1. HABERLER

  2. MAKALELER

  3. Kimler Felaketlerden Ders Çıkarmalıdır?/ Arş.Gör. Erkan Baysal
Kimler Felaketlerden Ders Çıkarmalıdır?/ Arş.Gör. Erkan Baysal

Kimler Felaketlerden Ders Çıkarmalıdır?/ Arş.Gör. Erkan Baysal

A+A-

 

 

Korona felaketinin bütün insanlığı esir aldığı bu günlerde birçok dindar; ABD, Çin ve Batı'ya Allah ve ahireti hatırlatmaya çalışmaktadır. Gazeteler, dergiler, tv kanalları ve sosyal medya hesapları bu tür hatırlatmalarla dolup taşmaktadır. Herkes tarafından açıkça görüldüğü gibi dindarlar, bugünlerde her fırsatta modern dünya ve onun patronlarını Allah ile uyarmaktadır. Dindarların bu hususta tamamen haksız oldukları da asla söylenemez. Çünkü çivisi çoktan çıkmış, Allah ile bağını koparmış, bütün metafizik önermelere sırtını çevirmiş, kendini yeryüzünün asıl sahibi ve yaratıcısı olarak konumlandırmış,  birey, topluluk, kavim, millet ve toplumları sanayi maharetiyle köleleştirmiş modern dünya ve onun büyük patronlarına Allah’ı, ahireti ve onların âciz kullar olduklarını hatırlatmaktan daha doğru bir şey olamaz.

Peki, burada bir şark kurnazlığı yok mudur? Hakikatten dindarların herkese hatırlatmaya çalıştıkları hususların aynısı onlar hakkında da geçerli değil midir? Hatta ilk önce Müslüman dindarların, bu tür felaketlerden ders çıkarmaları gerekmiyor mu? Nitekim ABD ve Batı'nın en büyük hataları, asırlar önce aşamalı olarak mabet, din, kutsal ve Allah'a sırtını çevirmiş olmalarıdır. Bu da sonunda her şeyi yutan, yeryüzünün bütün zenginliklerini sömüren ve insanlığa tahakküm kuran azınlık bir “şer odağını” ortaya çıkardı.

Ancak asla unutmamak gerekir ki, ABD ve Batı’nın terk ettikleri ve sırtlarını çevirdikleri din; İslam gibi fıtri, doğal, Allah’ı merkeze koyan, bütün putları reddeden, birey ve toplumları önce “insanlık”, daha sonra ise “islam” çatısı altında kardeş ilan eden,  hak ve bozulmayan bir din değildi. Bilakis onların terk ettikleri mabet ve din, birçok açıdan tahrif edildiği gibi her türlü akıl dışı unsurların merkezi haline gelen kilise tarafından temsil ediliyordu. Kant, Nietzsche ve Marks gibi büyük düşünür ve filozofların böyle bir dini terk etmeleri, aklı onun esaretinden kurtarmaları ve kendi öz benliklerine müracaat etmeleri dışında başka çareleri bulunmamaktaydı. Ancak onların en büyük talihsizlikleri doğrudan Kur’an, Hz. Muhammed ve İslam ile tanışmamış olmalarıydı. Böyle bir imkâna sahip olsalardı bu önemli şahsiyetler, muhtemelen büyük Müslüman kelamcı ve filozoflar arasında yerlerini alacaktılar. Buna bir örnek vermek gerekirse Kant'ın yaptığı saf akıl eleştirisinin bir benzeri, ondan asırlarca önce yaşamış Cüveyni, Gazali ve Razi'de de kısmen görmek mümkündür. Ancak bu büyük Müslüman filozoflar, vahye inandıkları için Kant gibi dini anlamda bir hakikat boşluğuna düşmemişlerdir.

İslam dünyası ve Müslümanlar ise son asırlarda hak bir dini hayatlarından dışarı atmaya çalıştılar. İslam’ın vazgeçilemez ilkeleri olan adalet, şefkat, merhamet, şeffaflık, işin hakkını vermek, işi ehline teslim etmek, emeğin hakkını vermek, dürüstlük, güven, tevazu ve ilmin peşinde olmak gibi birçok ilkeleri adeta hayatlarından söküp atmaya gayret ettiler. Kuşkusuz bütün bunlar sadece edebiyat olsun ve aynı inancı paylaştığımız toplumları kötülemek için ifade etmiyoruz. Birey, aile ve toplum hayatını yakından takip eden birisi olarak ifade ediyoruz. Aynı zamanda son iki asırda yaşamış Muhammed İkbal, Hasan el-Benâ, Ali Şeriati, Üstad Bediüzzaman, Ebü’l-Hasan en-Nedvî, Muhammed Abduh ve Muhammed Gazzali gibi birçok Müslüman düşünür ve âlim bu hususlara dikkat çekmişlerdir. Bu yüzden başta korona olmak üzere insanlığın başına gelen her türlü felaketten ilk önce ders çıkarmaları gereken dindarlardır. 

Peki, bu ve benzeri felaketlerden sonra coğrafyamız kavga, mezhepçilik, milliyetçilik, yalan, iftira, nifak, ihanet, güvensizlik ve tuzaklar yerine doğruluk, güven ve dürüstlüğe dönüş yapacak mıdır? İşini hakkıyla yapan ve Allah'tan korkan yeterli düzeyde iş adamı, esnaf, müteahhit, akademisyen, ilim ehli, cemaat lideri, parti başkanı, memur, hakim, savcı, şeyh, dini lider, siyasetçi ve bürokrat yetişecek midir? Örf, adet, milliyetçilik ve teamül yerine sadece adalet ve hakkaniyeti ikame etmeye çalışan bir nesil çıkacak mıdır? Taassup ve çıkarlar yerine öz benliğini ve inandığı hakikatleri esas alan bir erdemliler topluluğu çıkarabilecek midir?

En önemlisi de bu coğrafyanın komşu ve kardeş kavimleri olan Türk, Arap, Kürt, Fars ve Berberiler ile diğer birçok kavim arasında meydana gelen ve birbirlerini zayıflatmaya yönelik olan askeri, ekonomik ve siyasi kavgalar bitecek midir? Onun yerine ilahi, insani ve bu coğrafyanın tarihi, kültürel, insani ve doğal yapısına uygun sistemler inşa edilebilecek midir? Taşa, toprağa, ağaca, ormana, hayvana, suya, bitkiye ve çevreye duyarlı bir ümmet çıkabilecek midir? Sonu belli olmayan, sadece İslam ve bu coğrafyanın düşmanlarına yarayan savaşlar son bulacak mıdır? Müslüman olmadıkları halde asırlarca İslam coğrafyasında kendilerini güvende hisseden birçok topluluk ve kavimlere aynı güveni veren ve düşmanı bile olsa onlarla ilgili hukukun dışına çıkmayan bir ümmet mefkûresi doğacak mıdır? Ümmet veya ümmetçilik kavramları başkalarına karşı bir tahakküm aracı olarak değil, Müslüman olsun veya olmasın herkese güven veren, İslam coğrafyasını güvenli bir liman haline getiren, adaleti sağlayan ve yeryüzünün halifesi olan bir toplumu çağrıştıracak mıdır? Çoğu zaman tahammül edilemez noktalara varan Sünni, Selefi ve Şii çekişmeleri geride kalacak mıdır? İslam ümmetinin içerisinde farklı şekillerde ve zamanlarda ortaya çıkan efendi-köle ilişkisi yerine kardeş-kardeş ilişkisi egemen olacak mıdır? Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın anlayışı yerine her acıyı önce kalbinde hisseden ve empati kuran bir kitle sahnede yer alacak mıdır? Müslüman toplumların tamamında artık görünür halde olan nefret, kıskançlık, bencillik ve diğer ahlaki zaaflar azalacak mıdır?  Dini, mezhebi, ulusal ve ideolojik çekişmeler bir kenara bırakılacak mıdır? İdeolojik, milliyetçi ve dini/mezhebi bağnazlıklar sınırlanacak mıdır? Her şeyden önemlisi de bu coğrafyanın birçok yerinde adeta bir kangren haline gelmiş ideolojiler, örgütlerin tahakkümü, partizanlık ve insan tapıcılığı son bulacak mıdır? 

 Başkalarına Allah'ı hatırlatmadan önce bu hususları hatırlamak zorundayız.


YAZARIN YAYINLADIĞIMIZ DİĞER MAKALELERİ:

DİNCİLİKTEN DİNDARLIĞA/ Arş.Gör. Erkan Baysal

- BİR VİRÜSTEN DAHA FAZLA KORONAVİRÜS / Arş.Gör. Erkan Baysal

- EMANET ADALET SADAKAT/Arş.Gör. Erkan Baysal

- İslâmî İnşa ve Nebevî Gelenek-2/Arş.Gör. Erkan Baysal

- İslâmî İnşa -1/Arş.Gör. Erkan Baysal

- İslam ve İnşa/Arş.Gör. Erkan Baysal

- DİNÎ RADİKALİZM VE YIKIM/Arş.Gör. Erkan Baysal

- İLİTAM, İLTİÂM, İLLET-İ TÂM/ Arş.Gör. Erkan Baysal

- Endülüs’te Medeniyetimizi Suriye’de İnsanlığımızı Kaybettik/ Arş.Gör. Erkan Baysal

- Ramazan’ın Misyonu/ Arş. Gör. Erkan BAYSAL

- MUHAKKİK VE RABBÂNİ BİR ÂLİMİN (MUHAMMED SALİH EKİNCİ) MECLİSİNDEN NOTLAR/ Arş. Gör. Erkan BAYSAL

- Bediüzzaman/Ğaribüzzaman (Said’e Bin Selam Olsun)/ Arş.Gör. Erkan Baysal

- TEKFİR VEYA IŞİDÇİLİK/ Arş.Gör. Erkan Baysal

- Hadis Usulü "Yalan Uydurma" Usulü müdür?/ Arş.Gör. Erkan Baysal

- SURİYE SAVAŞI VE COĞRAFYAMIZIN GELECEĞİ / Arş.Gör. Erkan Baysal

- KUR'AN LAFZI ALLAH'A AİT DEĞİL Mİ?/Arş.Gör. Erkan Baysal

- Eş'ârî "Değer Anlayışını" Eleştirirken Ne Kadar Mutezile veya Mâtürîdî’yiz?/Arş.Gör. Erkan Baysal

- Politik, Toplumsal ve Epistemolojik Sünnilik/Arş.Gör. Erkan Baysal

 

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum