Hicret ile Yesrib'den Medine'ye...
“De ki; Ey Rabbim, bir yere girerken oraya doğru olarak girmemi ve bir yerden çıkarken oradan doğruluk ilkesine bağlı olarak çıkmamı nasip eyle. Bana kendi katından destekleyici bir güç ver.” (İsra, 80)
Cehaletin ayyuka çıktığı, insani hiçbir erdemin kalmadığı, güçlünün sınırsız ve ölçüsüz bir şekilde mutlak hâkimiyet kurduğu bir dönem… Mazlumun hiçbir hak talebinde bulunamadığı ve bu mazlumiyetin babadan oğla tevarüs ettiği, insanların menkul birer değerden bile daha değersizleştirildiği, hatta zalimler nezdinde birer eğlence figürü olarak kabul gördüğü zifiri karanlıklardan daha da beter karanlık bir dönem. Evet, kahredici cahilliklerini, bağnazlıklarını, aymazlıklarını saymakla, yazmakla kolay, kolay bitiremeyeceğimiz talihsiz bir dönem.
Böylesine insanlığın tarifi imkânsız sancılarla kıvrandığı bir dönemde, Rabbimiz âlemlere rahmet olarak Muhmmed’ül Emin(sav)’ini biz insanlara rahmet önderi ve örneği olarak göndermiştir. Putların boy, boy dizildiği Mekke! İnsanların adım başı tapındıkları putları ki; kendi elleriyle taşları yontarak şekil verdikleri ve daha sonra da karşısına geçip tapındıkları, kendilerinden adalet(!), şefaat (!) bekledikleri şirk toplumu… Evet, Mekke ahalisi bu süfli durumda iken, Dünya’nın diğer beldelerinde yaşayan insanlar da pek farklı bir hal üzere değillerdi. Zira cehalet ve şirk hastalığı, top yekûn bir cihanı acımasızca kasıp kavurmaktaydı.
İşte böylesine bir hengâmende, O Kutlu sultan geldi. Yeryüzüne Rabbani nuru yaydı. İnsanları cehaletin koyu karanlığından, Rabbani nurlara çağırdı. Lebbeyk diyenler hidayet ile felaha ererken; diğerleri cehalet çukurunda debelenmeğe devam ededurdular.
“De ki: Ey Rabbim. Bir yere girerken, oraya doğru olarak girmemi ve bir yerden çıkarken oradan doğruluk üzere çıkmamı nasip eyle…” nidayı ilahi ile efendiler efendisine yeni bir ufuk açılmış oluyordu. Mekke’nin makûs yaşantısından; eman içerisinde kurtulup, yine eman içerisinde Yesrib’e gitmesine ışık yakılıyordu. Ama Yesrib’de de Mekke’ye benzer cir cehalet hüküm sürmekte idi. Yesrib’de bulunan iki kabile vardı ki; (aslı itibariyle Yemen’den gelen) bu kabileler arasında asırlardan beridir bitmek bilmeyen
savaşlar sürüp gitmekte idi. Özellikle ‘Baus’ diye adlandırılan ve aralıklarla 120 yılı aşkın bir zamandır devam ede gelmekte olan savaştan bu iki kabile de artık bitap düşmüşlerdi. Haliyle bütün bir insanlığın böylesine bir Rahmani öndere ihtiyacı olduğu gibi; en karanlık dönemlerinden birini; en acımasızca yaşamakta olan Yesrib’in de öylesine bir kutlu öndere ihtiyacı vardı. O kutlu önder, Yesrib’e gelerek eşi benzeri görülmemiş bir adalet vücuda getirecekti. İnsanlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir medeniyet inşa edecekti. İşte bütün bir dünyayı mamur edecek olan bu inşanın Yesrib’den başlayarak gerçekleşebilmesi için “HİCRET”e yeşil ışık yakılmış oluyordu. O kutlu Rehber, yeryüzüne yeni bir ışık yayacaktı.
O Kutlu Önder, daha Yesrib’e gelmeden önce kendisinin ışık huzmeleri Yesib’in bağlarını- bahçelerini, dağların- ovalarını, derelerini- tepelerini çoktan şenlendirmişti. Yesrib’in lebbeyk diyen yüreklerini çoktan aşkı Rahman ile doldurmuştu. O pak yüreklere nur serpmiş, muhabbet ile donatmış, hakka yürüyen âşıklar kervanına katmış ve Rablerine canı gönülden bağlanmış ve gelecek olan kutlu önderi sabırsızlıkla beklemeye koyulmuşlardı.
Efendiler efendisinin gelmesiyle asırlardan beri düşman olan cahiliye insanları; İslam’ın nuruyla kardeş oluvermişlerdi. Vahşetin en daniskasını işleyenler; hakka yürüyüş ve adayışlarını kanıtlarcasına kendilerine gelen ‘MUHACİR’ kardeşlerine en güzel şekliyle “ENSAR” oluyor, yepyeni bir dünyaya gözlerini de, yüreklerini de, zihinlerini de eksiksiz olarak açmış oluyorlardı. Kutlu bir önderin ardından, kutlu bir yürüyüşe katılmış oluyorlardı. Batıldan hakka dönüşünün en alasını yaşayarak gösteriyorlardı!
Muhammed (sav)’in Mekke’den Yesrib’e gelmesiyle, Yesrib bir bayram yerine dönüyordu. Hayatın her alanı gerçekten büyük değişiklikler geçiriyordu. Toplumsal değişmeler ve gelişmeler; hakka adanmışlık, o dönem dünya halklarının anlayamayacağı, izleyemeyeceği bir hızla kendini Yesrib’de gösteriyordu. Öyle ki; çok kısa sayılabilecek bir zaman zarfında Yesrib’de yeni bir toplumsal yapı filizleniyor, insanlar gerçek manana insani değerlerle bezeniyorlardı. Kelime olarak ‘Nahoş yer’ anlamına gelen Yesrib; tümel bir değişim geçirerek, medeniyetin gerçek beşiği, insanlığın/kişiliğin kendisini gerçek manada bulduğu ve yaşandığı/yaşadığı “MEDİNE” oluyordu. Medine gerçek manada ismiyle müsemma bir belde oluyordu. Orada artık hiçbir haksızlığa, taşkınlığa, barbarlığa, düzensizliğe, huzursuzluğa yer kalmıyordu. Medeniyetin gerçek şekli, orada hayatın temelini teşkil ediyordu. Artık orada cehalet son bulmuş ve medeniyet gerçek manada eşi benzeri görülmemiş bir
şekilde boy atıyordu. Allah(cc)’ın rahmeti dalga, dalga Medine’den bütün bir insanoğlunun kalbine yayılıyordu.
Elbette Hicreti anlamak ve anlatmak bu satırlara sığdırılamayacak kadar büyük kapsamlıdır. Toplumsal hayatın her alanında, maddi-manevi inkılâpların yaşandığı hicret olgusu, elbette kolay, kolay izah edilemez. Ancak ve ancak inanarak, yaşanarak, sadakatle teslim olunarak hal diliyle anlaşılır ve anlatılır. Bu hasletlerden yoksun olanlar, hicreti ve hicretin hikmetini anlamaktan ve anlatmaktan tabii ki uzak kalırlar. Ondan dolayıdır ki pek çok kişi/gurup İslami yaşama adına neler, neler sergilemektedirler. Çoğu zaman cahiliye barbarlığının da ötesinde, Yesrib’i ve o dönem cahili yaşantıları bile aratacak yaşantılar sergilemektedirler! Hem de Müslümanlık adına!!! İşte IŞİD olgusu da günümüz bu örneklerden en barizi olarak ümmete kan kusturmaktadır. Dünya istikbarının, büyük şeytan Amerika ile yavru şeytan İsrail’in kuklası olmaktan öteye geçmediği halde, İslam adına hareket ettiğini varsaymaktadırlar!
Müslümanlar, kesinlikle ferasetle hareket etmek, konumlanmak zorundadırlar. Qur-an’ın aydınlığında ve Efendiler Efendisinin pratiğinde yol almak ve yaşamak zorundadırlar. Ümmet kardeşliğini zedeleyebilecek her türlü ayrıştırıcı hal, hareket, tutum ve davranışlardan özenle sakınmalıdırlar. Hiçbir beşeri ölçüyü Rabbani ölçünün önüne alma gafletine düşmemelidirler. Bütün ölçülerini doğrudan Qur-an ve sünnetten almaya azmetmelidirler. Ki ümmet bütünlüğü sağlanabilinsin. Ki dünya istikbarının, dünya şeytanlarının tuzaklarına düşülmesin. Ki İslami kişilik gösterilebilinsin. Ki Rabbi katında kendi sorumluluğumuzu yerine getirmiş olabilelim. Ki Kobaniler yaşanmasın, katliamlar, sürülmeler görülmesin. Hilelere gelmeyelim, tuzaklara düşmeyelim. İslam adına ve Müslümanlar olarak birbirimizin gırtlağına sarılmayalım ve (Ahmakça!!!) düşmanların namına düşmanca saflara ayrılmayalım!!! Bütün beldelerimizi yeniden Yesrib’den Medine’ye dönüşümün yolunu açabilelim. Müslümanlar arasında yeniden Ensar-Muhacir kardeşliğini tesis edebilelim. İslam’ın güzelliklerini hem bir bütün olarak yüreklerimizde ve hem de beldelerimizde yaşayalım. Hicreti ve hicret edenleri gereği üzere idrak edebilelim ve Rabbimize de kulluğumuzu sunabilelim. Emin olalım ve emin olunalım. Hicri yılımız mübarek olsun. Selam ve dua ile…
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.