İNSAN, FUCUR VE TAKVA
“Sonra ona (insana) fücurunu da, takvasını da ilham edene (andolsun)” (Şems, 8)
İnsan ki, yaratılış itibariyle “ esfele safilin” ile “eşrefi mahlûkat” arasında çok geniş bir seyir çizgisi çizerek yaşamaktadır! Rabbimiz, bu vesileyle insana çok geniş bir özgürlük alanı bırakmıştır. İnsanoğlunun bu alanda istediği gibi yaşayabilme, tercihlerde bulunabilme serbestiyeti vardır. Elbette ki tercih ettiği hayat şeklinin/serbestiyetinin/yaşam tarzının da gerektirdiği belli bir sonucu vardır. Bu sonucu göz önünde bulundurarak, takvalı bir hayat tercih eden kişi İndi İlahide eşrefi mahlûkat derecesine yükselebilmekte ve ahrette de sonsuz nimetlere mazhar olmaktadır. Lakin fücuru tercih ederek hayatını yaşayan kimse ise, kendi iradesi ile henüz bu dünyada iken bile bedbaht olmakta ve elbette ki ahrette de esfele safilin derekesine düşmekte ve sonsuz bir cezaya çarptırılmaktadır.
İnsanoğlu, elbette ki başıboş kalsın diye yaratılmamıştır. “İnsanoğlu, kendisinin sahipsiz, sorumsuz ve başıboş bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyame, 36) İnsanın, irade sahibi olması, alternatifler arasında tercihlerde bulunması, yeryüzünün kendisine müsahhar kılınması, akletmesi, fikretmesi gibi Rabbi tarafından pek çok nimetlerin kendisine verilmesinin elbette ki bir karşılığı olacaktır! Hakeza pek çok canlı-cansız varlığın da insanın hizmetine sunulması gibi üstün vasıf ve özelliklerle donatılması, tabii ki bir takım sorumlulukları yerine getirmesini gerektirecektir. Bütün bu özellik ve güzelliklere binaen kendisinden istenen bazı hal ve hareketleri şöyle sıralayabiliriz;
*Nefsini temize çıkarmaya çalışarak, kendisini müstağni görmemesi,
*Rabbine gereği üzere kulluk etmesi,
*İnsanlar arasında fesat, huzursuzluk, kargaşa… gibisini çıkarmaktan uzak kalması,
*Yardımcı olması gereken kişi ve yerlere yardımda/infakta bulunması,
*Sılayı rahmi kesmemesi, akrabalık ilişkilerine dikkat etmesi, müşfik olması,
*Üzerine düşen toplumsal ve ailevi sorumluluklarını bila istisna ifa etmeye gayret göstermesi,
*Özellikle insanlarla ve çevresiyle olan ilişkilerinde adalet üzere daim olması…
*Elinden geldiği, gücünün yettiği kadarıyla iyiliği tavsiye, kötülüğü nehyetmesi…
Evet, inancımız, Rabbimiz katında sorumluluk sahibi bir insan olmamızı, bu ve benzeri hal, hareket, tutum, tavır ve davranışlar sergilememizi gerekmektedir.
İnsan, aynı zamanda gerçekten çok nankör bir varlıktır. “…Doğrusu insan, çok zalim, çok nankördür!” (İbrahim, 34) Bu nankörlüktür ki, insanın yeryüzünün imarı ile meşgul olması gerekirken; ne yazık ki yeryüzünü imha etmekte, harap ve talana kalkışmaktadır. Kendi hemcinsi ile arasında adaleti tahakkuk ettirmek ile sorumlu iken; hemcinsi ile arasında zulüm yoluna gitmektedir. Kendisi için istediğini, karşısındaki insan/insanlar için de istemesi, bu uğurda uğraş vermesi gerekirken; kendi çıkar ve menfaati için karşısında olan kişiyi/kişileri yok sayma, yok etme yoluna dahi başvurabilmektedir. Fücur üzere olmanın kaçınılmaz sonucu olarak insan; adaletsizliğin, haksızlığın, zulmün ve vicdansızlığın envai çeşidine fütursuzca başvurabilmektedir.
“Ve de ki; Hak Rabbinizdendir! Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Şüphesiz Biz, zalimlere bir ateş hazırlamışız! Onun duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır…” (Kehf, 29)
İnsanın, fıtratını bozup fücuru seçmesi anlaşılacak bir şey değildir. Akıl sahibi bir insanın fıtratını koruması, Rabbi tarafından sorumlu kılındığı hayat şekli üzere yaşaması, insan olmanın tabii zorunluluğudur! Fücurun seçilmesi, gerek fert için ve gerekse toplum/insanlık için yokluğa, hiçliğe, felakete bir gidişi seçmesi demektir. Rabbani ihtar, emir ve ölçüler göz ardı edildiği zaman, insanın fücura kapılması, batıla sapması kaçınılmaz olmaktadır. Gerek ferdi hayatta ve gerekse sosyal hayatta; gerek ekonomide ve gerekse eğitimde; gerek adalette ve gerekse maarifte/marifette, elhasıl ferdi ve toplumsal hayatın tüm veçhelerinde İlahi ölçüler temel alınmalıdır. Aksi halde fücurun insanın hayatının temel dinamiği olması, insanı/insanlığı helake sürüklemesi kaçınılmaz acı sonucu olacaktır!
Aslı itibariyle fücur, insanda arızidir. Asli olan, insana yön ve şekil vermesi, muhteva kazandırması gereken esas etken takvadır. Yaratan, insana ilişkin emir ve yasaklarında fücura dair uyarı var iken, takvaya dair ise teşvik bulunmaktadır. İnsanın gerek bu dünyada ve gerekse ahret hayatından insana yakışır bir hayat yaşayabilmesi için kişiyi takvayı tercih etmeye teşvik vardır. Mutlak surette bilinmelidir ki takva yönü bırakılarak, fücur yönüne yönelen insan, yeryüzünün en vahşi, en zalim, en gaddar varlığına dönüşmektedir.
Oysaki iman edenler, Rabbimiz tarafından ne güzel tarif buyrulmaktadır! “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz! İyiliği emreder, kötülükten alıkoymaya çalışır ve Allah’a inanırsınız…” (Ali İmran, 110)
Takva ve fücur, yaratılış olarak insanın iki yönünü ifade etmektedir. Kişi bu iki yönünden hangisini desteklerse, kişi o yönde gelişim göstermektedir. Desteksiz bırakılan taraf ise gittikçe zayıf kalmakta ve zamanla belki de işlevsiz kalmaktadır. Bu özellik, insanoğlunun var olduğu ilk günden beri var olagelmiştir. Bu iki haslet, insanlar arasındaki kavgaların, savaşların, katliamların, vurgunların ve sürgünlerin ana kaynağı olmuştur. İlk insan ve ilk peygamber Hazreti Âdem ile İblis arasındaki çatışmanın kaynağı, İblisin fücuru tercih etmesinden kaynaklamıştır. Hakeza Habil ile Kabil arasındaki kavganın da ana kaynağı, Kabil’in fücuru seçmesindendir.
Fücur, insanın tarafından işlenen ve Allah indinde her türlü hak tanımazlık, sapkınlık, asilik, bağilik, şakilik ve benzeri tüm kötülüklerin toplamıdır. Fücur, kişinin en başta yaratanına karşı haddini aşması ve bilahare yaratılmışlar karşısından, hukuksuzluklar işlemesi, gasp ve tecavüzlere yönelmesi, haksız kazanç ve konumlara yönelmesidir.
Tarih boyunca yeryüzünün ifsada uğraması, insanlık âlemimin onca mezalimlere maruz kalmasının temelinde fücur yatmaktadır. Hayatı bu dünyadan ve dünyevi zevk ve eğlencelerinden ibaret sanan gafil güruh, her daim fücur üzere olmuş, hak ve hakikatin amansız düşmanı olagelmişlerdir! Tarihteki büyük zalimler, tiranlar, krallar hep takvayı yok saymış ve fücuru temel dinamik edinmişlerdir!
“Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de, şer ile de deniyoruz. Ve sonunda bize döndürüleceksiniz!” (Enbiya, 35)
İnsana fücurun da, takvanın da ilham edilmesi elbet ki bir imtihan vesilesidir. Bu imtihanı geçmek, başarılı olmak veya olmamak ise insanın özgür iradesine bırakılmıştır. Dersine çalışan bir öğrencinin sınıfını geçmesi ve dersine çalışmayan öğrencinin sınıfta kalması gibi, fücuru tercih eden mücazatla, takvayı tercih eden ise mükâfatla karşılaşacaktır.
Takva üzere yaşayanlardan olmak dilek ve dualarımla…
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.