1. YAZARLAR

  2. Mehmet Taş

  3. İlahi İstikamet ve Güncel Savrulmalar
Mehmet Taş

Mehmet Taş

Yazarın Tüm Yazıları >

İlahi İstikamet ve Güncel Savrulmalar

A+A-

     İnsanın bu dünyadaki esas görevi, istikamet üzere bir hayat sürdürmesidir. Rabbi Zülcelâl’dır ki; insana istikameti çizmiştir. Ve insan, bu rabbani istikamet vesilesiyle insani erdemliklerini hayatında daima diri tutar, insani bilinç ve bilgisini muhafaza eder, insani şeref ve haysiyetini idame ettirir. Bu görevinin/istikametinin önemine binaendir ki; kıldığımız namazın her bir rek’atında rabbimize şöyle niyazda bulunmaktayız: ”(Ey Rabbimiz) Bizi sıratı müstakim üzere daim kıl.” (Fatiha, 6)

     Sıratı müstakim; her türlü yanlışlıklardan, eğriliklerden beri olan bir yoldur. Yüce yaratanın gösterdiği istikamettir ki; insanı, cahili olan her türlü süfli karanlıklardan alarak, ilahi olan mutlak aydınlığa ulaştırır. Bu mutlak aydınlığa ulaştırmanın sayısız göstergeleri, işaretleri vardır. Bu göstergelerin önemli olanlarından bir kısmı da, bizlerden önce bu dünyaya gelmiş olan bir takım kavimlerdir. K i bu kavimlerden dosdoğru istikamet üzere yaşayarak nimetlendirilmiş olanların olduğu gibi; batıl üzere olup, helak olanlar da vardır. İbret ve dersler almak ise akıl sahiplerinin düşer, onların işidir.

     İstikamet sahibi olmayanlar; hakka ve hakikate gözlerini yumanlar, kulaklarını tıkayanlar, kalplerini kapayanlar, dalalete düşenler, batılı hakka tercih edenler ve gazaba uğrayanlardır. Yine insanlık tarihinde bu türden olan pek çok kavim de, Qur-an’ı mübinde zikredilmektedirler. Bunların ne tür hal ve hareketlerde bulundukları, hangi sapkınlıklara saplandıkları, ne tür rezillik ve sefillikler irtikâp ettikleri, nasıl iştigallere düştükleri ve nasıl sonuçlara müstahak oldukları da yine mübeyyin kitabımızda açıkça beyan olunmaktadır.

     Tarihi tecrübeler göstermektedir ki; istikamet sahibi olmayan insanlar, her türlü hadsizliği irtikâp ederler. Her türlü bağnazlığı işlerler. Her türlü zulüm ve zorbalığa hiçbir sınırlılık ve sorumluluk duymadan başvurmaktan hiçbir beis görmezler. Nihayetinde istikamet sahibi olmayan insan, serseri mayın gibidir. Hiç bir dengesi de olmaz, ölçüsü de olmaz. Nerede, ne zaman, nasıl infilak edeceği belli olmaz. Haktan gafil bir şekilde, bu mayın ile zamanını geçirenler/istikametsizler, er veya geç muhakkak elem verici sonuçlara maruz kalırlar. “İşte haddi aşanları, Rabbinin ayetlerine inanmayanları biz böyle cezalandırırız. Ve muhakkak ki ahret azabı(Dünya azabından) daha şiddetli ve daha devamlıdır.” (Taha, 127)

     Âlemlerin rabbi, insanı yaratırken tam da bir ölçü ve denge üzere yaratmıştır. Kaldı ki kâinat, küllen bir ölçü ve denge üzeredir. Bu dengenin koyucusu ve koruyucusu/devam ettiricisi elbette ki Rabbi Rahmandır. İnsanoğlu da dâhil her şey bu dengenin ölçüleri içerisinde olmak durumundadır. Bu ölçüyü kaçıranlar( ki bu durum sadece insanlar için mümkündür) elbette ki düzensizliği ve aykırılığı ceremesini de çekmek zorunda kalacaklardır. “Yeryüzünü düzgün bir şekilde yarattık ve oraya sabit dağlar yerleştirdik. Orada hikmetle ölçülmüş her şeyden bitkiler bitirdik.” (Hicr, 19)

     Bu koskoca kâinat içerisinde insanoğlunun ayrı bir yeri ve önemi vardır. Bu önem ve yerinin muhafazası, ancak ve ancak istikamet sahibi olmakla muhafaza edilebilinir. İnsan, yeryüzünün en yetkin varlığıdır. Yeryüzündeki bütün nimetler insanoğluna müsahhar kılınmıştır. Elbette ki insanoğlu da bu nimetleri nefsince kullanma, savurma liyakatine sahip değildir ve olamaz, olmamalıdır da. Zira öyle bir sorumsuzluk ve savurganlık sahibi kılınmış olsaydı; ne yeryüzünde bir tabii düzen kalabilirdir ve ne de insanlar arasında bir düzen, bir adalet, bir hukuk olabilirdi. İnsanlar arasında bir disiplinden, bir samimiyet ve sadakatten bahsedilmez olurdu. “Medyen halkına da kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik).’Ey kavmim, dedi. Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi. (Şöyle ki): Ölçüyü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin. Düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın; eğer inanan (İnsan)lar iseniz, böylesi sizin için daha iyidir.” (Araf, 85)

     Yirmi birinci asrı yaşamakta olduğumuz şu zamanlar; insanlık, en gelişmiş halini yaşadığını var saymaktadır. Teknolojik olarak, ekonomik olarak doğrudur. Ya insanın kendisi olarak? Ya insanın kişiliği, insani değerlerin korunması olarak? Ya insanın madde karşısındaki konumu olarak? Evet, bu soruları oldukça çoğaltabiliriz. Fakat alacağımız cevapların tümünde insanın mutlak kayıpta olduğu olacaktır. Dolayısıyladır ki, dünyaya hâkim olan beşeri görüş ve ideolojiler, insanoğluna ağız dolusu kan kusturmaktadır. İnsanlığın bu içler acısı hali, pek düzeleceğe dair bir umut da verememektedir. Zira ihtiras, ihtirası doğurmakta; düşmanlıklar körüklenmekte, nefis gittikçe daha da azgınlaşmaktadır. Vicdanlar gittikçe katılaşmakta, idrakler kapanmakta, mazlum, daha da mazlumlaşmakta, zalim da daha da azgınlaşmakta ve bu iki güruh arasındaki uçurum daha da belirginleşmekte ve keskinleşmektedir. İşte bütün bunlara bağlı olarak da kin, nefret, intikam, düşmanlık gibi duyguları daha da artmaktadır. Toplum ve toplumun içindeki kötülük mahfilleri, toplumu iğfal etmenin, toplumu sömürmenin, kendi süfli emellerini gerçekleştirmeye yönelik rant devşirmenin ‘bayramını!’ zevkle ve şevkle yaşamaktadırlar. Türemekte olan çağdaş Nemrutlar, Firavunlar, Karunlar, Ebu Cehiller, Bel’amlar; (günümüz insanlarını/mazlumlarını) eskilerini mumla aratır duruma getirmektedir. “Karun, Musa’nın kavmindendi. Sonra onlara azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü, kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona demişti ki: ‘Şımarma!’ Bil ki Allah şımarıkları sevmez!” (Kasas, 76)

     Evet, istikameti, gereği gibi Rabbimizden almalıyız. Unutulmamalıdır ki; her kim istikameti Rabbinden değil de başka yerlerden ararsa, eninde sonunda muhakkak kaybedenlerden olacaktır. Hidayet üzere olmamanın vereceği hiçbir kalıcı fayda yoktur. Bu konuda her bir Müslüman, en başta kendi kendisini hesaba çekmeli, sorgulamalıdır. Kıldığı namazın (günde en az on yedi kere) her rek’atında tekrarlama durumunda olduğu istikamet isteğinin, gerçek manada bahtiyarlığını yaşamalıdır. Ki insan, hem Rabbi ile hem toplum ile ve hem de kâinat ile bir ünsiyet içinde olabilsin. Allah(cc)’tan bahşedilen tevhidi, bir bütün olarak yaşayabilsin/yaşanabilsin. Sadece insanlar arasında deği;, kozmik barış, huzur, düzen ve intizam kurulmuş olunabilsin.

     “Bir zamanlar Rabb’in meleklere:’Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti. (Melekler): ’A!.. Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tespih ediyor ve seni takdis ediyoruz’ dediler. (Rabbin): ’Ben sizin bilmediklerinizi bilirim’ dedi.” (Bakara, 20)

     İnsanoğlu istikametini Rabbinden almadığı her hal ve durumda baği olmakta, asi olmakta ve haddi aşmaktadır. Zira ayeti kerimede de ifade buyrulduğu üzere bu türden insan bozgunculuk yapmıştır veya yapacaktır. Ama istikameti Allah(cc)’tan alanlar, elbette ki müstesnadır. Bu bağilik, şakilik, asilik günümüz dünyasında en şiddetli haliyle yaşanmaktadır. Bu şiddet hassaten de İslam âlemini yakıp, kavurmaktadır. Unutulmamalıdır ki bu hazin tablonun yaşanmasında topluca ümmet olarak vebal altında olduğumuz gibi, fert olarak da her bir Müslüman aynı şekilde sorumluluk altındadır, vebal altındadır. Bununla ilgili olarak ferdi sorumluluğumuz hakkında, kâinatın efendisi ne güzel buyurmuştur: ’Dil istikamet üzere olmadıkça kalp, kalp istikamet üzere olmadıkça iman müstakim olmaz.’ (Müsned, Ahmed b. Hanbel) Rabbinden istikamet istenirken, elbette ki bir teslimiyet üzere istemek gerekir. Ki bütün bir benliğiyle, duygu düşünce ve hissiyatıyla, teorik ve pratiğiyle, eylem ve söylemiyle dosdoğru istikamet üzere olunabilsin. Aslında her bir, mümin bunun dışında herhangi bir hal veya hareket üzerinde olması da düşünülemez, olmamalıdır. Tabii ki aslı itibariyle!.. Günümüzde olduğu şekliyle değil…

     Fert, fert ve ümmet olarak istikametimizi gereği gibi düzeltebilmenin endişe ve çabalarına yeniden başlamak durumumdayız. En makul haliyle inanmanın; inandığını en makul haliyle yaşamanın; yaşadığını da en makul haliyle tebliğ etmenin cehdine girilmelidir. Ancak bütün bir ümmet olarak ancak böylesine bir kalkışla, hem kendi aramızda adaleti, huzuru, güveni tesis edebilir, haksızlık ve zorbalıkları bertaraf edebilir ve hem de Rabbimizin hoşnutluğuna vasıl olabiliriz. Hem ailemizde, hem çevremizde, hem ülkemizde ve hem de bütün bir yeryüzünde salahın gerçekleşmesi mümkün olabilir.

     “Hamd; âlemlerin Rabbi, rahman, rahim ve karar gününü tek sahibi yüce Allah’a mahsustur. (Rabbiimiz), Bizler, sadece ve sadece sana kulluk eder ve yalnızca senden yardım dileriz. Bizi sıratı müstakime ulaştır(ve burada daim kıl) O sırat ki; kendilerine nimet verdiklerin yolu. Gazaba uğrayanların ve dalalete düşenlerin yoluna değil.” Âmin. Ey Rabbimiz! Bizlere, her türlü savrulmalara, sapmalara ve saptırmalara kaşı; korunma, inanç, ihlas, güç, idrak ve feraset bahşet.

     Selam ve dua ile…


 

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.