1. YAZARLAR

  2. Cihan AKTAŞ

  3. ‘Hınç’ Değil, ‘Teyakkuz’ 
Cihan AKTAŞ

Cihan AKTAŞ

Yazarın Tüm Yazıları >

‘Hınç’ Değil, ‘Teyakkuz’ 

A+A-

İnsan bazen geçmişte neler yazdığına dönüp bakmalı. Ne İslamcılık tartışmaları ne de "hınçlı Müslüman" etrafındaki mülahazalar gökten zembille indi medyaya. 1998'de yayımlanan Mahremiyetin Tükenişi isimli kitabımda, "hınçlı Müslüman" terkibini eleştirdiğim "Gravürlerde Kalan Mutluluk" başlıklı bir bölüm var. Sembollerine dönük hiciv ya da kabaca eleştiri hatta hakaret içeren yazı, karikatür ve filmler karşısında Müslümanların verdiği tepki her zaman "hınçlı" sıfatıyla belirtiliyor. Bernard Lewis ekolünden araştırmacılara göre bu "hınç" tonu, Müslüman mizacının doğasına içkindir. Yenigelenekselci Müslümanlar ve bazen de yeryüzünün her tarafından İslam uzmanları,  modernliğin sebep olduğu bir travmayı hatırlatırlar, "hınç" sıfatını açıklarken. Başka türlü bir bakış açısı varsa da öne çıkamıyor. "Müslümanların Masumiyeti" etrafında kopan kıyamet, Şeytan Ayetleri'nden bu yana Müslümanların çeşitli protestolarına yönelik bakış açılarının pek değişmediğini ortaya koyuyor.

Tedirgin olan sanki giderek elindeki malzemeyi okuyamaz hale gelen oryantalist yazıcıdır... Olivier Roy manzarayı çok iyi açıkladığını düşünmüştü, "mutlu Müslüman vardır, mutlu İslamcı yoktur" derken. "Dünyaya bakış açılarından emin oldukları için başkalarına karşı hoşgörülü davranan köylünün, mollanın, ekabirin dini, yerini savunma durumundaki, tanınma talebi  peşinde koşan bir hınç İslamı'na bırakmıştır."

Fakat neden benzeri pek çok kelime arasından seçilen özellikle, "hınç" oluyor... Bir tür yetersizliğin yol açtığı, hasım olarak belirlenenin kusurlarından çok kendi kuruntu ve zaaflarından türeyen körükörüne öfkeyi çağrıştırıyor kelime, böyle bir kullanım sathında. Gravür huzuruna karşı öfkeden de öte giden keskin tepkinin fotoğrafı, ne kadar doğru dürüst yansıtıyor süreci ve kesimleri...

Roy'nın "hınç" diye adlandırdığı sert öfke, sürekli tahkir edilen, tahkiri hak ettiği bildirilerek kışkırtılan Müslümanların bütüncül fotoğrafını açıklamaya ne kadar elverişli acaba? Bir "mutlak" akıl ahkâmı kesen var, bir de akla muhtaç olduğu düşünülen... Sanki dili hapishane olarak gören onca Fransız filozof, ötekini daha doğru ve iyi anlamanın yüz yüze söyleşmeye çıkan yolları üzerine onca kitabı boşuna yazmış...

Bir insan 24 saat veya 365 gün içinde sayısız fotoğraf veriyor, portre sunuyor. "Hınçlı Müslüman'ın namazda çekilmiş fotoğrafı kimisine huşuyu, kimisine teslimiyeti çağrıştırabilir... Bosna katliamını yaşamış ya da sadece okuyarak, dinleyerek, izleyerek öğrenmiş bir Müslümanın yüz ifadesi hatırladıklarıyla bile hiç olmazsa bir anlığına, "hınç" olarak adlandırmasak da koyu bir öfkeyle kararamaz mı? Öfke elbet aynı zamanda, kendini çaresiz hissetmenin kendi varlığına da yönelen tepkisi: Ben o sırada neredeydim, ben bu gerçekle nasıl baş edebilirim, "biz" bu konuda niye elimizden geleni yapmaktan geri duruyoruz...

Haklı öfkenin kendini izahtan çok ifadeye yollar açan üretime dönüşmemesi nedeniyle de sorgulama her zaman bir parça eksik kalırken "hınçlı Müslüman afişi" yeniden ve yeniden vizyona sokuluyor. Bu kullanımda ise "hınçlı" sıfatı boş, kuru, kıskançlık ve vehimle gelişen, mahalle kabadayılarına has bir tepkiyle buluşmaya hazır bir kuruntunun altını çizmeyi sürdürüyor. "Hınç"ın kullanımındaki vurguya bakarak, failin her alanındaki yetersizliğiyle şiddetli öfke sebeplerini kendi kendine uyduran hastalıklı bir yapısı olduğuna inanmak işten bile değil; (hele bir de Abdelwahab Meddeb'se kılavuzunuz.

Oysa sadece bir Srebsenita örneği bile, bu tekdüze okumada eksik kalanı anlamamıza yeter. "Olumsuzla Oyalanma"da bir kez daha "Hepsi değil" diyen Zizek, hızla akan gündem içinde kırılıp dökülen gerçeği yakalamanın ne denli güç olacağının da altını çiziyor bana kalırsa.  Modernliğin de bir fundamentalizmi olduğunu öğrenmek sadece kişisel gayretlerle olası.   "Hınç İslam'ı"nın yine gündeme getirildiği yıllara geri dönüyorum, "Gravürlerde Kalan Mutluluk" yazısının akışında... Modern dünyada her şey değişirken Müslüman kadının değişmeyerek kalmasını varlıksal bir güven kaynağı olarak gören kesimleri eleştirdiğim oluyor bazen. Burada öne çıkan, ruhsuz cansız gravür kadınları (ya da uzak bahçelerin Monna Rosaları) doğrultusunda bir beklenti. Benzeri şekilde, modern dünyada her şey değişirken Müslümanların yaşanan en sarsıcı deneyimlerden bile etkilenmeyen gravür insanları olarak kalmasına dönük beklenti de, yaşayan İslam'ın sorularından ve daha çok da bu sorulara ilişkin nihai cevaplarından tedirgin bir ruh halinin eseri olarak görünmüyor mu...

Ders alması gereken sanki sürekli ve sürekli Müslüman kesimler... Almanya'da Müslüman gençler arasında "radikalleşmeyi" önlemek üzere hazırlanan ve tepkilere sebep olan "kayıp aranıyor" afişi... New York metrosuna yerleştirilen müslümanı "barbar"la eşitleyen afişler... Bir noktada insan düşündükçe kendini aptal gibi hissedebilir. Biryerlerde birileri Müslümanları bir kez daha "hınçlı Müslüman" profiliyle sunmak üzere bir senaryo kuruyor. Okumaktan nefret eden her Batılı'nın yanına bir Tarık Ramazan mı vermek gerekiyor rehber olsun diye...

Tamam; kuşkulu, yanlış, yolunda görünmeyen şeyler var, bir bakıma küfür karanlığını getiriyor akla; bu şartlar altında mutluluk oyunu nasıl oynanabilir... Gelgelelim, sürekli imtihanda olmanın da başka bir açıklaması yok ve açık ki başımıza gelen tüm belalar da "dış düşman"ın eseri değil: Müslüman toplumu kendi içinde erken bir dönemde Kerbela faciasını yaşamadı mı?

Dünyayı bir hızla kavramaya çalışan okur-yazarlar olarak hepimiz bir şekilde Batı kültürünün yaydığı mutluluk aslında "keyif"- tanımlarının etkileri üzerine düşünüyoruz. Fakat bu arada apaçık görülen gerçek; kendi kültürel üretimini gerçekleştiremeyen kesimlerin her zaman tüketiciliğe mahkûm olacağı...

Duyarlı herhangi bir Müslüman, kendi mutluluk tanımını ya da emelini ayakta tutmak için Bosna'da gerçekleşen vahşete gösterdiği tepkiyi peygamberini hiç de masum olmayan bir dille çirkinleştirmeye çalışan bir filme de gösterme sorumluluğunu duyuyor. Haklı öfkenin başka türlü bir üretime, mesela kültürel üretime dönüşmemesi yüzünden, protestoya özgü bildirimin şimdi'de, hep aynı tespit edilmiş sahne üzerinden verildiği şeklinde bir izlenim çok kolay yayılıyor. Bu nedenle de sorgulama her zaman bir parça eksik kalırken "hınçlı Müslüman afişi" bazen bir sahlep salonunun duvarında rastlanabilecek, huzurlu Müslüman ifadelerini yansıtan gravürlerle kıyaslanıyor; işlenen cürüm ise yakıştırılan hınçın afişinde bir çekiştirmeyle var edilmeye çalışılıyor yeniden ve yeniden...

İşin aslına bakılırsa "hınçlı İslamcı" söylemi, pek çok açıdan haklı bir öfkenin hem sebebini hem de sorularını kışkırtıcı mizansenlerle şaşırtırken,  söylemsel karmaşa içinde ulaşılmaz hale getirmeyi de denemiş oluyor.  Sömürü ve işgallerin, toplu cinayet ve işkencelerin, ırkçılık ve İslamofobi'nin biriktirdiği (korku ve suçlulukla izlenen) tepkilere konunun uzmanlarınca yakıştırılan ağır sıfat,  seçilmiş fotoğraflarla korku kadar suçu da kurbanları daha da mağdur edecek şekilde yeniden bölüştürmeyi mümkün kılacak kendinden menkul bir maharete sahip sanırsınız...

Benim kelimem ise teyakkuz; öfkeye sebep olacak hal ve durumlara, sebeplere karşı düşünümsellikle ilerleyen, sürmekte olan donanım halinin adı olarak... Haklı öfkeyi dahi hınçla çürümesine izin vermeyen bir aklıselime yönlendirmek üzere üstlenen, uyarı ve teklifleriyle de sadece, tek başına cevap olarak hazırlanmakla kalmayan bir açıklamayı sürdürmekten başka da nedir ki teyakkuz hali...

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.