Hüseyni Kıyamın Öğrettikleri
Kan, gözyaşı ve acının her türlüsünün yaşandığı ve yaşatılmaya çalışıldığı bir coğrafya bizim memleketimiz. Tarih boyunca bu acıları durmadan çektik. Bir yanımız Halepçe, öbür yanımız Dersim oldu. Durmadan öldürüldük, kaybettirildik, bilinmeyen karanlık köşelerde infaz edildik, Çoluk-çocuk, genç-yaşlı, kadın-erkek hepimize kan kusturuldu. Zalimin adı bazen Cengiz, bazen Hülagü; Bazen Yezid, bazen de Saddam veya İsmet oldu. Her acı kendi dönemiyle sınırlı bırakılmaya, gerçeklerin üstü örtülmeye çalışıldı. Olayların şahitleri susturuldu veya satın alındı. Böylece sonraki nesillere mesajın iletilmesi engellenmeye çalışıldı. Acılar unutturularak, kabuk bağlatılmaya çalışıldı. Hayat durmadan devam etti. Acıyı tadanlar ve yaşayanlar tarih oldu. Sonraki kuşaklar kendi atalarına zulmedenleri unutarak onları kahraman ilan ettiler. Öyle ki isimlerini kendi çocuklarına bile övünç vesilesi olarak verdiler. Atalarının adı huzur bozuculara çıktı. Onları acımasızca katledenler ise baş tacı edilip adlarına destanlar yazıldı.
Diğer yandan zalime zulmünü haykıran; Hüseyinler, Seyyid Kutuplar, Şeyh Saitler, Seyyid Rızalar, Mustafalar ve Fidanlar da hep olmuştur. Görünür alemde kaybettiklerini zannetsek bile asıl kazançlı çıkanlar her zaman onlar olmuştur. Cihadın (mücadele, sabır ve kararlı duruş) zâlim sultana karşı gerçeği haykırmak en efdal amel olarak değerlendirildiği gibi, (müsned 4, 192) hakikat karşısında susanın dilsiz şeytan olarak vasıflandırıldığını da bilmekteyiz. Bu hakikat karşısında alternatif olabilecek ılımlı ve uzlaşıcı seçenek aramayan bu yiğit şahsiyetler sadece Allah(c.c.)a yakın olma arayışı içerisinde olmuşlardır.
Hicri 62. Yılında gaflet ve delalet içerisinde yer alan ve kendilerini Müslüman zanneden zavallı topluluk; Yezid gibi kan emici bir müstekbirin peşine düşerek, Hz.Hüseyin (as) gibi mümin, fedakâr ve Resulullahın gözbebeği olan bir şahsiyetin karşısına çıkma cesaretini gösterebilmişlerdir. Onun ve yarenlerinin varlıklarını ortadan kaldırmakla mevcut otoriteyi muhafaza edeceklerini, isyan eden bu asi(!) topluluğu imha ederek tüm kıyam eden topluluklara da güzel bir ibret dersi vermeyi umuyorlardı.
Hz Hüseyin ise kendisini çağıranların zalimden korkmayan, dürüst(!), mert(!) ve yiğit(!) bir topluluk olduğuna inanıyordu. Yanlarına varınca onlara şöyle seslenmiştir; Ey insanlar! Hz peygamber buyuruyor ki, Kim ki zulmeden ve ilahi sınırları aşan, Allaha verdiği sözden dönen ve benim sünnetimi hiçe sayıp, insanlar üzerinde zorla hükmünü yöneten bir yöneticiye rastlar da, söz ve hareketleriyle ona karşı çıkmazsa Allah ahrette ona iyi bir hayat nasip etmeyecektir. Bakın! Onlar (Yezid) şeytanın peşinden gidip, Allahın hükümlerine karşı çıkıyorlar. Bozulma baş gösterdi. Allahın koyduğu sınırı çiğniyorlar. Gayri meşru yollarla mal biriktiriyorlar. Meşru olan şeyler gayrı meşru; gayrı meşru olan şeylere meşru kılıfı giydirmeye başladılar. Ben onları sapıklıktan alıkoyup, doğruya götürecek insanım Evet Hz Hüseyin kendisini kurtarıcı olarak gören bu zavallı topluluğa böyle sesleniyordu. Onların ihanet edeceklerini, kendisini yalnız bırakacaklarını da tahmin edebiliyordu. Bunların yeri geldiğinde az bir meta karşılığı ahiretlerini satacaklarını, her ne kadar gönülden kendisini destekleyeceklerini bilse de kılıçlarının kendisine doğru kalkacağını da sezebiliyordu. Bunların bir kısmının mal, şöhret, servet ve mevki için; diğer bir kısmının ise korkudan zalim otoriteye boyun eğeceklerini hissedebiliyordu. Kendisi ise onlara hiçbir dünyalık vaad de bulunmuyordu. Sadece Allahın rızasını elde etmeye ve peygamberin mirasına sadık kalmaları gerektiğine dair inancı vardı.
Hz Hüseyin çıktığı yolculuğun sonunun olmadığını, geriye dönemeyeceğini, kendi bedenini, ailesini ve yakınlarını kaybedeceğini bile bile bu yola çıkma gereği duymuştur. Çıktığı yoldan zaferle döneceği, zalimin zulmünü bitirerek, otoriteyi ele geçireceği, sayısız ganimet ve güzellik elde edeceği düşüncesinde değildi hiçbir zaman. Görevinin sadece Allahın emrini yerine getirmek olduğunu, başarının ve üstünlüğün sadece Allahın elinde olduğunu biliyordu. Allahın hükümlerini hiçe sayıp, keyfi uygulamalarla halka zulmeden yönetimlere karşı çıkmayı insani ve İslami bir görev olarak anlamıştı. Çıktığı bu yolda yeteri kadar araç gereci ve insani kuvveti bulunmuyordu. Sonucun nasıl olacağını önemsemiyordu. Düşmanın tertibatını, sayı ve teçhizat üstünlüğünü düşünerek vereceği maddi kayıplarla uğraşmıyordu. Sadece ilahi görev aşkıyla ızdırap çekiyordu. Yanındaki yetmiş küsür masum insanın çektiği sıkıntıları gözleriyle gördüğü halde zalimden zerre kadar merhamet dilemeden direnmeyi bilmiştir. Çocuklarının açlıktan, susuzluktan ve keskin kılıç darbeleri altında can çekişlerini gördüğü halde mutlak iradeden zerre miktarı ayrılmadı. Toz, toprak ve kana bulanan onlarca masum can, yanında paramparça olduğu halde sabırla yaradanına yürümeyi bilmiştir. Susuzluk, açlık, sefalet kendisini yıldırmamıştır. Çölün kavurucu sıcaklığında yalın ayak yanmaktan yakınmamıştır. Bir damla suya hasret çocuklarının bağırışları ve feryatları içini yaksa da çıktığı bu yolda pişmanlık duymamıştır. Kılıç, mızrak ve oklarla bedeni paramparça edilirken bile gözlerini düşmandan ayırmadan savaşıp can vermeyi bilmiştir.
O zulmedenler yakında nasıl bir inkılâp ile yıkılacaklarını bileceklerdir. ( Şuara 227) Evet zulmedenlerin sonu hep felaket olmuştur. Tarih boyunca sayısız örneğini görmekteyiz. Firavundan Nemruda; Caluttan Karuna ve Yezidden Saddama kadar, hak ve hakikat düşmanı yüzlerce tuğyancı, alaşağı olup esfeli safiline yuvarlanmışlardır. Tarih hepsini lanetle anmaktadır. Miraslarına hiç kimse sahip çıkmamaktadır. Dünyada perişanlığı, tepetaklak olmayı ve ahirette ise ebedi cehennemi kazanmışlardır. Bunlardan korkmadan hakkı ve hakikatı haykıran Musadan İbrahime; Taluttan Hüseyine kadar yüzbinlerce şehadet aşığı yiğit te onuru, şerefi, insanca yaşamayı ve hak yolundan ayrılmamayı öğretmişlerdir bizlere. Sayı azlığı veya çokluğu, kaynakların kıtlığı onları mücadelelerinden alıkoymamıştır. Zorba yönetimlerin azameti ve ihtişamı onların gözünde büyümemiştir. Tüm olumsuzluklara rağmen dimdik, sabırla, kararlı ve onurlu bir duruşla gelecek tüm çağlara ve nesillere örnek olmayı becermişlerdir.
Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. Onlar kendilerine bir bela geldiği zaman, Biz Allahın kullarıyız ve biz ancak Ona dönücüleriz. Diyenlerdir. ( Bakara 155-156)
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.