Muhammed ZAHİR

Muhammed ZAHİR

Yazarın Tüm Yazıları >

İSTİKÂMET

A+A-

 

İyi ve kötünün kavgasında iyiyi ikâme eden kavramları bilmek ve tanımanın iyi olabilmenin öncül şartlarından olduğu hususu izah gerektirmeyecek kadar açıktır. Ne var ki zayıflatma ve çürütme adına en başta değer merkezli kavramlarına itibar suikasti düzenlenen bir toplumda bu tür kavramları işlemek ve tanıtmak zordur. Çünkü zihinler bulandırılmıştır ve bu kavramların normalde gösterdikleri etkiyi göstermeleri mümkün değildir.

 

Evvela din adına yepyeni keşifler yapmış edasıyla sözde din âlimleri(!) nev-zuhur olur. Bunların görevi din ile ilgili, dini kavramlarla ilgili ve dahi dini şahsiyetlerle ilgili şüphe oluşturup kafa karışıklığına yol açmaktır. Sonra adaletten ve dürüstlükten dem vuranın sahtekâr, özgürlük ve toplumsal haklardan dem vuranın da ajan olduğu bir süreç yaşatırlar. Bu sahtekârlardan birkaç kişiye önce yol verirler sonra da onları topluma boğdurturlar. Aslında boğdurulan sahtekârlar değildir, toplumsal yaşamda paha biçilmez değere sahip olan kavramlardır ama toplum bunun farkında bile değildir. Ne de olsa kötüler hakkettiği cezayı bulmuştur!.. Artık toplumun temel harcı olan güven unsuru paramparça edilmiş ve eminlik sıfatı yerle yeksan olmuştur. Ardından bu durumu tersine çevirebilecek adil ve dürüst önderleri yetiştirebilecek aydınlanma ve ihya merkezleri (ilim merkezleri) ya yok edilir ya da şirazesinden çıkartılır. Veee tabi ki kişiye benliğini ve de inancını inkâr ettirecek kadar istibdat… Dolayısıyla eminliğin ve güvenin olmadığı, korkunun ve umutsuzluğun egemen olduğu böyle bir ortamda var olabilme adına güvensizlik, ikiyüzlülük ve silik bir kişilik revaç bulur…

Oluşturulan böyle ortamlarda davetçi olmak, insanları Allah’a ve din-i Mübin İslam’a davet etmek zordur. Çünkü kullandığımız/kullanacağımız kavramlar daha önce kötüye alet edilmiştir. Bu yüzden hep şüpheyle bakılacak ama her türlü baskı, sindirme, dolandırma ve kötü örneklere rağmen iyinin temsilcileri ve taraftarları olarak zor olsa da kendi kavramlarımıza sahip çıkma ve onların gereklerini yerine getirme cehd ve gayretinde olmalıyız. Bu kavramların en önemlilerinden biri istikamettir. Hz Peygamberin beni yaşlandırdı dediği kavram… Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhi’s-Selam; ‘‘Emrolunduğun gibi dosdoğru ol. (istikamet sahibi ol) Seninle birlikte tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür.’’ (Hûd, 11/112) ayeti inince özellikle bu ayetteki ‘‘dosdoğru ol’’ (istikamet sahibi ol) emrinin kendisini ihtiyarlattığını, saçlarını ağarttığını belirtmiştir. (Tirmizi 56/ 3297). Peki, Peygamberimizin sözünü ettiği bu istikamet nedir?

İstikamet: sözlükte doğru olmak, dosdoğru olmak, doğrulmak, düzelmek, bir şeyi düzeltmek, düzgün, dengeli, sabit ve kararlı olmak gibi anlamlara gelir. Terimsel olarak doğruluk, dürüstlük, adalet, itidal, itaat, sadakat ve dürüstçe yaşama” manalarında kullanılmaktadır. İstikametle ilgili söylenenleri; “dinî ve ahlâkî hükümlere uygun bir hayat sürme, her türlü aşırılıktan sakınma, Allah’a itaat edip Hz. Muhammed’in sünnetine uyma” şeklinde özetleyebiliriz.

Kur’an’da istikamet; Allah’a ortak koşmamak, ana babaya iyilik etmek, fakirlik korkusuyla evlâtların canına kıymamak, kötülük ve iffetsizlikten uzak durmak, haksız yere cana kıymamak, yetim malına yaklaşmamak, ölçü ve tartıda dürüst olmak, doğru konuşmak ve Allah’a verilen ahde vefa göstermek olarak tanımlanmıştır. (Enam 6/151-153). Müfessirlerden Kurtubî istikameti; “İslâm dışı her türlü inançtan, sünnete aykırı düşünce ve davranışlardan, bid‘at ve hurafelerden uzak durarak Kur’an ve Sünnet hükümlerine göre yaşamak” olarak tanımlamıştır.

Fahreddin er-Razî ise Mefatihu’l Ğayb isimli eserinde Fussilet Sûresi 30. Ayetin; ‘‘Şüphesiz ‘Rabbimiz Allah’tır’ deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: ‘Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada iken) va’d edilmekte olan cennetle sevinin!” tefsirinde istikameti yorumlarken çarpıcı bazı tespitlerde bulunmaktadır. Râzî: ‘‘Fussilet sûresinin 30. âyetinin yorumuna dair değişik görüşler ileri sürülmüşse de âyetin, ‘Rabbimiz Allah’tır diyenler’ bölümünün iman ve ikrarla, ‘istikamet sahibi olanlar’ bölümünün de iyi ve güzel işlerle ilgili olduğunu düşünmek daha isabetlidir.’’ Demiştir. Bu âyeti açıklarken insanın manevi bakımdan yetkinlik kazanabilmesi için kesin bilgi ve iyi davranışa sahip olması gerektiği yolundaki yaygın anlayışı hatırlattıktan sonra Râzî: ‘‘Bütün bilgilerin başında Allah’ı bilmek (marifetullah) geliyor. Dolayısıyla bu ayete göre insanın yetkinliği Hakk’ın zâtını tanıyıp O’nun yolunda bulunmaya, bu yolda iyilik etmeye bağlanmıştır’’ der. Râzî devamla: ‘‘Bütün iyi davranışların vazgeçilmez şartı, ifrat ve tefrite sapmadan istikrarlı ve dengeli bir şekilde orta yolu takip etmektir. ‘Böylece sizi orta bir ümmet yaptık’ (el-Bakara 2/143); ‘Bizi dosdoğru yola ilet’ (el-Fâtiha 1/6) meâlindeki ayetlerde olduğu gibi bu ayetteki ‘istikamet sahibi olanlar’ ifadesinde de bu husus dile getirilmiştir.’’ Yorumunda bulunuyor.

Ulema iki aşırılığın (ifrat/tefrit) ortasına istikamet/fazilet demiştir. Buna göre istikamet sahibi insan bütün davranışlarında aşırılıklardan uzak kalan, dengeli bir hayat tarzını azimle, sabır ve sebatla sürdüren kimsedir. Hal ve hareketleriyle istikamet sahibi olmayan bir kimsenin bütün gayretleri boşuna harcanmıştır. Ahlâkî nitelikleri ve huyları düzgün olmayan kişinin mânevî dünyasında gelişmesi, davranışlarının güzelleşmesi mümkün değildir. Ancak hayat boyunca her durumda istikamet çizgisinden sapmadan yaşamanın güçlüğü de kabul edilmiş ve bundan dolayı insanlardan mutlak bir istikametten ziyade imkân ölçüsünde istikamet sahibi olmalarını beklemenin daha gerçekçi olacağı düşünülmüştür.

Bu çerçevede Gazzâlî İhya-u Ulumi’d-Dîn isimli eserinde, iki aşırılıktan birine sapmadan dosdoğru çizgide ilerlemenin neredeyse imkânsız olduğunu, bu sebeple Meryem Suresinin 71 ve 72. Ayetlerini delil göstererek; sırât-ı müstakîme yakınlığın kurtuluş için yeterli olduğunu belirtmiştir. Gazzâlî devamla şöyle der: “İstikametin zorluğundan dolayı her mümin kulun günde en az on yedi defa (beş vakit namazın farzlarında), ‘Bizi sırât-ı müstakîme ilet!’ (Fatiha 1/6) diye dua etmesi bu baptandır.”

Muhyiddinî Arabî, ahlâkî hayatla ilgili istikamet kavramının yanında bir de varlık felsefesi açısından istikametten söz eder. Arabî’ye göre insanı uhrevî kurtuluşa götüren birinci manadaki istikamet, kısaca Hz. Muhammed’in yolunu izlemektir. Arabî, İbn Mâce’den alıntı yaparak bizzat Rasûlullah’ın, bazı geometrik şekiller çizerek bu yolu açıkladığını ve onun diğer peygamberlerin yollarıyla ilgisini gösterdiğini, ardından “İşte benim doğru yolum” diyerek onu istikamet kavramıyla nitelediğini belirtmiştir.

İbnü’l-Arabî’nin ‘mutlak istikamet’ dediği varlık felsefesi açısındaki istikamet ise Allah’ın yaratılış hikmetinin bütün evrendeki yansımasıdır. Buna göre bir şeyin istikameti o şeyin varlık veya yaratılış amacına uygunluğudur. Bu anlamdaki istikamet, bütün evreni kapsayan genel yasayı ve düzeni ifade eder. İbnü’l-Arabî, “Şüphesiz rabbim dosdoğru yoldadır” (Hûd 11/56) meâlindeki âyeti delil göstererek bizzat yüce Allah’ın evrenle ilişkisini de bu çerçevede açıklar. Çünkü Allah’ın fiilleri için eğrilikten, düzensizlikten söz edilemez. Ancak bazen istikamet eğrilik gibi görünebilir; zira bazı şeylerin istikameti dümdüz oluşunda değil işlevini yerine getirmesine uygun başka bir şekil alışındadır. Hz. Mûsâ, “Rabbimiz her şeye yaratılışını veren, sonra da doğru yolu gösterendir” (Tâhâ 20/50) derken her şeyin varlık yapısına uygun bir istikamete sahip olduğunu anlatmak istemiştir. Özetle İbn-i Arabi’ye göre istikamet kavramına ontolojik olarak baktığımızda, evrende sadece istikamet vardır.

Sonuç olarak insan ve cin hariç her şey varlık yapısına uygun bir istikamete sahiptir çünkü insan ve cin hariç hiçbir varlığa tercih hakkı tanınmamıştır. Eğer insan ve cin de yaşamlarının temel gayesi olan Allah’a kulluk vazifesini yerine getirme cehd ve gayretinde olursa kurtuluşa erecektir. Ne mutlu! tercih hakkını yaratılış gayesine uygun şekilde yaşayabilme yolunda kullananlara…

Wel âkibetu lil muttakîn.

 

                                       

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.