem de kardeşlik kavramına olan güveni sıfıra indirger. Bu kafada inat edenler en büyük kötülüğü bu iki kavrama yapmış olurlar. Ve dini, kötü bir emel için kullanmaya kalkışanlar bunun hesabını bizzat din gününün sahibi olan Allah’a vereceklerini unutmasınlar.

     Sayın Başbakanımız,

     Yukarıda da vurgulamıştık. Siz bu meselede atılması gereken doğru adımları yerinde ve zamanında atmazsanız, en büyük korkunuz olan üllkenizin bölünmesini kendi ellerinizle gerçekleştirmiş olursunuz…

     Son sözler niyetine; hamdolsun ki bizler Müsülümanız. Allah’a, hesap gününe ve ölümün varlığına inanıyoruz. Siz de biliyorsunuz ki, O Yüce Kudret, zulme dayalı bir devleti niçin korumadınız, niçin kurmadınız diye bize sormayacak; bu zulüm saltanatını niçin sahiplendiniz, ürettiği zulümlere niçin ortak oldunuz; mazlumların ve mağdurların haklarını niçin gaspettiniz?... diye bizi hesaba çekecek.

     Biliyorum, son dönemlerde biraz gerginsiniz. Ancak bizi doğru anlamanızı istiyoruz. Öneri ve uyarılarımız bir tehdit falan değil sadece bir uyarı ve bir tekliften ibarettir… Bu çerçevede mevcut duruma bakılırsa, bu meselenin bilinmeyen bir yönü kalmamıştır aslında… Bütün mesele samimiyet ve dürüstlüktür. Arzumuz, çözümsüz bırakılan bir meselede en ağır kaybı dürüst olmayanların yaşamasıdır. En büyük isteğimiz ise, hiç kimsenin zarar görmediği büyük bir barışın inşasıdır. O büyük barışı onurlu bir şekilde hep birlikte yakalamak dileğiyle.

19.09.2003/Diyarbakır

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum