KUR-AN’I OKUMAK - YAŞAMAK
Bu Kur-an yine hazin, bu Kur-an yine garip!
Okumaya talep çoktur, yaşamaya yok talip!
“Ey iman edenler! Size hayat verecek olan şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’a ve Resulüne icabet ediniz! Ve bilin ki muhakkak ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer! Siz, gerçekten O’na götürülüp toplanacaksınız!” (Enfal/24)
Kur-an, on dört asrı aşkındır yeryüzünde en çok okunan kitaptır! Lakin yine yaklaşık on dört asırdır en çok görmezlikten gelinen, amansız bir şekilde saldırılara maruz kalan, en çok ihmal ve ihlal edilen, en çok arka plana atılmaya çalışılan kitaptır! Aziz Kur-an, hayat kitabı olduğunu beyan buyurur! Oysa bu aziz Kur-an, bu gün sayıları iki milyarı bulan İslam âlemi adındaki kalabalığın hayatına ne kadar hükmetmektedir? Evet, Aziz Kur-an’ın şu icazı, Müslümanlar tarafından daha ne zaman anlaşılacaktır?
“De ki! Her şeyin mülkünü/yönetimini elinde bulunduran kimdir? O, her şeyi koruyup himaye ederken, kendisine karşı kimsenin himaye edilemeyeceği kimdir? Şayet biliyorsanız (söyleyin bakalım O kimdir?) Allah diyecekler! De ki! O halde nasıl oluyor da böyle büyüleniyor(ve şirkle aldanıyor)sunuz?” (Müminun/88-89)
Evet, bu ayeti kerime ile belki de o dönemin müşrik toplumunun haleti ruhiyesi ifade edilmektedir! Ama bu ayeti kerime ile aynı zamanda günümüz İslam âleminin de ne kadar güzel bir şekilde ifade edildiğine şahit olmaktayız! O dönem cahiliye toplumu Allah(cc)’ı inkâr etmiyordu! Ama Allah(cc)’ın hayata şeriksiz olarak hükmetmesine itiraz ediyorlardı! Gökleri Allah’a mesken ittihaz ederek; O’nu insanlığın hayatından dışlıyorlardı.
Günümüz Müslümanların pek çoğunun düşüncesinde de bu sapın anlayış geniş bir şekilde yer edinmiş bulunmaktadır! Hem de nice tilavetlere, nice hatimlere, nice vaaz ve nasihatlere rağmen! Bu tür vaaz ve nasihatlerde bir yandan Mülk Allah’ındır diyorlar! TV ekranlarında, meydanlarda, İslam’ın güzellikleri anlatılır! Namazın, abdestin, orucun, zekâtın, haccın farziyetinden; görev ahlakının, vergi vermenin, devlete karşı sadakatin, anne baba haklarının, kardeşlik, akrabalık hukukunun ve daha nice konuların anlatımı gözyaşları eşliğinde hararetle konuşulur! Ama sokağa, çarşıya, pazara, yatak odalarına kadar giren cehlin, sosyal medya ve sapkın TV programlarının resmi yollarla toplumumuzun aile ve ahlak yapısını nasıl iğfal edip, bombardımana tabi tutulduğu görmezlikten, duymazlıktan gelinmektedir!
Bütün bunlar belki de bin bir hurafe eşliğinde anlatılırken; bilinçli olarak sünneti seniye ve aziz Kur-an’a mugayir bir şekilde zihinler iğfal edilmektedir! İşte bu şekilde hükümranlık, Rabblık, ilahlık, meliklik... vs, tabiri caiz ise Allah’ın elinden cahilane bir şekilde alınarak beşere verilmekte ve böylece yüce Allah(cc)’ın pek çok sıfatının gaspına yeltenilmektedir!
Çoğumuz dünyalık mal, makam, şan, şöhret için helal ve harama bakmadan; ahlaki sınırları tanımadan elde etme bahtsızlığına düşüyoruz! Nefsimizin hoşlandığı iş ve eylemleri yapmada hiçbir sınır tanımadan ve sıkıntı duymadan işliyoruz! Nefsimize ağır gelen her ne olursa olsun, aynı gayretkeşlikle yeriyor, eleştiriyor, yerden yere vuruyoruz! Kendi rahatımız kaçmasın diye her türlü tavır, tutum ve davranışları sergilemekten imtina etmiyoruz! Ama namazımızdan(!) fire vermiyor, haram helalleri bol keseden konuşuyor, dillendiriyoruz!
Sosyal hayattan İslam hukukunu derdest ettiğimiz gibi; yürek devletimizden de doğruluğu, dürüstlüğü, hakkaniyeti, adaleti, şefkati, merhameti, diğerkâmlığı silip süpürüyoruz! Ama sıra lafa gelince mangalda kül bırakmıyoruz! Kalp kırmayı bir ceviz kırmakla eşdeğerde görüyor; kişisel hırs ve çıkarlarımız uğruna güven, itimat ve itibarımızı sıfırlıyoruz! Bu uğurda kardeşlik hukukunu tanımıyor, dinlemiyor ve anlamıyoruz!
Kur-an’ı okuyoruz! Ama pratiklerimizle okuduğumuzu inkâr yolunu gidiyoruz! Kur-an, akrabalık bağlarını pekiştirmemizi isterken; bizler bu bağları koparıyoruz! Kur-an, sadakati şart koşarken; toplum olarak ihanetlerin girdabından bir türlü çıkmayı başaramıyoruz, belki de düşünmüyoruz! Hatta faydacılık, çıkarcılık bizlere bu hasletleri unutturuvermektedir! Kur-an, dostluktan bahsederken; bizler çıkarlarımızı ve ihtiraslarımızı önceliyor ve düşmanlıklara sarılıyoruz! Kur-an, iffeti, hayâyı önemserken; bizler iffetsizlik ve hayâsızlıkta taban yapıyoruz! Kur-an ümmet derken, bizler ümmete kafa tutuyor ve enaniyet, asabiyet diyoruz!
Bizler Kur-an okurken, diğer yandan farkında olarak veya olmayarak aziz Kur-an’a karşı amansız bir savaş açıyoruz! Fert olarak, toplum olarak, kurumlar olarak, hayaller olarak, amaçlar olarak… ve bu şekilde hayatın her alanında bu savaşı sürdürmekten taviz vermiyor, geri durmuyoruz! Evet, Kur-an’ı okuyor ama O’nun buyurduklarının tersine yön buluyor, cephe alıyoruz! İşte bu yüzden Kur-an yetim kalıyor, öksüz kalıyor, yersiz kalıyor ve de yurtsuz kalıyor! Hem de iki milyarı bulan ve kendini Müslüman olarak gören bizlere rağmen!
Müslüman geçinenlerimizin büyük bir kısmı dilleriyle Kur-an’a, yürekleriyle Kur-an düşmanlarına bağlı kalmaktadırlar! Yürek bağımızı Kur-an ile kurmuyor, O’na olan ilgi ve alakamızı kesiyoruz! Ahlak olarak, adab olarak, edeb olarak, terbiye olarak Kur-an’a kafa tutuyoruz! Eğitim olarak, kültür olarak, görgü olarak Kur-an ile istihza eder durumlar, pratikler sergiliyoruz!
Bizler, “Formal Eğitim” sürecinde insan yetiştirmiyor; adeta okuma/test çözme robotları yetiştiriyoruz! Ağırlıklı olarak öğretmenlerimiz çocuğun başarısını; çözdüğü test ve test sorularına doğru olarak verdiği cevap sayısına endeksliyoruz! Hazindir ki ebeveyn olarak da aynı girdapta debeleniyoruz! Neredeyse hiç birimiz çocuğun ahlakıyla, terbiyesiyle, kişiliğiyle, doğruluğuyla, dürüstlüğüyle ilgilenmeye ihtiyaç hissetmiyoruz! Hissiz, duygusuz, düşüncesiz, fikirsiz, zikirsiz, hadsiz, hesapsız ve de kitapsız bir robot/mekanik nesil üretiyoruz! Sonra da kalkarak kendimize bu toplum niye böyle oluyor diye yakınıyoruz!
Kur-an, hayata ve hayatta olanlara seslenirken; bizler O’nu mezar taşlarına ve mezarda yatanlara okuyoruz! Ve kalplerimiz taş kesiliyor, yaşayan ölüye dönüyoruz! Kur-an hayata şekil verme iddiasında iken; bizler O’nu ölü kitabı olarak algılıyor ve değerlendiriyoruz! Kur-an, baştan sona kadar hayattakilere emir ve nasihatlerde bulunurken; bizler O’nu, ölenlere telkin etme maskarasına çeviriyoruz! Kur-an, bu dünyaya ve bu dünyadakilere hitap ederken; bizler haşa Allah(cc)’a kafa tutuyor ve Kur-an’ı ölüm ötesine bir yere konumlandırıyoruz!
“Gerçekten bu Kur-an, kendisine sıkıca tutunanları doğru yola iletir! Ve salih amellerde bulunan müminlere, kendileri için muhakkak büyük bir mükâfat olduğunu da müjdele!” (İsra/9) Kur-an, kendisine tutunmak, kendisine sarılmak ve emir buyurduğu itikat, istikamet ve gayret üzere bulunmak için bizlere gönderilmiştir!
Kur-an, bu konuda ne buyuruyor demek yerine; “Benim bu görüşüme, düşünceme, fikrime Kur-an’dan nasıl bir destek bulurum!” derdine düşüyoruz! Kısacası Kur-an’a uymak yerine, Kur-an’ı kendi emellerimize, ihtiraslarımıza, cehlimize uydurma gayretkeşliğine düşüyoruz! Kur-an’a gideceğimize, O’na teslim olacağımıza; büyük bir cehl ve keşmekeşlikle O’nu kendimize getirmeye ve bize teslim olmaya gayret sarf ediyoruz!
Ey şanı pek yüce Rabbim! Aziz kitabını; emrettiğin veçhile okumayı; okuduğumuzu emrettiğin veçhile anlamayı; anladığımıza emrettiğin veçhile inanmayı ve inandığımızı da emrettiğin veçhile sadakat ve teslimiyet üzere yaşamaya bizleri müyesser kıl! Âmin…
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.