1. YAZARLAR

  2. Zülfikar Furkan

  3. HÜKMETME ARZUSU
Zülfikar Furkan

Zülfikar Furkan

Yazarın Tüm Yazıları >

HÜKMETME ARZUSU

A+A-

 

“O, hanginizin daha güzel işler yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, üstündür, bağışlayandır.” (67/2)

Âlemlerin Rabbi olan Allah (C.C) dünya hayatının amaç ve gayesini kısaca yukarıdaki ayette bildirmektedir. Yaratıcı tarafından, dünya hayatında yaşam süren insan ve diğer canlıların barış, adalet, huzur ve mutluluk içerisinde yaşaması için ayrıntılı kurallar ve ilkeler belirlenmiştir. Bu kurallara gereği gibi uyan kişi ve toplumlar, yeryüzünde adaleti tesis ederek huzur ve mutluluğu elde ederler. Bu kuralları kulak ardı eden ya da kabul etmeyenler ise zulümlerin en büyüğüne kapı aralamış olurlar. İçtimai, siyasi ve ekonomik hayatta iktidara ulaşıp kurallar koyarak insanlara hükmetme ve mal biriktirme amacı güden arzular ortaya çıkmıştır. Tarih boyunca İktidar olma yolunda çeşitli yollar denenmiştir. O toplumun en güçlü kişi ve aileleri diğer toplumlar üzerinde meşru ya da gayri meşru egemenlik oluşturmuşlardır. Meşrutiyet, oligarşi, demokrasi, totaliter yönetim, teokrasi, cumhuriyet, komünizm gibi ifadeler altında iktidarlar gelip geçmiştir. Her dönemde farklı bir yönetim şekli popüler sayılarak diğerleri ya yok edilmiş ya da görmezden gelinmiştir.  

Doğu-batı, kuzey-güney, tüm coğrafya ve toplumlarda iktidar uğruna nice canlar verilmiş, nice kriz ve nice acılar yaşanmıştır/yaşanmaktadır. Medeniyet havzamıza baktığımız zaman, Peygamberin (s.a.v) vefatından sonra, ashabı arasında iktidar uğruna vuku bulan iç çatışmalar, İslam topluluğunun gördüğü en büyük acıların yaşanmasına yol açmıştır. Cemel, Sıffin, Kerbela, Harre gibi yıkım, zulüm ve katliamlarda binlerce masum insan katledildi, kadınların ırzına geçildi. Saltanat yoluyla halka ait tüm ekonomik kaynaklar belli bir zümreye peşkeş çekildi. Bu kaynakları korumak ve kaybetmemek uğruna her türlü yol meşru görülmeye başlandı. Halkta oluşan öfkeyi dindirmek ve sakinleştirmek adına yönetimlerin isimleri değişse de icraatları hep aynı kaldı. Kendi çıkarlarının tehlikeye girdiğini anladıkları an, ellerinde bulunan silahlı güçleri kullanarak iktidarda bulunan kişiler alaşağı edilmişlerdir.

Yönetime kaba kuvvet kullanarak el koyan askerî veya siyasi grup olarak tanımlanan CUNTA kavramını da kendi coğrafyamızda ve diğer ülkelerdeki askeri müdahaleler ile tanımaya başladık. Askerî darbe, bir ülkede silahlı kuvvetlerin silah zoru ile ülke yönetimine el koyması ile tanımlanan ama aslında halka karşı yapılan bir demokrasi cinayetidir. Hükûmetlerin, ekonomik ve sosyal sorunları çözmekte başarısız oldukları iddiası, cuntacılar tarafından askerî darbelerin başlıca sebebi olarak gösterilir. Ülkemizde vuku bulan askerî müdahaleler, (Cunta Yönetimi) tarih boyunca kimi zaman ordunun kurumsal olarak, kimi zaman ise bazı yüksek rütbeli subayların kendi başlarına inisiyatif alarak sivil yönetime el koyma girişimleri olarak gerçekleşmiştir. Bunlardan bazıları başarıya ulaşmış, bazıları ise yalnızca hükümete yapılan bir uyarı olmakla kalmıştır. 31 Mart Vakası (İsyanı, Ayaklanması, Olayı yahut Hadisesi), Rumî Takvim'e göre 31 Mart 1325'te (13 Nisan 1909) ordunun hükümdarı tahttan indirmesi olarak tarihe geçen en önemli hadise olarak hafızalara kazınmıştır.

Yakın tarihimize baktığımızda ise 1946 yılında çok partili hayata geçen Türkiye, 1950'de yüksek bir oyla iktidara gelen Demokrat Parti yönetimindeydi. İlk yıllarda pek bir sorun çıkmasa da Demokrat Parti iktidarının ikinci döneminden sonra, başta üniversite öğrencileri olmak üzere halktan bazı kesimler uygulanan politikalara karşı çıkmaya başlamıştı. 27 Mayıs 1960 tarihinde yapılan darbe Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşmiş ilk askerî darbe olarak kayıtlara geçti. Ayrıca 27 Mayıs Askerî Müdahalesi ya da 27 Mayıs İhtilâli olarak da anılır. Darbe emir komuta zinciri içinde yapılmamıştır; 37 düşük rütbeli subayın planları ile icra edilmiştir. 1961 yılında yeni anayasa kabul edildi, Yassıada'da yargılanan Adnan Menderes ve birçok siyasi kişilik idama mahkûm edildi.

1969 seçimlerinden sonra Süleyman Demirel yönetimindeki Adalet Partisi iktidara gelmişti. Cumhuriyet Halk Partisi ise ana muhalefet konumundaydı. Fakat 1968 yılından beri karanlık güçlerin eliyle yürütülen anarşi ve terör olayları ülkeyi günden güne yıpratmaktaydı. Sık sık yaşanan öğrenci hareketlerine karşı, polis ile üniversite öğrencileri arasında çatışmalar vuku buluyordu. Bu düzensiz ortam, ordunun müdahalesini hazırlayan temel etken olarak sunuluyordu. Sonuç olarak 12 Mart 1971 tarihinde askerler tarafından Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'a bir muhtıra verildi. Mektupta hükümetin istifası isteniyordu. Bunun üzerine meşru hükümet istifa etmek zorunda kalıyordu.

1971 muhtırası tam olarak amacına ulaşamadığı algısı vardı. Ülkedeki terör, anarşi ve güvenliği tehdit eden unsurların önüne geçilememişti. 1972 yılında başta Deniz Gezmiş gibi birtakım devrimcilerin idamı üzerine olaylar daha da alevlenmiş, silahlı çatışmalar artmıştı. Artık ülkede neredeyse her gün bir bomba patlıyor, bir kahve taranıyordu. Sağ ve sol görüşlü gençler üniversitelerde birbirlerine saldırıyordu. 1979 yılına gelindiğinde darbenin ayak sesleri kendini göstermeye başlamıştı. 12 Eylül 1980 gecesinde Türk Silahlı Kuvvetleri bir yerlerden aldığı talimatla tekrar devlet yönetimine el koydu. İhtilal bildirgesi sabaha karşı Genelkurmay Başkanı Kenan Evren tarafından televizyonlardan bizzat duyuruldu. 1961 anayasası uygulamadan kaldırıldı ve bütün siyasi partiler kapatıldı. 1982 yılında Türkiye Cumhuriyeti tarihini değiştirecek yeni bir anayasa hazırlandı.

Necmettin Erbakan'ın, başbakan; Tansu Çiller'in,  dışişleri bakanı olduğu 28 Şubat 1997 tarihinde toplanan Milli Güvenlik Kurulunun sözde irticaya karşı başlattığı ordu ve bürokrasi merkezli bu süreç, post-modern darbe olarak da adlandırılmıştır. Bu dönem başlıca "irtica" denilen garip bir argümanla mücadeleye sahne olmuş, başörtüsü yasaklanmış, pek çok öğrenci ve kamu personeli başörtülü olmalarından ötürü devlet kurumlarından uzaklaştırılmıştır. "İrticayla Mücadele Eylem Planı" adıyla anılan bu süreçte verilen kararların ve yaptırımların uygulanıp uygulanmadığı denetlenmek için Çevik Bir öncülüğünde Batı Çalışma Grubu kurulmuş, 28 Şubat sürecinin yargılamaları için daha sonra Ergenekon davaları süreci başlamıştır.

27 Nisan 2007 tarihinde, saat 23:20'de Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan basın açıklaması ile Türkiye Cumhuriyeti devletinin başta laiklik olmak üzere, temel değerlerinin aşındırılmakta olduğu belirtilmiştir. Kamuoyunda hâkim olan görüş, basın açıklamasının bir muhtıra mahiyetinde olduğu yönündedir ve internet aracılığıyla yapıldığı için açıklamaya "e-muhtıra" adı verilmiştir.

Türk siyasi tarihine kara bir leke de Fethullahçı Terör Örgütünce planlanan hain bir girişim sonucu 15 Temmuz gecesi saat 22.00 sularında İstanbul'daki Boğaziçi Köprüsü’nün askerler tarafından kapatılmasıyla patlak verdi. Başkent Ankara'da F16 uçakları ve helikopter sesleri duyulmaya başlandı. İstanbul ve Ankara başta olmak üzere birçok şehirde tanklar sokaklara indi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan canlı yayına telefonla bağlanarak halkı sokağa çıkmaya davet etti. Halk bu çağrıya uyarak meydanlara akın etmeye başladı. Tankların önünü kahramanca kesen halkın azmi ve kararlığıyla bu hain darbe planı da böylece başarıya ulaşmadan püskürtülmüş oldu. Yaşananlar tarihteki acı olaylar arasındaki yerini aldı.

            Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız, yönetimi güç kullanarak devirme ve iktidara yerleşme eylemi maalesef sadece ülkemizle sınırlı kalmamıştır. Özellikle Arap coğrafyasında vuku bulan daha şiddetli ve kanlı cunta müdahalelerine şahit olduk. Medeniyetin beşiği sayılan Mısır’da 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren yükselen İslami harekete (İhvan-ı Müslim) yönelik uygulamalar neticesinde halkın iktidara karşı tepkisini yükseltse de sonuç değişmemiştir. Tutuklamalar, sürgünler ve idamlar yoluyla iktidarda kalmaya çalışan cunta yönetimi, 2012 yılına kadar seçimle göreve gelen ilk cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye iktidarı devrediyordu. Ancak bu duruma fazla tahammül edemeyen başta ABD olmak üzere tüm uluslararası şer güçlerin talimatı ve desteğiyle 3 Temmuz 2013'te yönetim tekrar cunta yönetimine teslim ediliyordu. Böylece yeni bir sayfa açılmadan kapatılıyordu. Halkının önderi, yol göstericisi ve kahramanı sayılan Muhammed Mursi tutuklanarak cezaevine konuluyordu. İdamla yargılanan Mursi yaşananlara daha fazla dayanamayarak 17 Haziran 2019 tarihinde büyük buluşmaya koştu. Arkasında sessiz çığlık ve öfkeleri bırakarak, “Çocuklarımız bizler için ‘onlar adamdı’ diyerek, Bizi toprağa gömdüler. Fakat tohum olduğumuzu bilmiyorlardı diye haykırarak, hiçbir zaman haksızlığa boyun eğmeyin. Hiçbir zaman alçalıp boyun eğmeyin. Vatanımızdan, hukukumuzdan, haklarımızın ve dinimizden en ufak taviz vermeyin.” diye seslenerek bu zalim ve hukuksuz diyarları terk edip yüce Mevla’sının huzuruna koştu. Allah kendisinden razı olsun…

 

O, iktidara gelmenin amaç ve gayesinin Hakka ve halka amaç olduğunu bilerek bu işi üstlendi. “Onlar o kişilerdir ki eğer kendilerini yeryüzünde imkân ve güç sahibi yapsak namazı/duayı yerine getirirler, zekâtı verirler, iyiliğe özendirirler, kötülükten sakındırırlar. Tüm işlerin akıbeti Allah'a aittir.”(22/41) ilmine örnek bir kişilik oldu. Ama iktidar olmanın amaç ve gayesini anlamayan bir toplulukla beraber olunca, ihanet kaçınılmaz olarak önlerini kesti. Yanlarında olduklarını iddia edenlerin aç gözlülüğü, mal biriktirme hırsı, nüfuz ve imkân elde etme tutkusu, arkadan iş çevirme, ahde vefasızlık ve benzeri onlarca yasaklanmış davranış zalimlerin ekmeğine yağ sürerek onların hareketlerini kolaylaştırmıştır.

 Hâlbuki mesaj açık ve netti. “Allah, onlardan öncekilere yaptığı gibi, sizden inanıp iyi amellerde bulunanları da yeryüzünde iktidar sahibi kılacağını, kendileri için seçtiği dini yerleştireceğini ve korkularından sonra onları güvene kavuşturacağını vaat etmiştir. “Onlar bana kulluk eder ve hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar yoldan çıkmışlardır.”(24/55) “…Onlar bana kulluk eder ve hiçbir şeyi ortak koşmazlar… Şartı mevcuttur. Bu şart göz ardı edildiğinde, kulluk;  mal, mülk, mevki, makam, hırs, şehvet vb. tanrılara yapılınca, Allah’ın desteği ve yardımı da kesilir. Daha sonra uygulama farklı bir mecraya akınca da kaçınılmaz son gerçekleşiyor. “Yanından ayrıldığında/işbaşına geçtiğinde yeryüzünde fesat çıkarmak, ekini ve nesli yok etmek için işe koyulur. Oysaki Allah, fesadı sevmez.”( 2/205).

 Allah’ın yardımı ve yol göstericiliği olmayınca topluma önder olma vasıflarını kaybettiler. “Onları, sizleri kendisinde yerleşik kılmadığımız yerlerde (size vermediğimiz güç ve iktidar imkânlarıyla) yerleşik kıldık ve onlara işitme, görme (duygularını) ve gönüller verdik. Ancak ne işitme, ne görme (duyuları) ve ne gönülleri kendilerine herhangi bir şey sağlamadı. Çünkü onlar, Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorlardı. Alay konusu edindikleri şey, onları sarıp-kuşattı.”(46/26).

           O halde “Ve Biz de istiyorduk ki, ülkede zayıf ve güçsüz bırakılanlara lütufta bulunalım ve onları öncüler yapalım ve kendilerini (ülkeye) vâris kılalım.”(28/5) müjdesine nail olmak için başta kulluk olmak üzere, yaşantımızın her zerresinde Rabbimizin emir ve yasaklarına uygun bir hayat inşa etmemiz gerekmektedir. Dünya nimetlerinin çekiciliğine kapılmadan, adalet ilkesinden sapmadan, esenlik ve barış içerisinde bir anlayışı hâkim kılmalıyız. Görev ve sorumluluklarda ehliyet, liyakat ve sadakat ilkelerini gözeterek gerçek anlamda bir kadro oluşturma yoluyla, zayıf ve güçsüz bırakılanların hamisi ve koruyucusunun Yüce Allah (c.c) olduğunu, yeryüzünde tevhit, adalet ve huzurun tesis edilmesinin temel gaye olduğu gerçeğini unutmadan yolumuza devam etmeliyiz.   Selam ve dua ile…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.