İslami Açıdan Kürt Meselesi ve Çözümü(*)
Kürt meselesinin, islami veya insani çözümünü dile getirmeden önce, bu meselenin ne olduğunu kısaca ortaya koymamız işimizi kolaylaştıracaktır.
Kürt meselesi nedir?
Kürt meselesi, Osmanlının hükümranlığındaki ve civar İslam topraklarının 1.ci dünya kapitalist sömürgeci paylaşım savaşı sonucu batılı egemenlerin plan ve dayatmalarıyla ortadoğuda seküler ırkçı devletlerin kurulması sonrası ortaya çıkmış, daha çok insani ve siyasi bir meseledir.
O aşamada ve bugün dahi coğrafi alan ve nüfus büyüklüğü açısından, bu günkü iran ve Türkiye’den sonra üçüncü büyük olan kürdistan coğrafyası ve kürtler yok sayılarak ve beş altı parçaya bölündükten sonra bu günkü devletler kuruldu.
Bu mesele, bu gün ortadoğu’da, ortalama 40-45 milyon, türkiyede ise 20-25 milyonluk mevcut bir nüfusun,yani bütün Kürtlerin, insanlık ailesi için olmazsa olmaz,en temel insan hakları ve hukuku talebi, kültür ve kimliklerini yaşama, kendilerini ve topraklarını yönetme taleplerinin; bu taleplerin insani bir düzlemde karşılanmamasının ortaya çıkardığı şiddet, terör, cehalet, geri kalmışlık, zorunlu göç,yoksulluk ve işsizliğin iç içe geçtiği çok komplike bir sorundur.
Bir bütün olarak düşünüldüğünde bu sorunun gerçek adı Kürdistan Sorunudur. Çünkü Kurtuluş savaşında Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu olan M. Kemal bu kavramı, Amasya protokollerinde olsun diğer yazışma ve konuşmalarında olsun, defalarca kullanmıştır. Çalışma arkadaşları da öyle. Ama ne hikmetse resmi tarih bunu sürekli gizli tutar.
Kürt Sorunu birkaç yıllık değil, yaklaşık yüz elli yıllık bir sorundur. Ve Sadece Türkiye’de yaşanmıyor. Sıcaklık ve dramalarının tonu farklı olsa da,Türkiye-Irak-İran-Suriye, Lübnan, Ermenistan, Azerbaycan, Rusyada.Son yıllarda yaşanan politik ve ekonomik göçler sonucu Avrupa ülkelerinde ve Amerikanın derinliklerine kadar yaşanan dinamik bir sorundur. Çok boyutlu bir sorundur.
Kapsamını şu şekil ortaya koymakta fayda var:
Sorun en başta kendi içinde temel insan haklarının ihlalini barındırır. Kimlik ve toprak talebini.Ekonomik sıkıntılar, Bölgeler arası dengesizliği.Köylülüğü ve çarpık bir kentleşmeyi.Zoraki bir göç olgusunu. Marjinal bir ırkçılık ve karşıtlığını,Güvenlik olgusunun doğru tanımlanmaması.Güç ve hukuku yanlış kullanmak,İşgal ve sınır ihlallerini,Devlet ve örgütlerin işledikleri cinayetler ve insani hiçbir izahı olmayan barbar bir terörü,Silah kaçakçılığı, Mafyalaşma,.. gibi Devasa bir coğrafyada yerel ve küresel aktörlerin art niyet ve çıkarlarına kurban edilme olgusu olmak üzere pek çok istismarı içeren Sosyolojik, Psikolojik, politik ve kültürel boyutları olan bir sorundur…
Bu nedenle Kürdistan’a ve Kürtçe şekillenmiş bir insanlığa karşı son yüzyıldır, adı hala konulmamış ahlaksız ve ilkesiz bir savaş dayatılmış durumda... Kürtlere bu savaşı dayatanların, Kürtlerle din, daha da fecisi Müslüman kardeşliği iddiası olan Türk, Arap ve Farsların faşizan bir ülkü ile şekillenmiş seküler ve ırkçı devletleridir, dememiz bir kin ve düşmanlık falan değil sadece bir malum ve marufun ilanıdır.
Bu devletler, genlerine işlemiş ötekileştirici bir faşizm ile kendi halklarını da zehirleyerek onları Kürtlerin en meşru hak taleplerine karşı dahi çok gaddar bir kin, nefret ve garazla dolduruşa getiriyorlar.
Ortalama yüz yıldır Kürdistan’ın bütün parçalarında bu sözde kardeşler tarafından Kürtlere yönelik toplu veya bireysel katliamlar yapıldı, yapılmaya devam ediyor. Yer ve yurtları yakıldı, yıkıldı, boşaltıldı. Bütün zenginlikleri, bağ bahçeleri talan, hayvanları telef, malları müsadere edildi. Kahredici bir yoksulluğa mahkûm edildiler. Zorunlu göçlere ve mecburi iskânlara tabi tutuldular. Namusları payimal edildi. Onurları ayaklar altına alındı. Haysiyetleri ile oynandı. Dil, tarih ve kültürleri ölümcül bir şekilde yasaklandı.
Bu zulme itiraz eden önemli şahsiyetleri olan âlim, şeyh, ağa, mir ve beyleri ya kurşunlarla veya darağaçlarıyla öldürüldüler. Ya sürgün edildiler veya zindanlarda çürütüldüler.
İşte bütün bu zulümlere karşı, yaşam biçimleri ve felsefeleri Kürdistan’ın kadim geleneği dindarlık yani Müslümanlık olan atalarımız ve öncülerimiz bu kirli savaşa karşı canlarını hiçe sayarak karşı koydular. Temiz bir ahlakla,sivil haklara saygı duyarak haklı ve meşru ve bir savaşla buna karşı koydular. Bu zulmü meşru müdafaa sınırları içinde onurlu bir şekilde defh etme mücadelesini verdiler.
Güçlerinin yettiği kadar Allahın haram kıldığı sınırları çiğnemediler. Çocuk, kadın, yaşlı, hasta ve din adamlarını öldürmediler. Masumlara dokunmadılar. Kimseyi tehcire zorlamadılar. Kimsenin köyünü, evini barkını yakmadılar; ekin, bağ, bahçe ve hayvanları telef etmediler. Ormanları yakmadılar. Halkın ortak kullanımı olan mallara zarar vermediler. Ammenin ortak kullanım alanı olan yerlere mayın döşemediler. Cami, kilise, havra ve okulları bombalamadılar. Hunharca eylemlerden uzak durdular.
Ahlaksız bir savaşa karşı ahlaklı bir şekilde savaştılar. İslam hukuku, insanlık hukuku ve ahlakından haberdar bir yöntem ile onurlu bir mücadele verdiler. Kürdistan’ın her şeyinin kurtulması için, haklı bir dava için, topraklarının ve gelecek nesillerinin emniyeti ve aydınlık yarınları için örnek bir duruş sergileyerek savaştılar.O önderlerimiz temiz bir mücadele ile ya sıcak kurşunlarla vuruldular. Ya da darağaçlarında şahadeti seçerek, katillerinin ahlaksızlıklarını yüzlerine karşı haykırdılar. Onlardan özür dilemediler. Tam tersine onları, yaptıklarından dolayı halkından ve kendilerinden özür dilemeye çağırarak bizlere çok saygın bir örneklik teşkil eden bir miras bırakarak şehadeti seçtiler.
Bu şehitlerin gidişinden sonra da kürt halkı hala o temiz hak arayışını sürdürüyor. Ancak şurası çok düşündürücüdür.Bu kirli savaşın inatçı tarafları yeni Kürt jenerasyonunun belli bir kesimini bire bir kendilerine benzettiler. Kendilerinin icadı olanVandal ve muhasebesiz bir terör sarmalı ile bu haklı savaşın temiz yanını törpülediler. Haklı bir savaşı kirli bir formata soktular...
Şimdi sorununun İslami çözümüne gelirsek. Her şeyden önce şunu vurgulayalım. Bu sorun islamın bizatihi kendisinden doğmuş bir sorun değildir. Yani islamın temel öğreti ve pratiğinin ortaya çıkardığı bir sorun değildir.
Şunu demeye çalışıyoruz: Bu 45 milyonluk Kürtler Müslüman ve onlara bu zulümleri reva gören devletler, insanlar gayri Müslim olsalardı veya bunun tam tersi bir durum söz konusu olsaydı, bu sorunun islamla bir bağını kurabilirdik.Oysa sorunun bütün taraflarınınMüslüman olmak gibi bir iddiaları var. Yani hem Kürtler hem de onlara bu zulmü reva görenler Müslüman olduklarını beyan ediyorlar.. Bundan hareketle herkese yapacağımız temel çağrı, Hepsinin ortak dini olan ve özünde barışı, esenliği, sulh ve selameti esas alan islamın bu konudaki ilkelerine uymaya çağırmak olacaktır.
Ayrıca bir islami çözümden söz edilecekse,kürtlerin yukarıda bahsi geçen gaspedilmiş bütün haklarının iadesini içermeyen,kendilerine dayatılan gayri insani durumu ortadan kaldırmayan bir çözüm önerisi islami olmadığı gibi insani de değildir.
Bu arada şunu da belirtelim. Kürtlerin canına okuyan vahşi kapitalizmdir,ey vallah. Buna kimsenin itirazı yok.Ancak,kominist şiddet doktrinleri ve sosyalizm adına insanlığın ve bu arada kürtlerin akıtılan kanını görmemek ideolojik bir körlükten başka bir şey değildir.Onun için ey ezilen Kürtler bekleyin. Sosyalizm gelecek sizi kurtaracak sloganı,dünya genelinde yaşanan pratikle ne kadar boşa düşmüşse, Ey kürt kardeşlerimiz bekleyin. İslam gelecek, bütün haklarınız verilecek,cennete uçacaksınız şeklindeki ütopik “islamcı savı” da en az o kadar uçuk bir savdır.
Zira ne günümüzün adı islam olan devletlerin pratikleri ne de islamcı anlayışların hiçbiri ortaya somut insani bir çözüm koyamıyor.Bir umut vaat etmiyor. Kürtler hangi ülkenin uyguladığı -Allahın muradına uygun bir adaletle- islama teslim olacaklar?İran, ırak, Suriye, Türkiye, Afganistan, Suud, Sudan, Libya örneği… Taliban,Elkaide…hangisi?
İslamın şii yorumu,islam devrimi şiarıyla 30 yıldır İranda hükümrandır.Sünni-hanefi yorumu ise Türkiyede ,Akp şahsında 10’uncu yılında gücünün zirvesini yaşıyor.
islamın özünü dünya aleme gösteren somut bir hak,adalet ve kardeşlik hukuku örneği var mı orta yerde. Gören varsa bize de söylesinler,bu kardeşlerimizin methini yapalım.Ama ne yazık ki ortada böyle bir şey yok.
Daha fecisi bunların hangisinin elleri temiz, pratikleri insancıl ve kolları şefkatli?
Adil olabilmemiz için burada masum halkların hakları ile devlet,güç, otorite ve örgütlerin uygulama ve bakış açılarını birbirinden ayırmamız gerekir.Biz Türkiye,İran,Irak,Suriye,PKK,Elkaide,Taliban gibi devlet ve örgütleri ve uygulamalarını çokça eleştirebiliriz.
Ama Arap,Kürt,Türk,Fars ve diğer halklara top yekün gavur muamelesi yapıp bir takım maslahatlar adına onları temel insani haklarından mahrum edemeyiz.Hele islam adına bunu hiç yapamayız.Yaptığımızı islama mal etmeye kalkışmamız her şeyden önce ahlaksızlıktır.
Onun için kendi kendimizi kandırmanın bir anlamı yok.Bütün bu yapıları aşan Allahın merhametli kelamı ve temiz bir insani vicdan bizim için bir umut ışığı olabilir diye düşünüyorum.
Bu bağlamda önce İslam'da savaşın amacını ve temel ilkelerini ortaya korsak bu mesele için İslami çözümün de ipuçlarını yakalamış oluruz.
İslam’da savaşın temel amacı masumiyet ve emaneti korumaktır. Bütün insanların namus, can ve mal emniyetini en az bir katl ve zayiatla korumaktır.Bu nedenle İslam'ın yani “ Kuran’ın savaş ile ilgili olarak belirlediği ilkeler şu şekilde formüle edilmiştir:
1-Haklı savaş gerekçesi ilkesi:
İslam savaşa ancak, Müslümanların can ve mal güvenliğini sağlamak, hak ve hürriyetlerini korumak, İslam'a ve İslam topraklarına yönelik saldırıları önlemek amacıyla başvurulacağını hükme bağlamıştır.
2- Adil savaş ilkesi:
Adil savaş ilkesi, savaş fiilen başladığı zaman uygulanacak bir ilkedir. Bu ilkeye göre, savaş sadece savaşa iştirak eden tarafa yöneliktir. İslam’da düşmanı öldürmekten ziyade insanı kazanmak esastır.
Bu amaçla, savaştan önce düşman İslam’ı kabul etmeye çağrılır, kabul etmezse itaat ve cizye(savaş tazminatı) teklif edilir. Düşmana sunulan bu öneriler kabul edilmediğinde Allah’tan yardım dilenerek savaşa girilir.
Savaşa girildiğinde, Müslümanlar, “Adil Savaş İlkesi”ne göre adım atmak zorundadırlar. Bu ilkeye göre, savaşta vurulacak hedef sadece düşman askerleridir. Savaş sırasında çocuklar, kadınlar, yaşlılar, yatalak hastalar, mecnunlar, sakatlar öldürülemez.
3- Savaşta aşırı gitmemek ilkesi:
İslam, savaş halinde bile, insanî değerlere itibar eder. Savaş anında, dehşet ve vahşeti sergileyen şiddetli hiddetleri mutedil hale getirir. Savaşta bile ölçüyü kaçırmamayı bir temel prensip olarak kabul eder.
İslam, aşırı ve haddi aşan tavırlara karşı müeyyideler getirmiştir. Bu nedenle, İslam hukukunda saldırıya ancak misli ile mukabele edilir; aşırı gitmek suçtur. Kur’an-ı Kerim, düşmanla yapılan yüz yüze savaşta bile, aşırı gidilmesini yasaklar.
4- Sulh ve barış ilkesi:
İslam, düşman tarafından teklif edilen sulh ve barış anlaşmalarına karşı barış ve sulh ile mukabele etmeyi prensip olarak kabul eder.
5- Esirlere iyi muamele etme ilkesi:
İslam, esirlere iyi muamele edilmesini emredir. Müslümanlar esirleri yedirmekle, aç ve susuz bırakmamakla mükelleftirler.
Savaş halinde yasak fiiller:
a) İşkence. Öldürülecek olan kimseye dahi işkence edilemez; zulüm ve işkence bütün çeşitleriyle yasaktır.
b ) Savaşçı olmayanların öldürülmesi. Savaşçı, fizik bakımından savaşabilecek kimselerdir. Bunların dışında kalanlar kasten ve doğrudan öldürülemez. Bu cümleden olarak kadınlar, çocuklar, savaşçı sahiplerine hizmet için gelmiş köleler, körler, dünyadan el etek çekmiş din adamları, akıl hastaları, yaşlılar, hastalar, kötürümler… vb’ leri öldürülmez.
c) İnsan ve hayvanların uzuvlarının kesilmesi.
d) Verilmiş söze ve yapılmış antlaşmaya aykırı hareket.
e) Savaş zarureti bulunmadıkça zirai mahsullerin, orman ve ağaçların yakılması.
f) Namus ve şereflere tecavüz, zina ve gayr-i meşru münasebetler. Düşman kadınlarının ırzına geçen sivil ve askerler zina suçu işlemiş olur ve bunun cezasını çekerler.
g) Düşmandan alınan rehineleri öldürmek. Bunlar misilleme yoluyla dahi öldürülemez.
h) Ölülerin başını veya uzuvlarını kesip teşhir etmek.
ı) Katliam. Hz. Peygamber ve raşid halifeler zamanlarında savaştan sonra esirler veya zapt olunan yerlerin ahalisi için katliam emri verildiğine dair bir tek örnek dahi yoktur. Mekke fethini müteakip Rasulullah (s.a.v.) bazı harb suçluları ve hainler dışında kalan düşmanlarını affetmiştir.
i) Kesin bir meşru müdafaa söz konusu olmadıkça akrabayı öldürmek. Akraba düşman saflarında olsa dahi öldürülmez.
j) Çiftçi, tacir, esnaf, işadamı gibi fiilen harbe iştirak etmemiş, savaş ile ilgili olmayan kimseleri öldürmek.
k) Harb esirlerini rehine almak, kalkan yapmak, onların arkasında düşmana doğru ilerlemek.
l) Bazı İslam hukukçularının açık ifadelerine göre zehirli ok kullanmak.”(1)
Bu tablodan sonra islami çözüm adına şunları vurgulayabiliriz.
İslam alimleri önce:
a)Kurânın ayetlerinden farklılıkların, farklı toplulukların hakları,toplumsal adalet ve kalıcı bir barışa dair günümüze yönelik somut bazı çıkarımlar yapabilirler.
b)Ardından Hz.Peygamberin medine sözleşmesi,Hilfül fudul pratiği ve Veda hutbesinden günümüze dair somut bazı örnekleri alabilirler.
c)sonra Raşit halifeler ve Ömer ibn Abdulazizin uygulamalarından yararlanabilirler.Sünni Müslüman dünyanın Klasik sorun çözme pratiği şu şekil formüle edilmiştir.
Kurân,Sünnet,icma ve Kıyastır.Bu tezin kaynağıda Hz.Peygamberin aşağıda okuyacağınız hadisi ve uygulamasıdır.
“Muaz bin Cebel, (r.a.) Yemen’e Vali tayin ediliince Peygamberimiz (s.a.v.) yanında bir miktar yürüdü ve vedalaşırken “Yâ Muaz, sen belki bu seneden sonra beni bir daha göremezsin. Belki dönüşünde burada benim mescidime ve kabrime ziyârete gelirsin” buyurdu. Bunu işiten Muaz bin Cebel (r.a.) hüzünle gözyaşı dökmeye başlayınca, Peygamberimiz (s.a.v.): “Ağlama, Yâ Muaz!.. Bana yakın olanlar (tam bağlı olanlar), nerede olursa olsunlar Allah’a hakkıyla kulluk edenlerdir.” buyurdu ve sonra da şöyle sordu: “Sana bir dâva getirilip insanlar arasında hüküm verirken ne ile hüküm vereceksin?” Hz. Muaz bin Cebel: “Allah’ın kitabı (Kur’ân-ı kerîm)ile hüküm veririm” dedi. “Ya O’nda açıkça bulamazsan?” buyurunca, “Peygamberin (s.a.v.) sünneti ile hüküm ederim” dedi. “Ya onda da açıkça bulamazsan” buyurunca, “İctihâd ederek, anladığımla hükmederim” dedi.Peygamberimiz (s.a.v.) Muaz bin Cebel’in bu cevabından dolayı çok memnun kalarak mübârek elini O’nun göğsüne koyup: “Elhamdülillah! Allahü teâlâ, Resûlünün elçisini, Resûlullah’ın rızasına uygun eyledi.” Buyurdu” (2)
İşte bu ölçüden yola çıkarak şu hükümler çıkarılabilinir.
1-Bütün müslümanların,bütün insanların can,namus ve mal emniyeti kutsaldır. Öyle her kafasına esen,bulduğu bahaneye sığınarak canının istediği yere bomba koyarak,suçlu suçsuz ayrımı yapmadan herkesi tarayarak kan dökemez.Can alamaz. Eğer islama göre öldürülmeleri yani kitali tahlil ediyorsak bir Mehmetciğin,bir fars askerin öldürülmesi ne kadar haram ise bir masumun canını almak gibi bir uğraşısı olamayan bir PKK’li veya bir Peşmerge kürdünün öldürülmesi de o kadar haramdır.
Kan dökmek,talan,yağma ve tecavüz herkes için gayri insanidir ve haramdır.
2-Bir müslüman için helal olan bir şey bütün müslümanlar için helaldir.Bir gayri müslime tanınan bir hak bütün gayri müslimler için geçerlidir.Örneğin Kurân ve ondan çıkarılan bir hüküm müslüman bir Türk,Arap veya Fars için neyi helal görmüşse bu genelde yeryüzündeki farklı ırklara mensup bütün müslümanlar ve özelde ise kürt müslümanlar için de helal ve geçerli bir hükümdür.
Buna anadillerini ve kültürlerini heralanda yaşayıp kullanma,milli gelirden adil bir pay alma,kalkınma, devlet,kurmak,kendi kendilerini yönetmek ve diğer insani özgürlüklerin hepsi dahildir…
Gayri müslim olan bir yahudiye tanınan bir hak diğer farklı dinlere mensup bütün gayri müslimler için de geçerlidir.
Gayri müslimlerin can,namus ve mal emniyeti gibi temel hakları ve diğer bazı özgürlükleri belli bir anlaşma çerçevesinde islam adaletinin güvencesi altındadır.İhlal edilemez.
İşte bu çerçevede bu topraklarda hak,huhuk,adalet ve barışın egemen olduğu bir yaşam formatını oluşturmak için daha ne gerekiyorsa yukarıda sıraladığımız iki maddeye eklenebilir.
Bu bağlamda bu sorunun çözümü için Kürt,Türk Müslüman âlimleri ve diğer dinlerin âlimlerinden oluşan bir barış heyeti oluşturmalı.
Bu heyet,30 yıldır Devlet ve PKK arasında akan kanın hemen şimdi durması için, ellerin tetikten çekilmesi için acilen girişimde bulunmalıdır.Bir tek gencimizin dahi-burada türk kürt kardeştir-kanının akmaması için.Yeni bir yaşamın sönmemesi için Allah,peygamber ve insanlık adına acilen müdahale etmelidir.
Kan dökmede ısrarcı olanları.Yani hakkı, adaleti ve barışı kabule yanaşmayan taraflar her kim ise, onların, Allahın sınırlarını çiğnedikleri hususunda alenen ve ısrarla uyarmalı. Onları bu yıkıcı inatlarından caydırmak için onlara karşı kürt ve türk halkını topyekûn bir şekilde, barışçıl bir ruhla direnmeye çağırmalı. Akan kanın bir an önce durması için taraflara çağrıda bulunmak için acil bir şekilde sahaya inmeliler.Bütün taraflarla çözüme yönelik çok sıkı bir görüşme trafiği gerçekleştirmeli
3.Tarafları hakk, adalet ve temel insani özgürlükleri çiğnememeye davet etmeli..
4-Allah bir Müslümana bir gayri müslime hangi hakkı vermişse bütün Müslümanları ve gayri müslimleri o hakkı kabule rıza göstermeye çağırmak.
Bu bağlamda bu heyet, mağdurların insani ve meşru olan bütün taleplerini sağlam bir hukukla güvence altına almak için ilgili taraflar nezdinde girişimlerde bulunmak gibi bir görevle yükümlüdür.
Saygılarımla.
09.09.2012
---------------------
(1) Doğal Afetler Sosyal Bilgiler Dersi -Yazarlik yazilimi.meb.gov.tr/izmir/ekim2008/hukuk.html
(2) www.Bizimsafife.org
(X) Bu yazı 8-9 Eylül 2012 günleri Diyarbakır’da düzenlenen “Kürdistan İslam Konferansı” için bir tebliğ olarak düzenlenmişti.
Ancak konferansın formatı açısından yazı biraz uzun olduğu için tebliğ olarak sunulmadı.
ufkumuz.com
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.