1. YAZARLAR

  2. Ali Bulaç

  3. Kur’an’ın ve tabiatın muhkemleri
Ali Bulaç

Ali Bulaç

Yazarın Tüm Yazıları >

Kur’an’ın ve tabiatın muhkemleri

A+A-

dunyabulteni


İslam düşüncesinin teşekkülünde rol oynayan üç önemli kaynaktan söz edilebilir: Vahy, varlık (tabiat) ve akıl. Düşünce düşünme faaliyetinin eseri olduğundan söz konusu olan düşünce de insana özgüdür. Fonksiyonu itibariyle vahy bize yol gösterir, kaynağı itibariyle ortalığı aydınlatır. Kuran’da yol göstericilik “hidayet”, aydınlatma “nur” ile ifade edilir. Vahy hak ve hakikattir, hakikatten neş’et etmiştir ama hakikatin ne olduğunu bize apaçık söylemez. Hakikate giden yolları işaret eder. İnsanın hakikatle olan ilişkisinin en girift boyutu bu noktada belirginleşir: Hem elinde hakikate işaret eden kaynak, rehber vardır hem ne olduğunu açıkça belli etmez, bunu arayanın cehd ve mücahedesine bırakmış bulunmaktadır.

Müslümanların mutlakiyetçilikleri, taassup ve kesin inançlılıkları, hakikat ile hakikate işaret eden şeyleri birbirine karıştırmaları sonucu ortaya çıkar. Zannediyoruz ki, trafik işaretleri menzilin kendisidir, oysa her işaret menzile giden yolda güvenli ilerlememizi sağlar.İşaret menzilin kendisi değildir. Bir yol haritasını eline aldığınızda menzile ulaşmış olmazsınız, sadece size ilme’l yakin mahiyetinde bilgi sağlar, yola koyulursanız gözlemlediğiniz her şey ayne’l yakin hükmünde yardım eder. Menzile varıp da havasına, iklimine fiilen iştirak ettiğinizde, işte o zaman ilme’l yakine sahip olabilirsiniz. Müslümanlar ellerindeki yol haritasıyla birbirilerini tevhid dairesinin dışına atıyorlar, ayne’l yakin ve ilme’l yakini temellük ediyorlar ki, eğer niyetleri siyasi ve askeri bir başarı elde etmek değilse, farkında olmadan fundamentalizme sapıyorlar.

Hıristiyan alemine ait fundamentalizm 19. yüzyılda Batılı zihnini darmadağın eden pozitivizme dini metinlerden ikame bulma çabası sonucunda teşekkül etti. Sünnetin yardımı, varlık alemi ve tabiatteki gözlem ve deneyler ile selim aklın düşünme, analiz etme, muhekeme ve terkib etme, tümden gelim veya tümevarım yöntemlerini kullanma vd. faaliyetleri ihmal edilecek olursa, “Kur’an İslam’ı” adı altında –üstelik son derece masum ve cezbedici bir sloganla- bir İslam fundamentalizmi türetmek mümkün. Halbuki Kur’an fundamentalist kesinliğe kapalıdır. Kur’an-ı Kerim de tabiat gibi cehd ve mücaheden oranında seni hakikatle temasa geçirir; onun da birden fazla mertebesi ve katmanı söz konusudur. Bir şehrin varoşlarına gelen seyyah, şehrin tamamını ihata ettiğini iddia edemez, edemezse kendini ve ona itimat edenleri aldatmış olur. Birçoklarımızın karşılaştıkları durumdur: Yıllarca Kur’an okuruz ama bazen sanki bir ayetle ilk defa karşılaşıyor gibi olur, hayretler içinde “Allah Allah! Daha önce bu ayeti görmemiş, okumamış gibiyim!” deriz. Sanki o ayet o an inmiş gibidir.

Kuran, tabiat gibi ayetlerden oluşan bir Kitap’tır. Kuran vahyedilmiş tabiat; tabiat ise yaratılmış kitaptır. Tabiat da şifrelerle doludur; biz hangi yerden bakıyorsak ve nasıl yönlendirilmişsek o oranda kavrayabiliyoruz. Doğru bir tabiat perspektifi bizim Kur’an’ı doğru kavramamızı yardım eder. Tersi de doğrudur; Kur’an’ı doğru usulle anladığımız zaman tabiatı da doğru kavramış oluruz. Tanrı’ya ve vahye inanmayan inkarcı tabiat bilimcileri şeylere dikkatlice bakarlar ama görme başarısını gösteremezler.

Kur’an’ın varlık, insan ve hayatın anlamıyla ilgili nasıl bir perspektif kazandırdığını şu misalle anlatabiliriz: Bir ağaç düşünün! Bir şair ona baktığında şiir yazmayı düşünür, bir kereste tüccarı baktığında bundan kaç tomruk çıkar diye hesap yapar, bir botanikçi baktığında onun yapısı üzerinde düşünür, bir çiftçi veya manav baktığında ise, bundan ne kadar meyve çıkar diye tahminde bulunur. Ağaca nereden baktığınız önemlidir. Kur’an öncelikle ağacı yaratıcısına refere eder, zikri ve tesbihi olan bilinç sahibi olduğunu söyler, diğer varlıklarla birlikte teshir edildiğini bildirir.

Tabiatın hiçbir zaman fotoğrafı çekilemez; bütün fotoğraflar ya yalandır ya da eksiktir; çünkü her şey hareket halindedir ve devamlı değişmektedir. Allah yaratmaya başladığı andan beri yaratma durmadı; yaratma devam ediyor. “Ol (Kün)!” emrini verdi, yaratma başlayıp devam etti (yekun). Anın görüntüsü vardır ancak, flaş patladığı anda nesne değişmiş, başka şekle girmiştir. O sizin düğmeye bastığınız anın fotoğrafıdır; bu yüzden haddimizi bilmemiz lazım, tabiatın fotoğrafı çekilemez, tabiatın resmi yapılır. Resim yapana aittir; nihayet bir yorumdur; tabiatı nasıl görüyor ve algılıyorsak, resme onu yansıtırız. Ancak yine de tabiat bütünüyle izafi değildir, öyle de anlaşılır böyle de anlaşılır diyemeyiz. Ateş yakar, su boğar, taş serttir, nesnelerin gölgesi vardır, suyun kaldırma gücü vardır. Bunlar adetullah, sünen-i ilahidir ki bunlarda hiçbir değişiklik olmaz. İlahi sünnetler sayesinde hayatımızı sürdürebiliyoruz, her an herşey değişse tabiatta bir dakika yaşayamayız. İlahi sünnetler tabiatın muhkemleridir. İşte “muhkemler”in hüküm değerini ve maksatlarını değiştirmeye kalkışmadan Kur’an da böyledir; tefsirdir, yorumdur; okunur ve okunmak suretiyle de anlaşılır; fakat o, okuyanın anladığının hayli üstünde anlam katmanlarına sahiptir. Kuran bir deryadır, hakikat onda vardır, onda içkindir. Biri Kur’an deryasına bir bardakla gider, bir bardak suyla döner; bir başkası ise, küple gider ve küpünü doldurmuş olarak döner. Bir başkası Allah, ihlası ve cehdi sayesinde ona muvaffakiyet vermiştir, kendini çok geliştirmiştir, belki deryadan bahçesine bir kanal açar.

Peki, “Bütün hakikat ve hakikatin kendisinde içkin bulunan Kuran bir bardak sudan ibarettir” diyebilir miyiz? Elbette ki diyemeyiz. Dersek, bu söylemden dogmatik kilise öğretileri çıkar. Bu bizi zorunlu olarak teokrasi ve mutlakıyetçiliğe götürür. Protestan fundamentalisti bir ölçüde bundan türedi, pozitivizmi dinileştirdi. Nasıl ki pozitivizmde kesinlik söz konusuysa, salt lafızcı (literal) Kuran okumalarında da kesinlik vardır. Modern Selefilik, farkında olmaksızın İslam içinde arkaplanı pozitivizm olan fundemantilizm türetmektedir.

Kuran tefsirinde mutlak kesinlik yoktur. İnsanın, bilgisi, kapasitesi, takvası, birikimi, cehdi, cevaplarını aradığı soruların niteliği, zamanı, iklimi tefsire yansır. Tabiat da böyledir, sırlarla doludur; Allah tabiatı yaratmış, şifrelerle donatmıştır. Bir sır çözülüyor arkasından yeni sırlar başlıyor; sır içinde sırdır, bir perdeyi açarsınız, arkasından yeni perdeler belirir. Bundan Kur’an’ın göreceliği fikri çıkarmaya kalkışmamalı. Nasıl ki tabiat Allah’ın mahlukatı olup alametlerden müteşekkil, sonlu ise ve bir yaratılış hikmetine mebni ise –ki bunlar tabiatın muhkemleridir- Kur’an’ın da muhkemleri var ki, bunlar Kur’an’ı görecilikten çıkarır, postmodern sapkın yorumlara, tahrifatlara karşı korur.  Aksi olsaydı Kur’an izafi, görece bir metin derekesine düşerdi. İçki, zina, adam öldürmek, hırsızlık, rüşvet, zulüm, adaletsizlik haramdır; bunlar kesin hükümlerdir. Dolayısıyla, işaretlerle, simgelerle anlatmaya çalıştığımız ontoloji ve epistemolojiyle ilgi olan hususlardır ki, bunlarda kesinlik söz konusu değildir.

Bunun bir kriteri var mıdır? Tabii ki, var! Kuran’ın batını/iç anlamı konusunda hangi merhaleye ulaşırsan ulaş, sonuçta senin kriterin ilk hareket noktandır. Bir ayet üzerinde tefekkür edildiğinde, bir varlık teorisi geliştirilir. Tasavvuf, kelam, fıkıh veya Meşşai, İşraki felsefe, bunların hepsi kavramsal teorilerdir. Meşşailer, dünyayı ve varlığı bir şekilde tasvir eder, görüşlerini bir kavramsal çerçeveye oturturlar; İşrakiler bunu benimsemez, Eş’ariler yanlıştır der. Onlar da kendilerince farklı kavramsal çerçeveler geliştirirler. Düşünen herkes bir kavramsal çerçeve kurabilir; sabit, resmi, herkesin mutlak uymak durumunda olduğu bir kavramsal çerçeve, bir teori yoktur. Öyle olsaydı, insanın düşünme faaliyeti kesintiye uğrar, düşüncenin kapısı kapatılırdı. Bu bir kriterdir. Diğeri şudur: Hangi yüksek düzeyde felsefe, kelami yorum veya irfani derinlik kazanırsan kazan, muhkemleri inkar ettiğinde, -mesela namazı, orucu, daha genel manada emir ve nehyleri mubah kılmaya çalıştığında- yoldan çıkarsın (dalalet). Felsefe veya kuramlarını tamamı batıl olur.

Batıl asli değer açısından yok hükmündedir, ama varlıktaki durumu itibariyle mümkündür; vacip olmayan varlık aleminde, yani imkanların dünyasında yaşadığımız için insani olan her şey gibi batıl da mümkündür. Bize düşen, batıla batıldır demekten ibarettir; bunun dışındaki dayatmaların, taassup ve otoriter doktrin savunuculuğunun meşruiyeti yoktur.

Batıl konusunda da hüküm vermeden önce geniş yelpazede mukayeseler, kritikler yapma zarureti var. belki Yunan’dan Aydınlanmaya, modern çağdan postmodernizme kadarki alanları içine alan mukayeseler yapmalı. Bir başka nokta şu ki, tarihimizin belli başlı ekollerine de bir miktar eleştirel tutum almak durumundayız. Birimiz kendini İbn Teymiye’ye, diğeri İbn Arabi’ye yakın hissedebilir, bu doğaldır ama İbn Teymiyeci veya İbn Arabici partizanlar olmaktan kaçınmalıyız.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.