1. YAZARLAR

  2. Selahattin Eş ÇAKIRGİL

  3. Kanın durması ve kardeşliğin tesisi, hoştur; amma..
Selahattin Eş ÇAKIRGİL

Selahattin Eş ÇAKIRGİL

dirilispostasi
Yazarın Tüm Yazıları >

Kanın durması ve kardeşliğin tesisi, hoştur; amma..

A+A-

Son günlerde gündemimizi daha bir işgal eden konu için, ben ‘kürd açılımı - demokratik açılım’  gibi lafları etmiyor, ‘Güneydoğu Açılımı’ demeyi tercih ediyorum.. Çünkü, kürd kavminden milyonlarca insan, ülkenin diğer bölgelerinde, Güneydoğu’dakinden daha büyük kitleler halinde yaşıyor ve diğer kavimlerden insanlarla onların aralarında ciddî ve yaygın bir problem sözkonusu değil.. Hele de müslüman unsurlar arasında, dil ve şive farklılıkları bir zenginlikten öteye bir mâna ifade etmiyor.. Çünkü o insanlar, inanç potasında erimişlerdir.

Güneydoğu’da da, hem sadece kürd kavminden insanlar yok ve hem de mes’ele, etnik etkenlerden ayrı olarak, bölgenin özel sosyo-ekonomik şartlarından ve de Ortadoğu’nun ve hattâ global dünya siyasetinin dalgalanışlarından kaynaklanıyor.. O halde, bir ‘Kürd Açılımı’ yanıltıcı veya yetersiz bir isimlendirme.. Ki, Tayyîb Erdoğan,  bu çabanın adını, son anda, ‘Millî Birlik Projesi’ olarak ifade etmiştir ve sanırım, daha doğru bir isimlendirme..

Bu konuda, Tayyîb Erdoğan’ın çabalarını ve mevcud rejimin çerçevesi içinde şekillendirmeye mecbur olduğu siyasetlerini genel hatlarıyla destekliyor ve samimî olduğuna inanıyorum.. Ancak,  samimiyet yetmez.. Çünkü, o işin başıdır, ama, bir sosyal hadiseyi etkileyen yığınla başka faktörler daha vardır.. Hele de, ‘laik+ nasyonalist’ bir rejimin daha bir karmaşık hâle getirdiği bu gibi çetin sosyal problemlere, o rejimin genel çerçevesini değiştirmeden, çözüm bulmak da o kadar kolay değil; çok çok çetin.. Çünkü, mes’ele, bizzat mevcud rejimin, ‘kemalist-laik + türkçü’  rejimin millete, bir ‘deli gömleği’ gibi zorla giydirmeye çalıştığı ‘resmî ideoloji’nin acı meyvesidir..

Yanlış olan, bu temeldir.. Tayyîb Bey’in, ‘Yozgatlı anne de, Hakkarîli anne de, (birbirileriyle silahlı çatışmada) ölen oğullarının ardından aynı duaları okuyor, aynı kıbleye yöneliyorsa, burada bir yanlışlık var..’  derken, doğru bir mantık yürütmektedir.. Ama, ona karşı, iki muhalefet partisi liderinin, rejimin bu temel çerçevesini korumaktaki azimleri de ortada..

Deniz Baykal,  günün şartlarına göre hareket eden bir ‘ibn-ul’vakt’,  bir ‘eyyamcı’ olarak, bir ‘yanan-dönen’ gibi, her an bir ayrı konuma geçebiliyor.. Onun gözettiği asıl konu,  ‘kemalist laik + türkçü’  rejimin genel çerçevesinin bozulmaması.. Yani, içinde bulunulan sosyal rahatsızlığın, hastalığın bizzat temeli..

MHP lideri Bahçeli’nin ise, ‘kutsal’ bir kavram gibi bağlandığı türkçülüğü bir psikolojik saplantı halinde tutmaya ve göstermeye devam edişini de anlayışla karşılamak gerekir... Çünkü o ideoloji, o taifenin varlık sebebidir.. Onu terkettiklerinde, kendilerinin kar gibi eriyeceklerini biliyorlar..

*

Bir sosyal kesimi kazanmaya çalışırken, başkalarını kaybetmemek için..

 

Bu arada, konuyu tartışırken, Tayyîb Erdoğan’ın, muhalefet edenler için kongrelerde veya meydanlarda,halkın karşısında hırçın bir uslûb kullanması, çözülmek istenen mes’ele açısından da yanlış ve tehlikeli.. Her ne kadar, kendisine saldırılsa bile, Tayyîb Bey’in aynı hırçınlıkta karşılık vermesi ve hele, Bahçeli’ye, ‘Senin bizi değerlendirmeye kimliğin de,  kariyerin ve sıfatın da elverişli değildir..’  gibi sözler sarfetmesi son derece yanlıştır ve gerilimi tırmandırmaktan ve seviyeyi düşürmekten başka bir netice vermez.. 

Kaldı ki, ‘Millî Birlik Projesi’  adını verdiği son açılım hamlesiyle de bağdaşmamaktadır, o hırçın ve kırıcı tavrı..

Hani, yahudiler Hz. Îsâ’ya gelip, ağır hakaretler edip, ağızlarını geleni söylemişler.. Hz. İsâ ise, onlara sukûnetle karşılık vermiş.. Etrafındakiler bu tepki dengesizliğini hatırlattıklarında o Yüce Peygamber’in,  ‘herkes kendi tıynetinin gereğince davranır, onlar kendi içlerinde olanı ortaya koydular; ben de kendi değerlerime göre hareket ettim..’ dediği rivayet olunur..

Bir sosyal kesimi kazanayım derken, bir başka sosyal kesimi itmek; bir kutublaşmadan kurtulayım derken, başka kutublaşmaların pençesine düşmeyi görememek olur..

*

Muhalefetin ve aykırı görüş sahiblerinin hırçın saldırıları karşısında itidali, teennîyi, soğukkanlılığı yitirmemek gerekir.. Onların mentalitesi bilinmiyor değil..

Bahçeli ve lideri olduğu hareket, günümüze asırlarca geriden gelen yer isimlerinden bile korkuyor.. C. Başkanı Abdullah Gül’ün Bitlis’teki bir yerleşim biriminin adını aslî şekli olan Norşin olarak telaffuz etmesini bile ‘bölücülük’ sayacak derecede bir çılgın şovenizm  sergilemekte onlar.. Ki, Güroymak diye anılan bir ilçenin olduğunu biliyordum, ama, o yerin, 30 yıl öncelerde gittiğim Norşin (veya Nurşin) olduğunu bilmiyordum.. Keza, Tillo’nun da Aydınlar olarak değiştirildiğini de.. Dahası,  Tayyîb Bey’in Rize’deki babayurdu olan Güneysu’yun asıl adının Potomya olduğunu da Bahçeli‘nin bağırtılarından öğrendim..

Ama, Bahçeli’ninkinden daha da ızdırab verici olan, Tayyîb Bey’in, izahlar yapıyorum derken M. Kemal’e sığınarak yaptığı izahlar.. O, Bahçeli’ye sesleniyor, ‘M. Kemal  de, Norşin dememiş miydi?’ diye..

Eğer M. Kemal’i ölçü alacak olursanız, onun demediği ve yemediği-içmediği mi kalmıştır? O zaman, doğru ve yanlışların kriteri olarak,  ‘resmî ideomloji ikonu’na sığındırtmak, tam da laik rejimin temel hedeflerinden birisi değil midir? Başkaları da, 80 küsur yıldır, nice hıyanetlerini onun ismine, resmine veya sözlerine dayandırarak gerçekleştirmedi mi?

Tayyîb Bey, Sultan Alpaslan’ın 940 öncelerde, Bizans İmp. Romenos Diogenos karşısında kazandığı Malazgirt Meydan Savaşı’ndan sonra girdiği Anadolu’da bir ermenice isim olan Malazgirt gibi nice isimleri de değiştirmediğini hatırlatırken, ‘Siz Alpaslan’dan daha mı milliyetçisiniz?’ diye sormakta ve mantıkî bir noktadan hareketle, yanlış bir noktaya varmıyor ve Alsaplan’ı da Bahçeli’nin ‘milliyetçilik’ dediği kaba şovenist çizgiye çekmiyor mu?

*

Sahi, bütün isimler süzgeçten geçirilse kaç isim kalır geride?

Ama, Tayyîb Bey’in hatırlattığı Malazgirt isminin değiştirilmemesi konusu bugüne de mesaj vermiyor mu?

Çayeli’nin asıl adının da ‘Mapavri’ olduğunu bir dosttan yeni öğrendim.. Bugün de niceleri bu ismi kullanıyor.. Bugün Artvin denilen şehrin adı Livane idi.. Önceki ismin yerine getirilenin mânası ne? Bizim çocukluğumuzdaki Türkiye haritalarında Hakkarî’nin ismi Çölemerik idi..  Daha öncesinde bugün Tunceli denilen yerin isminin Dersim olması gibi..

Balıkesir’in 80 yıl öncelerdeki ismi Karesi idi..

Birkaç ay önce, Mardin’de 45 kişinin katledildiği bir köy vardı, Bilge köyü.. Köyün önceki adı, Zangırt idi.. Kürdçede, ‘bilgi tutan’ mânasında.. (Zana kelimesi de, farsçadaki dânâ / bilge kelimesinin kürdçedeki telaffuz şeklinden ibarettir..)

Eğer bir isim, çirkin mânalara geliyorsa, hangi dilden geliyorsa gelsin,  onun değiştirilmesi anlaşılabilir.. Ama, türkçe değil diye, değiştirilen isimler ve hele yerlerine konulanlar.. 

Bu isimleri değiştirmenin hedefi neydi, faydası ne oldu, hangi sosyal mes’eleleri halletti? Eğer şovenist bir dalgayla bütün isimleri değşitirmeye kalkışırsanız, bırakınız şehir isimlerini, kendi isimleriniz bile tutunamaz bu dalga karşısında ve çoğu moğolcadan gelme ve Anadolu insanının hançeresine de, kulağına da yabancı yığınla kelimeler sökün eder..

Haydi, bütün isimleri değiştirelim, eğer toplumun temel problemlerini halledecekse..

Ama, tersine bir de yeni problemler ortaya çıkarıyorsa.. o zaman n’olacak?

10 öncelerde meydana gelen ve 12 askerin ölümüyle sonuçlanan Aktütün Baskını’nın, gerçekte bir isim değişikliğinden de meydana gelen karışıklıkla ortaya çıktığı öğretici değil mi? Çünkü o köyün adı Bezele idi, Aktütün yapılmıştı, ne demekse ve hangi akılla, o isim verilmişse.. İlginçtir, sözkonusu baskın öncesinde, -medyada yer alan haberlere göre-  saldırganların telefon veya telsiz konuşmaları, askeriyenin teknik dinlemesine takılmıştı, ama, o konuşmalarda saldırılacağından sözedilen Bezele’nin Aktütün olduğu anlaşılamamıştı..

*

Bu arada, DTP’den yapılan açıklamalar üzerinde de durmak gerekiyor..

Ahmet Türk’ün açıklamaları sorumluluk ifadeleri taşıyor.. DTP eşbakanlarından Emine Ayna ise, hem kendi tabanını ve hem de diğer muhalefet partilerini tahrik etmeye çalışıyor ve çözümün Öcalan’sız olamıyacağını söylüyor..

Öcalan gibi, silah kullanmış ve ülkede sosyal kitleler arasında kanlı bir savaş başlatmış olmanın sorumlularından olup, idâm cezası kaldırıldığı için, ‘ağırlaştırılmış müebbed hapis’ cezasıyla zindanda tutulan birisinin çözüme dâhil edilmesi, onun önünde ‘kemalist + laik rejim’in başını eğmesi açısından bazılarını memnun edebilir, ama, böyle bir başeğmenin sosyo-psikolojik sonuçları ve  toplumdaki yıkılmalar önünde kim, nasıl durabilir?

Kaldı ki, dikkatlerden kaçtı, üzerinde pek durulmadı.. Tayyîb Erdoğan’ın Ahmet Türk’le görüşeceğinin açıklandığı günün akşamı, Diyarbekir’de, bin kadar göstericinin yaptığı bir yürüyüşe  ‘Hizaya Gel...’  adı verilmesi ve bunun ‘kürdçülerin zaferi karşısında birilerinin hizaya gelmesi’ olarak gösterilmeye çalışılması karşısında, DTP’nin nasıl bir tavrı olmuştur?

Bu gibi gösterilerin, sonunda, türkçü  ve kürdçü kavmiyetçilerin güç yarıştırması ve karşılıklı ‘sosyal nefret ve gizli düşmanlıkları tahrik etmek’ten başka nasıl bir meyvesi olur?

Daha yakın zamanlara kadar, bizzat  Org. İlker Başbuğ bile ‘ordu’yu bu boğuşmada bir ‘taraf’ olarak gösterirken, şimdi artık,  ‘terörist de olsa, ölen insandır ve onların da ana- babaları vardır ve onlar da vatandaşlarımızdır ve savaşırız, ama, çare sivil çözümdedir..’  diyebiliyorsa..

Bu yumuşamayı gerilime dönüştürecek sorumsuzlukların vebali herhalde çok ağır olur.

Böyle bir durumda, 14 Ağustos tarihli medyada yer aldığı üzere, B. Amerika’nın Türkiye ve Ortadoğu uzmanlarından Henry Barkey'in  'Ordu PKK'yı yenemeyeceğini anladığı için bu açılımlar yapılıyor..’ gibi tahrikleri karşısında da uyanık olunması ve bu konunun uluslararası   boyutunun kavranmasında daha dikkatli olunmalıdır..

‘Herkesi herkesle savaştırmak’ taktiği, emperyalist güçlerin tahakkümlerini sürdürmek için başvurdukları klasik metodlardan birisidir..

*

Sadece türkmenlere sahib çıkmak, arabcı ve kürdçülerin ekmeğine yağ sürmektir..

Bu mes'eleyi İslam ortaya çıkarmamış ve dolayısiyle, bunun sorumlusu inancımız değil ise de; bizi kuşatan başka sistemlerin cenderesinde bu gibi kavgalara sürüklendiysek, o halde, bu boğuşmaya karşı bizim de bir yaklaşımımız olmalıdır..

Ama, bunu yaparken, ‘Kürdler bizim kardeşimiz, kız alıp kız vermişiz, şu kadar milyarlarca zarar ettik, o olmasaydı şöyle -şöyle olurdu..’ demek yanıltıcıdır..

Kimse kendisini ağabey yerine koymamalı..  ‘Biz kardeşiz..’ ile ‘onlar bizim kardeşimiz’  beyanları arasındaki derin farkı iyi anlamak zorundayız..

Ayrıca, konuya sadece ekonomik açıdan bakmak da yanıltıcıdır.. Bu gibi konulara yaklaşırken, nerelerde yanlış yapıldığını iyi anlamak isteyenlere, ‘Resmî ideolojinin ceberrut temsilcisi’ rolünde, bir emekli hâkimi canlandıran Şükran Güngör’ün oynadığı, ‘Büyük Adamın Küçük Aşkı..’ isimli filmi seyretmeleri tavsiye olunur. (Google’a girip, video bölümünden izlenebilir..) 

Üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir diğer konu da şu: 6 yıldır Amerikan emperyalizminin tam işgali altında bulunan Irak’ın, Bağdad, Musul, Kerkük, Erbil, Telafer vs. şehirlerinde hemen her gün, sürekli bombalar patlıyor ve herbirisinde onlarca, yüzlerce insan ölüyor, yaralanıyor..

TC. rejimi, Irak’ın o sıkıntılı durumunda hemen yardıma koşuyor..

Yaralıları alıp Türkiye’deki hastanelere getiriyor..

Ne güzel..

Ama, biraz dikkatlice baktığınızda, burada bir suistimal sırıtıyor..

Çünkü, oradan sadece türkmen yaralılar getiriliyor.. 

Sen sadece türkmenlere sahib çıkarsan, ötekinin de kürdçü veya arabçı olmasını teşvik ediyorsun demektir.. Ve bu yaklaşım insanî ve ahlâkî de değildir..

*

Gelinen noktada, konuya bakarken şu noktaları unutmamak gerekiyor, herhalde..

Türkiye’nun bugünlerde daha bir tartışttığı ve çözüm aradığı konu, Ortadoğu ve dünya siyasetinden ayrı dünüşünülmemeli..

Mes’ele, sadece Türkiye’nin meselesi değildir.. Mes’ele, bütün Ortadoğu’yu ve Ortadoğu’daki gelişmeleri dünyaya hâkimiyet planlarına göre düzenlemek isteyen emperyalist -şeytanî güçleri de ilgilendirmektedir.. Dahası, Ortadoğu’daki bütün bu gelişmelerde, asıl manipulasyonları, entrikaları, kanlı müdahaleleri, ‘Ergenekon’ benzeri devlet çeteleşmelerini tezgahlayan güç odakları, bu emperyalist odaklar..

Bu güç merkezlerinin manipulasyonları karşısında, bizi birbirimize kardeş olarak tutacak güç, ancak inanç değerlerimizdir..

*

PKK, problemin aslî  faktörü değil, global bir entrikanın sonucudur.

Anlaşılıyor ki, Irak’da özellikle de Kerkük Petrolleri’ni sahiblenmek üzerine kopması beklenen bir kürd-arab boğuşması ihtimali daha bir geliş(tiril)ir ve şiî -sünnî kapışması da daha büyük boyutlarda tezgahlanırken; Irak kürdleri de Türkiye’ye daha yakın durmak ihtiyacını hissediyorlar.. Ve bu, şu anda, Irak’a zorbalıkla hâkim olan emperyalist gücün planlarına çok aykırı gözükmüyor..

Bu durumda, muhtemelen, Türkiye’ye karşı silahlı çatışmalara katılmış olan 4-5 bin kadar PKK’lı,  silahdan arındırılıp, Norveç veya İsveç gibi ülkelere veya başka bir yere gönderilecek.. 

Geride kalan ve Türkiye’den kaçıp yıllardır Mahmur Kampı ve diğer yerlerde yaşayan 20 bin’e yakın insan için ise, Türkiye,  -tıpkı Öcalan’ın verilmesinde Amerika’nın, ‘idam etmiyeceksin, öldürmeyeceksin..’ şart koşmasında olduğu gibi- ‘silahlı çatışmalara fiilen katılmamış  olanlar hakkında kanunî bir takibât yaptırmayacağı’na dair uluslararası hukuk açısından etkili taahhüdlerde bulunacak ve onlar da gelecekler..

Bu da tabiatiyle, adı ne olursa olsun, fiilen bir affı gerektirir..

Ama, AK Parti, aftan kaçınıyor.. Bunda haksız sayılmaz, ama, çok haklı da değildir.. Çünkü, mevcud ‘kemalist-laik’ rejimin adâlet dediği kavram, halkımızın inanç değerleri açısından, genel hatlarıyla zulmün ta kendisidir.. (Yargı kurumlarının nasıl keyfî davrandığına dair yığınla örnekler de cabası.. Hele de, geçmiş yıllarda en küçük mâsum ve tabiî talebleri  bile bölücülük suçlamasıyla ağır şekilde cezalandıran mahkemelerin, şimdilerde, hattâ  askerle savaşırken ölen oğlunun mezarına ‘şehit’ ibaresini yazdıran bir babaya  bile müsamaha bakması, bu konuları hangi odakların nasıl kaşıdığının en bir yeni örneğidir.. Ki, İslamî terimleri, laik rejim de askerleri için kullanmamalıdır..)

Bu açıdan, bu noktada, rejim kendisine güveniyorsa, sadece kendisine, kamuya yönelik suçlar için, bir düzenleme yapabilir.. Ama, yüzkızartıcı suçlar, kişilere karşı işlenmiş katl, yaralama,  tecavüz ve sair ahlâksızlar  konusunda, asıl mağdurların aff ve rızası olmaksızın, devlet’in  yapacağı bir af düzenlemesinin sosyal bünyeyi daha bir zehirleyeceği ve toplumdaki adâlet anlayışını daha bir yaralıyacağı, geçmişteki nice örnekleriyle ortadadır.. 

Evet, sözün sonunda şu hususlara tekrar vurgu yapmakta fayda vardır:  Gerçek şu ki, Öcalan, PKK veya DTP olmasa da, ‘Güneydoğu Mes’elesi’ ülkenin gündeminde daha uzun süre birinci mes’ele olarak yerini koruyacaktır.. Ve bu konunun giderilmesi, bugünkü resmî ideoloji durdukça, çözüme âdil şekilde kavuşmak imkanından da mahrum kalmaya devam edecektir.. Ve, konu, Ortadoğu’nun ve hattâ dünya siyasetinin de bir parçasıdır; çözümü de, bu boyutlarıyla birlikte düşünülmelidir..

Umulur ki, son 25 sene boyunca yaşanan acılardan herkes alacağı dersi almış olsun..

Bu problem, tek taraflı kârlı çıkmak taktikleriyle, ayak oyunlarıyla çözülemez.. Ve çözümsüzlüğün asıl ağır bedelini de müslüman halklar ödeyecektir; türkçü, kürdçü, arabçı, farsçı vs. ideolojiler ve bağlıları değil..

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.