1. YAZARLAR

  2. Ali Bilmez

  3. İmam olmak veya İmamlık yapmak
Ali Bilmez

Ali Bilmez

Yazarın Tüm Yazıları >

İmam olmak veya İmamlık yapmak

A+A-

 

Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (s.a.s) yaşadığı Mekke toplumunda, peygamber olmadan önce el-emin vasfını almıştı. Doğru sözlüydü. Ticaretinde güvenilirdi. Peygamber olarak vazifelendirilip, kendisine vahy olunanı tebliğe başlayınca da kimse ona sen yalan söylüyorsun demedi, diyemedi. Ancak ve sadece sen büyülenmişsin dediler, diyebildiler.

Mekke müşrik toplumunda hiç kimse Peygamber efendimiz ve arkadaşlarının yaşantılarından yola çıkarak dile getirdikleri Allah’ın mesajını, Kur-an’ı yalanlayamıyorlardı. Ya da onların yaşantısına bakarak onların dile getirdikleri mesajı kötülemiyor veya o mesaja karşı bir cephe almıyorlardı. Sadece ve sadece gelen mesaja açık bir düşmanlık sergiliyorlardı. Zira sahip oldukları makam, bulundukları mevki ve nam salmış itibarlarının, haksızlık ve zulüm üzere kurulu binasının temellerini sarsıyordu gelen mesaj. Bunun farkındaydılar ve bu mesajın doğuşunu bu sebeple hazmedemiyorlardı.

Ancak günümüzde durum bunun tam zıddı bir hal almış gibi. Kur-an’ın söylediğine kimse bir itiraz, getirmiyor, getiremiyor. Kur-an’ın Allah’ın kelamı olduğuna ve doğruyu söylediğine dair ciddi bir itirazı görmek, duymak neredeyse imkânsız. Ancak yaşantılarıyla yürüyen, konuşan, davranan birer Kur-an olması gereken Müslümanlara bakıp dolaylı olarak Allah’ın sözüne dil uzatanları, üstüne söz söyleyenleri, Allah’ın sözden soğuyanları bulmak, görmek maalesef ki pek mümkün bir hal aldı.

Hiç şüphesiz ki toplumlara yön verenler, o toplumun okuyup yazanları, öğretmenleri, imamları, önderleridir. Yani çokluğa ve çoğunluğa rağmen bir avuç insanın iyi ya da kötü olması ile tüm bir toplum ya ifsat olabiliyor ya da ıslah olabiliyor. Bu da demek oluyor ki bilenlerin sorumluluğu kat be kat daha fazladır ve tabiri caiz ise sadece kendi bacaklarından asılmayacaklardır.

Bu yazıda, özelde imamların sorumluğuna/sorumsuzluğuna dair yaşanmış bir iki örnek ile olanı ve olması gerekeni bir nebze olsun dile getirmeye çalışıp her bir Müslümanın sorumluğunu hatırlamaya, hatırlatmaya çalışacağım inşallah.

Yer: Ömer Nasuhi Bilmen Eğitim Merkezi – Erzurum

Halka açık olmasına rağmen, konaklayanlarının ekseriyetini hizmet içi eğitim almak amacıyla çevre illerden gelen imamların oluşturduğu bu misafirhanede bir vesile ile birkaç gece konaklama durumum olmuştu. Aktif olarak imamlık vazifesini yapan birçok imamın bir arada konakladığı bir mekânda doğal olarak insanın beklentileri de farklılaşıyor. Sevgi ve saygının simalarda aydınlığa, muhabbetin gönüllerde sıcaklığa, hak ve hukukun davranışlarda kıyama durduğunu görmek ve hissetmek istiyor insan doğal olarak. Ancak ne yazık ki bu saydıklarımı görmeyi bırakın, sıradan insandan dahi beklenmeyen birçok davranışın bu ortamda tecellisini müşahede etmek mümkün ve üzücüydü. Belki çok basit olacak ama hassasiyeti ve beklentiyi örneklemesi açısından bir yaşanmışlığı da aktarmak istiyorum. Sabah kahvaltısında çay ve kahvaltılık almak için sırada bekliyorum. Önümdeki imam efendinin alacaklarını almasın beklerken, başka bir imam efendi gelip önüme geçti ve nimet sahasına sert bir dalış yaptı. Her halde acelesi vardır diye düşünürken başka bir imam efendi de aynı sertlikte ve kıvrak bir beden hareketi ile peynir ve zeytinlere ulaşmanın inanılmaz zevkine erdi. Bu arada benim gibi başka bir kişinin daha taaccüp ile beklediğini ve gözlem yaptığını fark ettim. İmam olmadığı her halinden belliydi! Onunla bir ara göz göze geldik ve gülümsedik. Sabır ile bekleyişimizi birer bardak çay ile taçlandırırken oturduğumuz masalarda sanırım ikimizin de aklında aynı soru belirmişti. Acaba bu eğitim kurumunda imamlara toplum içinde hak ve hukuka riayet etme ile nezaket dersleri de verilse iyi olmaz mı?

Yer: İstanbul – Başakşehir’de bir cami

Kayınbiraderim, nişanlısı ile resmi nikahını kıydıktan sonra bir de dini nikah kıymak istiyordu. Mahalledeki camiden imama durumu arz edip, onu davet etme görevini ben üstlendim. Zira namaz, tesbihat, vaaz, hutbe ve benzeri tek yönlü ve tepeden monologlara maruziyetten ziyade bir de camideki imam ile direk diyaloğa geçmeyi, ona bir talep iletmeyi ve onun bu talebi değerlendirme biçimini görmek, yaşamak istiyordum. Akşam namazını eda edip tesbihatı yaptıktan sonra ekseriyeti yaşlılardan, çoğunluğu göçmenlerden, miktarı tek saftan oluşan cemaatin, camiyi hızlıca terk etmelerine müteakip imam efendiye yaklaşıp “Allah kabul etsin Hocam” dedim. “Zamanınız varsa bir hususta yardımınıza talibim.” “Buyur dedi” imam efendi.

- “Kayınbiraderim için nikah kıyabilir misiniz?

- Nerede oturuyorsunuz?

- Burada. Bu mahallede.

- Ben nikahlara gitmeyi, nikah kıymayı pek tercih etmiyorum.

- Nasıl? Yani neden? Sadece resmi nikahın yeterli olduğunu mu düşünüyorsunuz? Yoksa önce resmi nikahın kıyılmasını mı görmek istiyorsunuz? Tercih etmeme sebebiniz nedir? Eğer mahsuru yoksa öğrenebilir miyim?

Benim kafamda değişik hassasiyetler sebebiyle bu ve buna benzer daha birçok soru işareti belirmişti. Ama meğerse imamın hassasiyeti farklıymış. “Buyurun isterseniz odamda oturup konuşalım” dedi ve beni makamına davet etti. Caminin içindeki kilitli imam odasına geçtik. İmam efendi makam koltuğuna geçip oturdu. Ben de hemen onun önündeki kanepeye oturdum.

- “Daha önce birkaç nikahta sıkıntı yaşadım ve artık nikahlara gitmiyorum.” Diyerek tekrar söze başladı imam.

- Nasıl sıkıntılar yani? Farklı nikah talepleri, boşanma, kavga ve benzeri şeyler mi oldu? Diye sordum.

Tabi benim aklım hala fikri, akidevi, sosyolojik ve ideolojik sebeplerle meşgul. Böyle bir beklenti ile güzel ve bereketlibir muhabbetin de olacağını düşünüyordum.

- “Para vermeyenler oldu. Paranın miktarını tartışanlar oldu.” Deyiverdi imam efendi.

İşin rengini ve imamın hassasiyetini, üstüme önce bir kazan kaynar su akabinde de bir kazan buzlu su dökülmüşçesine öğrenmiştim. Acıydı, acıklıydı ve acınası bir durumdu bu. Akşam ve yatsı namazı arasındaki kısıtlı vakitte ve bilgimin el verdiği ölçüde olan ve olması gerekeni imam efendi ile konuştum, konuşmaya çalıştım. Allah’tan imam efendi gençti ve diyaloğa açıktı. Konuştuk, konuşabildik. En nihayetinde nikah kıyılmış, imam mutlu olmuş! Ve ben üzülmüştüm.

Sebebi her ne olursa olsun imamlık sadece maaş için yapılabilecek bir meslek değildir ve olmamalıdır da. Sadece imam olan değil, imamlık yapan birçok dostum, abim, arkadaşım var. Onları ve bu hassasiyete sahip olan tüm imamları elbette ki tenzih ederim. Allah’ın selamı ve selameti onların üzerine olsun.

Ancak imam olup da imamlık yapmayan/yapamayan cami görevlilerimiz olduğu sürece yukarıda sadece iki örneğini verdiğim durumların benzerlerini hep görmeye, yaşamaya devam edeceğiz. Tabi bu işin belki de en basit boyutu. Asıl en hazin boyutu ise insanların gözünde İslam’ın birer temsilcisi konumunda olan imamların yaşantılarıyla sergiledikleri kötü örnekliklerdir. Elbette ki Kur-an ile ebediyen var ve tek olacak olan İslam dinine hiç kimsenin bir halel getirmesi mümkün değildir. İmam olup imamlık yapamayanların da.

Ancak İslam dinine mensup olup Müslüman vasıflı olan her birimizden biraz daha fazla hassasiyete sahip olması gerekir imamların. Zira onlara bakıp kalbi İslam’a ısınan veya tersi şekilde İslam’ın mesajından soğuyan birçok kişi oluyor, olabiliyor.

Rabbim cümlemiz ıslah olanlardan, İslam çizgisi üzerinde ayağı sabit kalanlardan eylesin. Âmin.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum