1. YAZARLAR

  2. Yavuz Yılmaz

  3. İslam ve Hayat
Yavuz Yılmaz

Yavuz Yılmaz

Analiz
Yazarın Tüm Yazıları >

İslam ve Hayat

A+A-

 

 

 

 


 

     İslam öğretisi her eyleme "Allah'ın adıyla" başlamayı önerir. Bu basit bir tekrar değildir, Bir bilinç, bir yöneliş halidir. Hem Allah düşüncesini hayatın içine çeker, hem de insana sorumluluğunu hatırlatır. Bu yüzden Kur’an’ın Allah’a sorumluluk bilinciyle kuşanmış insanlara hitap etmesi şaşırtıcı değildir.

     Hayat meşgalesi içinde attığı adımlarda Allah rızasını önemseyen bir insanın varlığı bile İslam açısından ümidin tükenmediğini gösterir. Çünkü İslam hayat içinde yaşayan, yaşanan hiçbir olayı dışarıda bırakmaz. Bir mümin hangi durumla, hangi zorlukla karşılaşırsa karşılaşsın, Allah’a bağlı olmanın bilinci ve sorumluluğu ile hareket eder.

     İslam sınırları belli ontolojik ve ahlaki ilkelerden hareket eden bir epistemolojiye yaslanır. Hiç kuşkusuz ahlak hayatın içindedir ve bireyin bütün eylemlerini kapsar. İnsanın yaşamında ahlakın erişemediği, ilgilenmediği, dışında kalan hiçbir eylem biçimi yoktur.

     Herkes eleştiriye açık olmalıdır. Hakaret etmeden, küçümsemeden, aşağılamadan tatlı dille tartışma Kur’an mantığına uygundur. Tartışma kazanma hırsı ve kaybetme mantığının olmadığı bir ortamda gerçekleşmelidir. Bu mantığın egemen olduğu bir tartışma hakikati arama amacından sapar ve nefsi tatmin etmenin aracına dönüşür. Böyle bir tartışma kuşkusuz boş bir tartışmadır ve ondan kaçınmak gerekir.

     Hz. Peygamber gerek Hıfûl Fudul gerekse Medine Vesikasına katılan tarafları kendi kimlikleri içinde kabul etmiştir. Sol, sağ, liberal ve muhafazakar entelijansiya İslamcıları kendi söylemlerine yaklaştıkları ölçüde kabul ediyorlar. İslamcılar da İslam’ın bütünselliğini ihmal ederek bu gözlükle Kur'an'a yaklaşıyorlar ve yeni bir okuma yapıyorlar.

     Asıl olan herkesin kendisi gibi kalarak diğeriyle temasa geçmesi ve haksızlıklar karşısında birlikte mücadele etmenin yollarını aramasıdır. Birinin diğerine benzemesi şeklindeki bir birlikteliğin çok anlamlı olmayacağı açıktır. Çünkü hayat çoğulcudur ve bunu tek tipleştirmeye çalışmak ilahi iradeye aykırıdır.

     Türkiye'de yaşayan aydınların en önemli sorunu yaşadıkları, yaptıkları ile düşünceleri arasındaki boşluktur. Bu yaklaşım bir kesime ait olan bir yaklaşım biçimi değildir. Müslümanların da en önemli sorunu inandıkları ilkelerle yaşadıkları hayatın örtüşmemesidir. İnanılan ilkeler hayatta karşılık bulmuyorsa, soyut birer ilkeye dönüşürler. Hayatta bir karşılık bulamayan ilkeler ikircikli davranışlara sebep olur ve giderek kişiliği tahrip eder. Bu tür insanların kendilerine yararı olmadığı gibi, başkalarını da etkilemesi mümkün değildir.

     Kendini muhalif olarak tanımlayan (anti-kapitalist Müslümanlar) yeni İslamcılık, toplumsal olanı hiç dikkate almadan sadece oluşturdukları okuma üzerinden toplumu değerlendiriyorlar. Kendi dışındaki İslamcıları iktidar dili kullandıkları için suçluyor, buradan meşruiyet oluşturmaya çalışıyorlar. İktidarın her yaptığını olumsuzlayarak kaşı tavır takınan İslamcılığın, sadece iktidarı destekleyen İslamcılarla aralarındaki mesafe artmıyor, eleştirilerinde adalet ve tarafsızlığa riayet etmedikleri için toplumla da arası gittikçe açılıyor ve marjinalleşiyorlar. Doğru yaptıkları eleştiriler de kullandıkları dışlayıcı dil dolayımında etkisini kaybediyor.

     Birde her iktidar kötüdür anlayışından hareket eden İslamcı anlayışlara rastlanıyor. Bu iddiayı temellendirmek için İslam tarihini yeniden okumaya koyuluyorlar. Hz. Ömer Ve Hz. Ebubekir gibi temelde kabul gören iktidarları bırakın, Hz. Peygamberin Medine'deki arayışlarına da itiraz ediyorlar. İslam tarihindeki olumsuz uygulamalar onları her tür iktidara karşı anarşist bir tavır almaya zorluyor. Oysa bir felsefi sistem olarak her tür ahlaki, dini ve hukuksal kuralı insan özgürlüğünü yok eden ve ortadan kaldırılması gereken ilkeler olarak görmenin hiçbir ahlaki ve dini temeli yoktur.

     Müslümanlar iktidar hırsının getireceği olumsuzluklardan ve haksızlıklardan uzak durmalıdır. iktidar hırsı öyle bir şeydir ki, Bedir Uhud ve Hendek'te yan yana savaşmış insanları bile kısa bir süre sonra karşı karşıya getirir. Aynı safta savaşmış sahabeler bir şekilde karşı karşıya gelir. İktidarla sınanmak zor iştir. Sınanmadığımız süreçler üzerine konuşmak kolaydır. Bu yüzden ne düşündüğümüzden dolayı değil nasıl davrandığımızdan dolayı hesaba çekileceğiz bilinciyle hareket edilmelidir.

     Devrimci retorik kullanmanın kolay ancak bunun gerektirdiği yaşam biçimine katlanmanın zor olduğunu bilmek gerekir. Elimizde içinde her aracın son çıkanı bulunan evimiz, bindiğimiz son model arabamız, elimizde son model cep telefonumuz, kendisinden asla taviz vermediğimiz ,veremeyeceğimiz yaşam standardımız; dilimizde Ebu Zer ve Hz. Hüseyin'in şahadeti. Hayat bu kadar büyük çelişkiyi affeder mi? Herkes şu sorudan ısrarla kaçıyor: "Dilimde olan Ebu Zer ve Hz. Hüseyin'i kalbimde ve pratik hayatımda rehber edinebilir miyim?" Onlar kadar basit bir hayat yaşamaya hazır mıyım? Toplumsal bir mücadele için ailemden, servetimden, arabamın konforundan ve en önemlisi kendimden vazgeçebilir miyim? Cevabınız hayırsa eğer, en kolay yolu seçin ve son model arabanızla pikniğe giderken Kasetçalara Ebu Zer'i konu alan bir devrimci türkü veya Hz. Hüseyin'in Kerbela’da karşılaştığı zulmü dinlendiren bir mersiye koyun ve utanmazsanız eğer biraz hüzünlenir gibi rol yapın. Oysa bu ikiyüzlü tavır bir Müslümanın asla içine düşmeyeceği bir durumdur.

     Günümüzde çoğu Müslüman diliyle söylediğini yapmamanın, yapamamanın trajik gerilimini yaşıyor. Bu gerilim Müslümanların bilinçlerini bölüyor ve yaralıyor. Dilerde kefeni bile bulunmayan sürgün ve onurlu muhalif Ebu Zer, kalbimizde Muaviye'nin sarayı. Hayat bu çelişkinin doğurduğu bunalımı kaldırabilir mi?

     Galiba sahici ideolojilerimiz, uğruna çarpışacağımız ideallerini kalmadı. Hayat her şeyi basitleştirdi. İdeallerini gündelik hayatımıza değmeyen fikirler olarak yaşıyoruz. Anne-babasına saygı göstermesi beklenen Müslüman onu evinden uzaklaştırmak için çırpınıyor, ekmeğini bölünmeyi hayatın ilkesi gören Müslüman ve sosyalist birey yanı başındaki fakire dudak büküyor, Liberal rekabetten korkuyor. İnançların, ideolojilerin bu kadar sığ algılandığı bir toplumda hakikat mücadelesi yapılabilir mi? Bu noktada yapılacak ilk şey inanç ile hayat arasındaki mesafeyi ortadan kaldırmak çabasına girmektir.

     İslam hayattır ve hayatın içinde uygulanmasıyla anlam kazanan değerler bütünüdür. Bir yandan uygulanan laiklik politikalarıyla hayatın dışına itilmeye çalışılan yaklaşımla, diğer yandan dini araçsallaştırarak menfaati için kullanana çevrelerle mücadele etmek gerekir.

     Aslına bakılırsa daha kapsamlı bir sorun Müslümanların modern dünyadaki geleceğini belirleyecektir. Bu soru, İslam’ın modern dünyaya cevabı nedir? Sorusudur. Müslümanlar modern dünyaya uyum mu sağlamalı, onunla çatışmalı mı,yoksa onun sorunlarını aşmaya mı çalışmalı. Öyle görülüyor ki, bu üç tavrında sorunlu yönleri vardır.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.