1. YAZARLAR

  2. Zeki Savaş

  3. Hendekler Kimin İradesiyle Kazıldı?
Zeki Savaş

Zeki Savaş

Yazarın Tüm Yazıları >

Hendekler Kimin İradesiyle Kazıldı?

A+A-

 

 

 

 


 

     Konuya temel birkaç soruyla başlayalım:

     Çatışmanın şehirlere taşınması ve hendeklerin kazılması Kürd halkının iradesiyle mi oldu? Kürd halkı mı böyle bir talepte bulundu? Böyle bir stratejiyi geliştirenler, Kürd halkının ekseriyetinin onayını aldıktan sonra mı bunu uygulamaya koydu?

     Anket verileri, barış sürecinde sürece desteğin, Türkiye bazında %60'lara kadar çıktığını, Kürdistan'da bu oranın zaman zaman %80'leri dahi bulduğunu göstermektedir.

     Kürdler, 7 Haziran'daki genel seçimde HDP'ye 80 milletvekili vererek siyaset ve barış sürecine olan desteğinde tavan yaptı. Seçim sonuçları, anket sonuçlarını doğruladı. Kürd halkı, ihlal edilen haklarının temini için siyaset ve barıştan yana tercih koymuştu.

     Bu somut ve elle tutulur verilerin değiştiğini gösteren hiçbir belge ve kanıt olmadan halkın çatışmaları istediğine, çatışmaların şehirlere çekilmesini istediğine, hendeklerin kazılmasına onay verdiğine nasıl inanacağız? Buna inanmak için inandırıcı bir delil yok..

     Kürd halkının hendeklerin kazılması yönünde bir iradeye sahip olup olmadığını kanıtlamak zor değil. Şırnak, Silopi, Cizre, Diyarbakır ve bir bütün olarak Kürdistan'da tarafsız anketler yapılsın ve halka sorulsun hendekler sizin iradenizin sonucu mu diye. Çatışmaların yeniden başlamasını ve şehirlere taşınmasını siz mi istediniz diye? Sonuç %50'nin üstünde çıkarsa, çoğunluğun iradesine saygı duyan herkes hendek siyasetine destek vermek yükümlülüğüyle karşılaşır ve destek vermesi gerekir. Eğer sonuç %10-15'leri geçmezse veya %50'nin çok altında kalırsa, bu süreci başlatanlar halktan özür dileyip siyasetlerinden vazgeçer mi?

     Bir halk adına ihkak-ı hakk için mücadele ettiğini söyleyen her teşekkülün benimsediği siyasetlerin, o halkın iradesiyle uyumlu olması zarurettendir. Zira halkın iradesi gah meşruiyetin gah makbuliyetin kaynağıdır. Halkın iradesiyle tezat teşkil eden siyasetler hem meşruiyetten hem de makbuliyetten yoksun hale gelmiş olur. Meşruiyeti ve makbuliyeti olmayan siyasetlerin akibeti de olmaz.

     Hakeza din adına, sınıf adına örneğin işçiler veya köylüler adına teşekkül etmiş organizasyonların benimsediği siyasetlerin de ilgili toplulukların çoğunluğunun iradesine uygun olmak, onların iradesini yansıtmak zorundadır. Aksi halde meşruiyet ve makbuliyet sorunları yaşanır.

     Somut veriler, Kürd halkının savaşı, özellikle de şehir savaşını istemediği, bu yönde iradesinin olmadığını göstermektedir. Aksini iddia edenlere ispat yolu açıktır. İspat ihtiyacı duymayanlar, halkın iradesini yok sayıyorlar demektir.

     Halka rağmen halkçılık olmaz. Bu kurala ne yazık ki ne devletler ne de örgütler riayet ediyor. Nice devletler ve nice örgütler zulümlerini halk adına yaparlar ama hiçbir zaman halkın bu zulümlerini desteklediklerini kanıtlayamazlar, aksinin kanıtlanmasına imkan veren anket ve referandumlara da izin vermezler.

     Halk adına halkın çoğunluğunun istemediği siyasetlerin ister devletler ester örgütler tarafından icra edilmesi, halkçılık değil zorbalıktır. Halkı cahil topluluk yerine koymak ve yok saymaktır. Dayatmacı siyaset izleyenler, adına hareket ettikleri halkı yok saymakla yetinmez, isteklerine uymayan halkı cezalandırma yoluna da giderler. Aykırı düşünen ve hareket edenleri ihanetle suçlarlar. Bu durumda olan devletlerin ve örgütlerin meşruiyeti de yoktur makbuliyeti de.

     Veriler, Kürd halkının ezici çoğunluğunun savaşı, hendeği istemediğini, silah ve çatışma yerine siyaseti tercih ettiğini göstermektedir. Hendekler, Kürd halkının iradesinin sonucu değildir. Savaşın yeniden başlaması halkın tercihi değildir.

     Bu durumda cevabı merak edilen başka sorular çıkar karşımıza.

     Hendekler kimin iradesiyle kazıldı? Savaş kimin iradesiyle başladı? Çatışmalar kimin iradesiyle şehirlere taşındı? Siyaset kimin iradesiyle tasfiye edildi?

     Görünür veriler KCK'yı işaret etmektedir. Yeniden çatışmaya zemin hazırlayan, çatışmaları şehirlere taşıyan, hendek kazdıran ve siyaseti tasfiye eden kendileridir; hem de hareketin kurucu önderi Öcalan'a rağmen.

     Eğer gerçekten bu kararları kendileri almışsa, esasen şaşırılacak bir yan yok. Zira sol gelenekten gelen örgütlerin retoriğinde halk kavramı çokça yer alır ama gerçekte halkın iradesi bir anlam ifade etmez. Silahlı propaganda yöntemini benimsemeleri ve onu uygulamaları, bu iddianın en büyük delilidir. Propagandanın silahlısı olur mu? Olursa propaganda olur mu? Propagandanın özünde sözlü mesaj vardır. Hedefinde muhatabı ikna etmek, yanına çekmek vardır. Sözün yanına silahı koyduğunuzda hangi iknadan, hangi mesajdan söz edilebilir? Silahın gölgesinde ikna mı olur? Sözün yanına silahı koyduğunuzda muhatabı ikna mı etmiş olursunuz yoksa esir mi almış olursunuz? Silahı doğrulttuğunuz insanın sizi onaylamaması ancak onun da silahlanmasıyla mümkün olabilir. Kitlelerin elinde silah olmadığına göre, onlara silahlı propaganda yapmak, baştan onları esir almak değil midir? Dolaysıyla silahlı propaganda yapan örgütlerin halk gibi bir kaygılarının olduğuna inanmayı gerektiren delil yok; fakat inanmamayı gerektiren delil çok.

     Hendek ve şehir çatışması kararını kendilerinin aldığını varsayalım. Gerçekten bu kararı kendileri mi aldı yoksa bu kararı almalarına zemin mi hazırlandı? Bir karar almak var bir de alınan karara zemin hazırlamak var. Karar almaya tesmimgiri, karara zemin hazırlamaya tesmimsazi denir. Çoğu insan ve yönetici karar alır ama o kararın zeminini ve gerekçelerini kendisi hazırlamaz, bulmaz. Örneğin bir milletvekiline iktidar partisinden teklif götürülür; istifa et gel bizim partimize sana bakanlık verelim diye. Vekil ikna edilir ve karar verir. Burada karar veren (tesmimgirende) vekildir ama ona o kararı aldırtan (tesmimsaz) başkasıdır. Karar aldırtıcının, karara zemin hazırlayanın olduğu yerde, karar alanın kararının ne kadar özgür ve özgün olduğu tartışılır.

     KCK, savaş kararını karar aldırtıcılar olmadan mı bu kararları aldı yoksa onların vasıtasıyla mı bu kararları aldı?

     Ortadoğuda'ki gelişmelere baktığımda, bu kararların özgür ve özgün olarak alındığına inanamıyorum. Çünkü silahlı mücadele veren her Kürd hareketi, bölgesel aktörlerden birine veya birkaçına birden mutlak manada muhtaçtır ve onlardan destek almak zorundadır ve bu destek, onları bağımlı kılmaktadır. Kürd hareketlerinin siyasi tarihini arka planıyla bilenler, ne demek isteğimi bilirler. Her silahlı Kürd hareketi, daha işin başında özgürlüğünü ve özgünlüğünü zaten yitiriyor. Kürd hareketleri de bu gerçeği biliyor ama devletler arası denge ve stratejik hesaplardan kendi çıkarlarına yararlanmak zorunda oldukları şeklinde bir savunma yapıyorlar. Lakin şu gerçeği göz ardı ediyorlar: Güçlü ile zayıf bir yatağa girerse, güçlü olan karlı çıkar. Kürd siyaset tarihi, bu gerçeği defalarca doğrulayan trajik örneklere sahiptir.

     Bölgesel aktörler ve zaman zaman küresel aktörler, silahlı Kürd hareketlerini kendi çıkarları için tampon olarak kullanmışlar ve kullanmaktadırlar.

     Ortadoğu'daki gelişmeler, bölgesel ve küresel aktörler arasındaki stratejik hesaplar, silahlı Kürd hareketlerini onlar açısından cezp edici bir unsur haline getirdi. Dolayısıyla bölgesel ve küresel aktörlerin kendi politik hesapları doğrultusunda bir dizi telkin ve imkan sunmamaları için bir neden yok. Sunulan imkanlar ve verilen vaatler, en azından Rojava bağlamında 'bu defa olacak' umudunu doğurdu; geçmişte de nice kez nice hareketlerin umutlandıkları gibi. Bu nedenle alınan savaş kararında ve benimsenen yöntemde bölgesel ve küresel aktörlerin önemli oranda karar aldırtıcı rol üstlendikleri kanısındayım.

     Kürd siyaset tarihinin ihtiva ettiği tecrübeler gelecekte olanlara ışık tutuyor inancındayım. Devletler, birbirlerine çıkar üstünlüğünü sağlamak için her türlü imkanı ve ez cümle kendilerine bağımlı hareketleri sonuna kadar kullanmaktan çekinmezler. Devletler, rekabetin sonunda bir şekilde anlaşırlar. Yenik düşenler, güçlülerin şartlarını ve imtiyazlarını kabul eder. Devletler anlaştıkları zaman, kullandıkları örgütleri unuturlar. Çünkü devletlerin siyaset geleneğinde 'vefa' kavramı yoktur. Bölgesel ve küresel aktörler, hedeflerine ulaştıkları zaman, örgütler devlerin ayakları altında ezilmeye başlar. Bugün kıymetli olan örgütler, yarın gidecek hiçbir yer bulamaz konuma düşebilir. Zira bugün silahlı Kürd hareketlerine hami olanlar, zaten Kürd ve Kürdler konusunda rekabet ettikleri ülkelerle aynı düşünüyorlar. Yani silahlı Kürd hareketlerini destekleyen ülkelerle, aynı hareketin savaştığı ülkeler arasında esasen Kürd meselesine dair ortak bakış açısı vardır. Bu aktörler anlaştıkları zaman, silahlı Kürd hareketleri kullanılmış bir mendil gibi çöp sepetine atılır.

     KCK, barış sürecini rafa kaldırarak, bölgesel ve küresel aktörlerin sunduğu imkanlara umut bağlayarak çok büyük bir risk aldı. Zira siyasal sürece son derece olumlu destek veren Kürd halkını hayal kırıklığına uğrattı, cumhuriyet tarihinde ilk kez Kürd sorununa bu kadar pozitif ve farklı yaklaşan aktörleri güvenilmez ilan etti ve öte taraftan çok vefasız aktörlere güvendi. Yine de iyi bir müfessir olan zaman, bize neticeyi açıklayacaktır er veya geç.

     Kürd sorunundaki siyasal sürecin akamete uğramasında Türkiye'nin dış politikasındaki yanlışlıklara da değinmeden geçemeyeceğim. Türk dış politikasının Suriye konusundaki öngörü yanlışlıklarının sonuçlarından biridir barış sürecinin başarısızlığı. Türkiye, Arap baharının heyecanına kapılıp Suriye'nin küresel aktörler için ifade ettiği anlamı doğru okuyamadan bölgesel bir rol alma, bir başka ülkede rejim değiştirme gibi gücünü ve takatini aşan bir hedefe kilitlendi. Hedefin ahlaki olarak doğru ve yanlışlığı bir konu, hedefin ulaşılabilir ve erişilebilir olup olmadığı ayrı bir konudur. Ben Türkiye'nin belirlediği hedefi, erişilebilirlik açısından değerlendiriyorum. Doğu (Rusya ve Çin) ve Batı (Amerika ve Avrupa) arasında sembolik ve stratejik değeri olan, güç dengelerinde önemli bir yer tutan Suriye gibi bir ülkedeki rejim değişikliği gibi bir siyasi hamle hakkının Ortadoğu'daki hiçbir ülkeye verilmeyeceği gerçeği üzerinde doğru hesap yapılmadı.

     Türkiye, İran-Irak savaşından da gerekli dersi almadı. İran, Irak'ın haksız bir savaş başlatması üzerine savaşa girdi ve sekiz yıl boyunca Saddam rejiminin gitmesi gerektiğini söyledi ve bunun için savaştı ama hiçbir zaman küresel güçler buna izin vermedi. Eğer Saddam gidecekse bizim elimizle gitmeli dediler ve sonunda da onların eliyle gitti. Suriye'de de rejim değişecekse, bu değiştirme hakkını ne Türkiye'ye ne de bir başka ülkeye vermezler.

     Suriye ile ilgili dış politikadaki öngörü yanlışlığının sonuçlarından bir diğeri de Rusya ile yaşanan gerginliktir. Bu gerginliğin sonuçlarının nereye kadar gideceği de henüz belli değil. Rusya ile yaşanacak sorunlarda Türkiye'nin NATO'ya güvenmesi, acı bir ders olabilir. Ben, NATO'nun Türkiye için Rusya ile fiili olarak karşı karşıya gelmeyeceği inancındayım. Türkiye, NATO'ya güvenerek siyaset geliştirirse daha büyük yanılgılar içine düşebilir.

     İran'ın Suriye konusundaki politikası ise, asıl belirleyici değil, fer'idir. İran istediği için Suriye rejimi ayakta değildir. İran'ın o kadar gücü olsaydı, Saddam rejimini devirirdi. İran'ın Suriye konusundaki başarısı, Suriye konusunda küresel güçlerin stratejik hesaplarıyla daha uyumlu olmasındandır.

     Suriye konusunda Türkiye'nin kendi çıkarlarını görmezlikten gelmesini veya ahlaki kuralları yok saymasını önermiyorum. Her ülkenin kendi çıkarlarını korumak gibi milli bir görevi vardır. Ancak çıkarları korumanın ve ahlaki ilkeleri muhafaza etmenin yolu tek değil, çoktur. Siyasette güç ve erişilebilirlik unsurları, yöntemlerin belirlenmesinde göz ardı edilemez.

     Sonuç olarak Türkiye, Suriye politikasında uygulanabilir, erişilebilir daha akılcı reel-politik yöntemler geliştiremez ve İran'ın Saddam rejimini devirmedeki gibi bir ısrarla Esed rejimini devirmede direnirse, öncelikle kendi Kürd sorununu barışçıl yöntemlerle çözmede başarı sağlaması çok zorlaşır. Bu bir. İkincisi, Suriye sorunu bağlamında Rusya ile dalaşma gibi başka risklerin de devreye girmesiyle Suriye politikasından geri dönmek baldıran zehiri içmeye dönüşebilir. Unutulmamalı ki, zehiri sadece yöneticiler içmez; asıl bedeli halklar öder.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
54 Yorum