1. YAZARLAR

  2. Davut Hoca

  3. HER DEM GÜZEL İNSAN
Davut Hoca

Davut Hoca

Yazarın Tüm Yazıları >

HER DEM GÜZEL İNSAN

A+A-

 

CANIM ANNEME İTHAFEN

Bugün 15 Ekim 2021, annemin vefatının 13. günü, günlerden Cuma. Gayri ihtiyari telefonumu elime aldım ve çoğu zaman olduğu gibi cumasını tebrik ettiğim rahmetli annemin telefonunu aradım. Karşıdaki ses kaydı; ‘aradığınız kişiye ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar arayınız’ diyordu, ancak ben, ne kadar kez tekrar ararsam arayayım, bu dünyada bir daha asla anneme ulaşamayacağımı biliyordum ne yazık ki. Bu dünyadaki ayrılığımız başladı, vuslatımız darı bekaya kaldı. Benimle onun arasında, Cuma günlerinin tatlı bir hatırası var. Ben, bazen Salı, bazen Perşembe veya başka bir gün arar; ‘Hacı annem, cuman mübarek olsun’ der, o da; her seferinde kendisini tutmaya çalışır, ama kısa bir süre sonra dayanamaz, kahkahayı patlatırdı. Tam tersine, Cuma günleri aradığımda ise, cumayı tebrik etmeyi hiç mevzubahis etmem, o da bu durumun tersliğini tatlı bir edayla dile getirirdi. Şimdi ben her Cuma, bu hatırayı hatırıma getirir hüzünlenir dururum. Cumaların bende artık, daha başka bir anlamı var, ben her Cuma bambaşka bir ruh haline kapılıp bu hasret girdabında debelenip duracağımı adım gibi biliyorum.

Ağustos ayı içinde, iznimi kullanmak için memlekete geldiğimde, annemin adeta bir veda turu şeklinde aklındaki ziyaret ve gezilerimizi yaptık. O, babam ve ben öncelikle kendi doğduğu köye gittik. Annesinin, babasının, yengelerinin, yeğeninin ve diğer yakınlarının kabirlerini tek tek gezdik, dualar okuduk daha sonra üzerlerindeki yeşillikleri sulamamı istedi. Onlara öyle bir bakışı ve duaları vardı ki bu bir vedadan başka bir şey değildi. Orada epeyce bir zaman geçirdik. Daha sonra hiçbir zaman doymadığı, doyamadığı o çok sevdiği baba ocağında bir zaman kaldık. Hatta komşu köyden akrabası olan bir aileyi de ziyaret ettik. O sıralarda birlikte pikniğe gittik. O zaman diliminde de çok güzel zaman geçirdik. Nereden bilirdim bunların son gezmelerimiz, son turlarımız olduğunu. Her zamankinden daha neşeli, daha konuşkan, daha hayat dolu idi. Orada kendi elleriyle hazırladı tüm yeme içmeleri. Son bir kez ağırlıyordu bizi. Son bir kez.

İnsan, annesi hayatta iken hala çocuktur ve kendisini öyle hisseder. Hele hele bir şeker reklamından esinlenerek bana son zamanlarda ‘oğluşum’ deyişi yok muydu? Ben, annemin vefat ettiği gün, o acılı haber bana ulaştığı an, omzumdan büyük bir yükün üzerime çöktüğünü, belimin kamburlaştığını çok derinden hissettim ve artık koca bir adam olduğumu anladım ve kabullendim. Anne yaşadığı zaman, sen şımartılacak, onun şefkat ve merhamet kanadı altına girecek bir varlıksın. Amma ne zaman ki annen vefat etti, işte o zaman artık seni dünyaya getiren varlığın artık dünyada olmadığını, dünyadan ayrıldığını hissettiğin an, dünyanın tüm genişliğine rağmen sana dar geldiğini, hayattaki tüm renklerin artık grileştiğini, gözlerine inen perde ile her şeyi isli, dumanlı ve bulanık gördüğünü hissedersin. Seni doğuran canlının artık bu dünyadan ayrılışı, senin de artık bu dünyadan göçmeye, gitmeye, terk etmeye aday bir canlı haleti ruhiyetine büründürür.

Annenin gidişi ile beynine, ruh dünyana, hafızana çöken duygular, hisler, pişmanlıklar, hayıflanmalar, sızlanmalar, sana fayda etmeyen bir kaosun içine sürükler seni. Özellikler yaşanmamışlıklar, ihmaller, ertelemeler, yürekte tarifsiz burkulmalara yol açar.

Ruhunu, beynini keşkeler kemirmeye başlar. Yaşadığın güzel anlar, latifeler, gezmeler, tozmalar ve tüm hoş anılar ise yüreğine su serper, seni bir an da olsa rahatlatır. Yaşanmışlıklar ve yaşanmamışlıklarınla baş başa kalırsın. Tabiri caizse, iyikiler, seni hayata bağlayan can suyu olur. Her bir görüntü gözlerinin önünde film perdesi gibi geçer, sesleri kulağının içinde çınlar durur. Ancak, şu fani dünyada bir daha asla onun ne yüzünü görecek olman, ne sesini duyacak olman insana en ağır gelen büyük yıkımdır. Tabiri caizse, büyük bir hazır beton mikserinin, yüreğindeki tüm duygu ve hislerinin bulunduğu çukurları betonla doldurup çekip gitmeleri misali kalakalırsın ardı sıra…

Annemin durumunu haber alır almaz yola çıktık ancak daha yolun başındayken, annemin vefatını bize haber verdiler, vermez olaydılar. O an, direksiyon ellerimin arasında olmasına rağmen devre dışı kaldığımı, adeta otomatik pilot gibi bir sistemin devreye girdiğini hisseder gibi oldum. Bakışlarımın manası kaçtı, önüme öyle boş boş bakmaya başladım. Bütün vücudum kasıldı, sanki bir et ve kemik yığını haline geldim. His ve duygu dünyamın şalteri atmış bir laboratuar gibi devre dışı kaldığını hissettim.

Git git yollar bitmez oldu, uzadıkça uzadı, bir asır gibi geçmek bilmez bir işkenceye döndü. Ona saatler sonra vardık. Vardığımızda günün ilk ışıkları yansıyordu. O vefalı anne, vedalaşmak için bizim için o buz gibi morgda beklemişti. Morgda yüzünü açtılar, yüzünü gözünü, kaşını öptükçe öptük. O an aklıma gözyaşlarımla alnını yıkamak geldi ve öyle de yaptım. Bir insanın en değerli, en kutsal sıvısı olan gözyaşları ile insanın şerefinin nişanesi olan alnını ak pak ettim. Beni hayatın tüm meşakkatli ve zorlu cenderelerinden alıp bu günlere getiren varlığa, hayatımın neşesine, ömrümün bereketine karşı son vazifemdi bu. Onun için akıttığım gözyaşlarımı yine onun için harcadım ve benden bir hatıra, bir parça olarak alıp götürsün diye ona verdim, ona emanet ettim, ona bağışladım. Bir anne için en büyük kıvanç, en büyük şeref, en büyük makam, onun için gözyaşı akıtacak bir evlat bırakmaktır herhalde şu yeryüzünde. Ve o, bunu başardı ve giderken de onu alıp gitti.

Morgda, bizimle vedalaşmak için beklerken çıktık yanına. Adeta gelinlik gibi bembeyaz kefen içine bürünmüştü. Yüzü de büründüğü kefen gibi bembeyazdı. Hayattayken de temizliğe olan hassasiyeti, süründüğü güzel kokular ile hayatımızda adeta bir temizlik timsaliydi. Yavaşça, ona saygı ve hürmetimizle yüzünü kaplayan kefenini açtık. İşte ay gibi yüzü karşımda duruyordu. Artık son bir kez daha görüyordum yüzünü. Bu bir veda anıydı ve çok zor bir kopuştu. Alnına kondururken veda busesini, yüzüme öksüzlüğümü ima edercesine bakışını hissettim. Bana küçüklüğümde terlik fırlatırken kızdığı anları hatırlattı, şimdi yine son bir kez daha tatlı bir sitemle ayrılıp gidiyordu işte. Bu bana, son on iki yıldır gurbette yaşadığım yılların sitemiydi. Ve o beni artık şu tenha dünyada bir başıma bırakıp gidiyordu. Artık dünya gözüyle bir daha görüşemeyeceğimizin acısını yüreğimin taa en derininden hissediyordum. İçimde kaynayan ve birazdan taşacak olan tsunamilerin hışımla gelişini hissediyordum. Ve korktuğum o korkunç sahne gelip çattı, kendimi kısmen kaybettim. Açılan kefenden yüzünü gördüğümde, o gülümseyen yüzüne bakmamla birlikte yüreğimin kanadığını hissettim. İçime akan o ılık kanla birlikte gözyaşı pınarlarım da patlamıştı, adeta baraj kapaklarını parçalayıp kırarak taşan sular gibi durmak bilmiyordu.

Hep derlerdi ölümün yüzünün soğuk olduğunu ama ben bilmezdim bunun nasıl bir şey olduğunu. Ve hayat denen sınav, bana da yaşatacaktı bunu en nihayetinde. Anacığımın alnını öperken, işte o an anladım ölümün soğuk yüzünün ne olduğunu. Buz gibi olmuştu yüzü gözü. Ama yine de güleçti, gülümsüyordu. Yüzünde sonsuz bir huzur ve mutluluk izleri vardı. O asil kadın, asaletine yakışır bir şekilde yatıyordu. Rabbim onu, o duruşuna layık bir şekilde rahmet etmişti ona. Yaşantısında da Allah’tan başka kimseye mihnet etmezdi. Yalnız O’ndan isterdi, başka da kimseye tenezzül etmezdi. Onun bu asil duruşu, ölümünde yüzüne de yansımıştı. Dünyadayken bu duruşun mükâfatını alırcasına, alaycı bir gülümseme kalmıştı yüzünde. Tabiri caizse hepimizi ofsayta düşürmüş ve topu doksana takıp öyle gitmişti. O öyle bir jübile yapmıştı ki dillere destan. Yıldız bir oyuncunun yaptığı gibi kariyerinin zirvesinde bırakmıştı.

Onu mezarına koyduğumuzda, işte o zaman kendimi öksüz hissettim. O benim biricik nazlı annem, şimdi toprağın altına giriyordu. Her doğan ölür, her canlı fanidir, asıl diyarına göç eder. Allah’tan geldik ve yine O’na dönüyoruz. O da bu minval üzere, işte şimdi yolunu bulmuş gidiyordu. Kısa ve temiz bir hayat sürdü. Yaş olarak haddini aşmadı, Rabbim ona bu kadar nefes hakkı vermişti ve o da bunu tüketip çekip gidiyordu. Dünyadayken onu yalnız bırakmayanların kabirleri de onun civarında, yamacındaydı. Şimdi etrafında akrabalarımız, komşularımız, hısımlarımız vardı. Çok sevdiğimiz, aile büyüğümüz Bahattin amcam ile çok sevdiği hem komşumuz hem de hısmımız olan Emine teyze ile birbirlerine çok yakındılar artık. Onları baş başa bırakıp ayrıldık oradan. Onlar kendi âlemlerine, biz kendi âlemimize daldık gittik. Ancak, anacığımı oraya gömerken, kendimden bir parçayı da orada bıraktım. Ben artık hep o eksiklikle yaşayacağım. Bir tarafım hep eksik kalacak. Boşuna dememişler ‘annenin ölülümü âlemin ölümü gibidir.’ Ben âlemimde artık ‘bir âlem’ olan annem yok artık. Onu dünyadaki kabristana gömdük ama yüreğimizdeki tahtı dimdik, sapasağlam ayakta. O, kalbimizde HER DEM güzel, HER DEM mutlu, HER DEM tertemiz ve mis kokulu, HER DEM cömert, HER DEM hayat dolu yaşayacaktır elbet. Ben gözyaşlarım sel olmuş bir vaziyette bu satırları yazarken, o benim HER DEM annem, ben onun HER DEM ilk göz ağrısı olarak kalacağız EVVELALLAH…

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum