1. YAZARLAR

  2. Davut Hoca

  3. KARI KOCA
Davut Hoca

Davut Hoca

Yazarın Tüm Yazıları >

KARI KOCA

A+A-

 

Şu kâinatı muhteşem bir intizam ile yaratan Yaradan, her şeyde olduğu gibi insanları da çift yaratmıştır. Birbirini tamamlayan bir bütünün iki eşit parçası halinde yaratılan insanoğlu, şu mükemmel mizanın merkezinde yerini almaktadır. Her şeyin kendisine hizmet ettiği, tüm nimetlerin ayaklarının altına serildiği, tüm âlemlerin en seçkini olan insanoğlu, kadın ve erkek olarak şu yeryüzünde hayatın ta kendisidir.

“Sizi bir tek nefisten yaratan, onunla sükûnet bulsun diye eşini de ondan yaratan Allah'tır…” (Nisa/189) ayetinde de anlaşılacağı üzere, insanoğlunu kadın ve erkek olarak yaratan Yaradan, bunların her birini birbirine karşı sorumlu kılmış, her birini birbirinin üzerinde haklarını var etmiş, her birine ayrı ayrı sorumluluk vermiş, hiç bir parçayı birbirinden ayrı tutmamış, üstün kılmamış, bilakis her birini, birbiri olmadan hayatın olamayacağını vazetmiş, birinin yokluğunda diğerinin anlamsız olacağını, eksik olacağını buyurmuş. Bu şekilde var edilen insanoğlunun bu her iki parçasının bir araya gelerek Aile denilen kurumun tesis edilmesi gerektiği, bu kurumun da toplumun, hayatın çekirdeği, merkezi olacağı, hayatın en büyük gerçeğidir.

Tüm hayvanlar âlemini, bitkiler âlemini ve sayamayacağımız daha nice âlemleri, erkek ve dişisiyle yaratan Yaradan, şu hayatta bu yapıya uygun, insani bir düzen tesis edilmesini murad etmiş, aksi durumda dünya hayatının yaşanılamaz bir hale geleceğini belirtmiştir. İnsanoğlunu yaratırken, her konuda kadını erkekten hiçbir şekilde ayırmayan, onu her konuda onore eden, hatta ve hatta şereflerin, makamların en yücesine layık gören Rabbimiz, onlara adeta, tabiri caizse pozitif bir ayırımcılık tanımış, onları erkeklere emanet ederek vazifelendirmiştir. İlk Müslümanın bir kadın olması, Kâbe’de kabri olan tek kişinin bir kadın olması, Kuranda isimleri zikredilen saliha kadınların olması, onlara ne kadar büyük şereflerin bahşedildiğinin işaretidir.

Yaradanın var ettiği bu düzen, erkek ve kadın arasında yarattığı bu insicam böyleyken, insanoğlu erkeği ile kadını ile sorumluluklarını unutup kendini kaybettiğinde, şuurunu yitirdiğinde bu kutsal yapıya halel getirdiğinde, toplumun temelini teşkil eden bu yapının köküne dinamit döşemiş olur. Birbirlerine emanet olarak yaratıldıkları bu dünyada, çoklukla emanete ihanet ettiklerinde, yaradılış gayelerini unuttuklarında, bu tılsım bozulur, aile denilen bu kutsal yapı yerle bir olur.

Günümüzde maalesef aile denilen o hayati kurum, o muhkem kale zafiyetler göstermeye başladı. Aile, bir nevi okçular tepesidir. Eğer ki bu tepe de elden çıkarsa, işte o zaman hayatın bitme noktasına geldiği zamanı görürüz Allah muhafaza. Eğer ki o okçular tepesi de düşerse, işte o zaman teslimi silah ettiğimiz gündür. Bu kalenin, bu tepenin neden düşmemesi gerektiğini aklıselim, vicdan ehli her insan çok iyi bilir. Eğer ki okçular tepesi düşerse, ümmet olarak, toplum olarak bir daha sırtımızı düzeltemeyiz. Ve şimdi maalesef bu okçular tepesi can çekişiyor. Peki, nedir toplumun çekirdeğini oluşturan aile kurumunu zayıflatan sebep. Bizler kadını ile erkeği ile üzerimizde olan görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmekte maalesef zafiyet içindeyiz.

Evlilik sözleşmesi yaparken karşılıklı olarak birbirimize verdiğimiz sözleri unutup kendi nefsimizin pohpohlamalarına, etrafımızdaki insan kılıklı şeytanların telkinlerine uyuyoruz. Aileyi, ölene kadar ve hatta ve hatta öldükten sonra da öte âlemde birlikte olacağımız bir yapı olmaktan çıkarıp, kendi keyfimiz ve çıkarımızın bittiği yerden sonra sonlandırdığımız bir şirket haline getirdik. Daha önce, anne ve babalarımızın bizleri baş göz ettiklerinde, tekrar bu eve ancak ölünüz gelir niyetiyle başlattıkları evlilik hayatımız, şimdi daha evlenmeden gözümüz arkada kalarak, açık bir kapı bırakıp bir gün bu kapıdan tekrar geri dönmeyi düşünerek başlıyoruz evliliklerimize. Hayatın fırtınalı zamanlarını yaşadığımızda, yaşamın bazı dönemlerinde kavisli ve virajlı yollarına girdiğimizde, maddi ve manevi zorluk anlarında yüreğimizdeki tahammül, kalbimizdeki aşk, zihnimizdeki gayret, yuvamızı, ailemizi korumaya yetecek kadar değilse, aile çatısının çatırdadığı zamanlarda ellerimiz duaya kalkmıyorsa, gözlerimiz yaşla dolmuyorsa, zihnimiz yeniden dirilişe uyanmıyorsa, o zaman o çatının uçması, çatının altındaki yavruların da çil yavruları gibi dağılması kaçınılmazdır.

Toplumsal hastalıklar bünyemizi kemirip duruyor. Aile bağlarımız gevşiyor. Toplumda boşanmalar başını almış gidiyor. İş bu merhaleye geldiği zaman, erkek, boşanmanın faturasını kadına kesiyor ve ortaya çıkan hengâmede erkek, kaba kuvvetini kullanarak şu yeryüzünde yapabileceği en karanlık cürmü işliyor ve canını emanet aldığı kadının canına kıyıyor. Her gün bir başka kadın cinayeti ile sarsılıyoruz. Neden bu kadar kadın cinayetleri arttı. Hâlbuki toplumun en hassas, en kırılgan, en nazik ve naif halkasıdır kadın. Bunu bizden başka her türlü zihniyet de biliyor ve bundan dolayı tüm oyunlarını bu yönde oynuyor. Bir toplumda Aileyi bozarsam toplumu bozarım, acı ve çarpıcı gerçeğini düşündüğümüzde, bu yapılmak istenenleri daha iyi anlarız. Şimdi, bize hiçbir zaman tahammül edememiş, her türlü varlığımızdan son derece rahatsızlık duyan haçlı zihniyeti, toplumumuzun DNA sı ile oynuyor ve genlerini bozmak istiyor. Sahada kaybettikleri savaşı masada kazanmak istiyorlar ve bundan dolayı toplumun yapısını sarsacak, ziruzeber edecek, deprem etkisi uyandıracak, telafisi mümkün olmayacak hamleler ile Avrupalılaşma ayağına, çeşitli dayatma ve düzenlemeler adı altında amaçlarına ulaşmak yolunda hızlı adımlar atıyorlar. Gerekli uyanıklık ve hassasiyet gösterilmediği takdirde amaçlarına hızla ve emin adımlarla ulaşmaya çalışacaklardır. Aile yapımızı zayıflatıp durarak toplumsal huzur ve sağlığımızı bozmak, mukaddesatımızı, maddi ve manevi varlığımızı yok etmek, inanç ve kültür varlığımızı dünya üzerinden kazıyıp atmak istediklerinden, bizim de bu hain ve korkunç niyetlerine karşılık rehavet halinden feraset vaziyetine geçmemiz gerekmektedir. Aksi takdirde ismini de kadından alan ANAdolu, acı ve yıkım yurdu olacaktır maazallah.

Hz. Peygamber(sav), Hz.Aişe annemize beslediği sevgiyi ‘kördüğüm’ olarak tarif ederdi. Yani bir daha asla açılmayacak, çözülmeyecek kadar sağlam bir sevgi. Evliliklerimiz, yuvamız, ailemiz, evimiz, bu kördüğüm sevginin dayanıklılığı nispetinde sağlam olmalı. Karı koca olarak birbirimize olan muhabbetimiz, tahammülümüz, sevgimiz sonsuz olmalı. Karı koca derken bir daha düşünelim; koca demek, dağ demektir. Ne kadar yüce olursa olsun, üstünde kar olmayan dağ eksiktir. Koca ve onun karı olmalıdır aslında. Yani yüce bir dağ olmalı adam, kar gibi pak ve masum olmalı kadın, örtmeli ve bir ömür süsü olmalı dağın. Asla erimemeli yüce dağ başlarında. Nasıl ki şu yeryüzünün sağlamlığı, sarsılmazlığı bu dağlar ile oluyorsa, evliliklerimizin sağlamlığı da muhabbetle, aşkla, sevgiyle olmalı. Ancak ve ancak dağ gibi sağlam ailelerle sarsılmaz şu toplum dünyası.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.