1. YAZARLAR

  2. Cafer SOLGUN

  3. Hay way zaman...
Cafer SOLGUN

Cafer SOLGUN

Yazarın Tüm Yazıları >

Hay way zaman...

A+A-

Kazım ve Nezahat Gündoğan’ın Dersim’in “kayıp” kızlarından birinin, Emoş teyzenin hikâyesini ve bir “besleme” olarak kopartıldığı topraklara yıllar sonra geri dönüşünü anlattıkları belgesel filmi gözyaşlarınıza hâkim olarak izleyebilmeniz mümkün değil. Filmin önemi sadece zor bir “kayıp” hikâyesini takdir etmek gereken bir emekle anlatıyor olması değil, aynı zamanda zor bir yüzleşme deneyimine bizi de tanık olarak katması. Filmi bir sinema eleştirmeni edasıyla değerlendirecek değilim. Bazılarının “konuştuk, anladık, yüzleştik, bitti” sandıkları Dersim acısının neden ciddi bir yüzleşme sorumluluğu gerektirdiğini anlamak isteyen herkesin bu filmi izlemesini ve Dersim’e dair Türkiye’nin meselesinin (evet Türkiye’nin, sadece Dersimlilerin değil) “ne” olduğu üzerine bir kez daha düşünmesini öneririm.

 

Cumhuriyet’in kurucu iradesinin Türkiye’yi kendi ideolojik kalıplarına göre yeniden “şekillendirme” dayatmasının en kanlı “ameliyesi”, Dersim 38’dir. Yıllar sonra Dersim’e “Dersim”, ve 38’e “katliam” denebiliyor olması ve hatta “başbakan” sıfatıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi bir polemik kastıyla da olsa “Eğer özür dilemek gerekiyorsa, işte diliyorum” demesi bir adımdı; ancak bunun hâlâ yerine getirilmemiş gerekleri var. Konuşuyor olmayı bir “lütuf” gibi başımıza kakanlar, “yüzleşme” kavramına yaklaşımları “işte her şey konuşulabiliyor ya” ile sınırlı kalanlar, bu tutumlarıyla gerçeklerle adeta alay etmektedirler. Kuşaktan kuşağa taşınarak gizli saklı yaşanan acıların “görünür” hâle gelmesi, beraberinde bir tedavi, telafi ve adalet sorumluluğunu da öne çıkarır. Ortada bırakılan işte bu sorumluluktur...

 

Bir gün Ermeni soykırımı için “taziye” yayınlayıp bir başka gün “affederseniz bana Ermeni bile dediler” tutumu içinde olanların nezdinde insanlarımızın acıları, politikanın kaypak zemininde ihtiyaç hâlinde rakiplerine karşı “kullanılacak” argümanlar olmaktan başka bir anlam ifade etmekte midir?

 

Çözüm Süreci’nin canlandırdığı barış umutlarını siyaseten istismar etmeyi “maharet” sayıp insanlardaki hayal ve umut kırıklığının yol açtığı öfkenin nedenlerini dahi anlamaya yanaşmayanları biraz ciddi olmaya davet etmeyi neredeyse “hainlikle” özdeşleştiren, “paralel” olmakla yaftalayan bir zihniyetle hangi sorunumuzu, nasıl çözebileceğiz? (Bu “paralel” mevzuuna başka bir yazımda döneceğim tekrar.)

 

Dersim meselesi de, Çözüm Süreci de, Alevilerin taleplerini içerecek şekilde din ve vicdan özgürlüğü sorunlarımız da, azınlık statüsündeki yurttaşlarımızın çileleri de köklü bir demokratik yeniden yapılanma reformunun konusudur; hiçbiri diğerinden bağımsız ve “kendi başına” sorunlar değildir. Bu sorunlar büyük bir demokrasi ve toplumsal barış projesinin yapı taşlarıdır. “Biz” olabilmek sorunlarımızdır.

 

Bu sorunların “görünür” hâle gelmesinin açığa çıkardığı sorumlulukları taşıması gerekenler kendilerini “devlet” ile özdeşleştirdiği zaman, ister istemez bu anlayış ve pratikleriyle kendileri “sorun” olurlar ve olmuşlardır...

 

Hey gidi zaman” diye iç geçirdiğimizde geleceğe dair yaşamak istediğimiz umutlu heyecanlar üzerinde gün geçtikçe kararan bir gölge hâline geldikleri için...

 

Dersim demişken, kitap reklamı yapmanın kimseyi rahatsız etmeyeceğini düşünerek “Dersim... Dersim... Yüzleşmezsek Hiçbir Şey Geçmiş Olmuyor” adlı kitabımın gözden geçirilmiş yeni baskısının yakında bütün kitapçılarda olacağını da duyurmuş olayım. Ve bir başka kitap önerim de, arkadaşım Metin Aktaş’ın “Rüzgâr ateş gibi yakıyordu” (Fam Yayınları, 2014) adlı romanı. Emevi İslamı’nın içyüzünü bugünleri de düşündürecek şekilde hadım edilmiş bir kölenin gözünden anlatan başarılı bir çalışma...

 

cafersolgun@gmail.com

Twitter: @CaferSolgun

Önceki ve Sonraki Yazılar