1. YAZARLAR

  2. Kemal Sayar

  3. Hatırasız ve kimliksiz kalabiliriz
Kemal Sayar

Kemal Sayar

serbestiyet
Yazarın Tüm Yazıları >

Hatırasız ve kimliksiz kalabiliriz

A+A-

aljazeera


Günümüzün “ağ toplumu”nda kültürler, politikalar ve toplumlar beklenmedik bir hızla değişiyor. Dijital ağlar hızla yayılıyor ve pek çok alanı yutuyor. Artık fotoğrafı filmlerle çekmiyor, müziği kasetçalarlarla dinlemiyoruz. Bankacılık, sergi, müzik veya sinema sektörleri dijital ağla bütünleşiyor. Bu hızla uyuşamayan ekonomi unsurları (mesela mahalle bakkalı) kapanıyor, yok oluyor.

Ağın içsel mantığı basitlik ve hız üzerine kurulu. Yavaş olan kenarda kalıyor ve büyük küçüğü değil, hızlı yavaşı yutuyor.

Pek çoğumuz artık sürekli çevrimiçi ve her an bilgisayarla bağlantı halindeyiz. Böylece birey ağ zamanına kendisini ayarlıyor, bir farksızlık zamanına, sınırsız çalışmanın yıldızsız gökyüzünde artık ona yön gösterecek bir işaretin olmadığı zamana. Daima müsaitlik zamanına…

Yumuşak kirlenme

Bedenlerimiz ve kimliklerimiz her şeyi içine alıyor ve aşırı doygunlaşıyor. Michel Serres, buna “yumuşak kirlenme” adını veriyor. Her gün o kadar çok imge, söz ve simge alıyoruz ki zihinlerimiz, dikkatlerimiz sığlaşıyor ve bu da daha gür bir seda ile iletişimi zorunlu kılıyor. “Yumuşak kirlenme” tabakasını aşıp dikkati çekmek için bağırmak gerek.

Serres, ziraatın günlük hayattan kaybolmasının radikal bir değişim getirdiğini, bunun da şeylerin ritmiyle doğal temastan bizi alıkoyduğunu yazıyor.

İletişim bombardımanı bizi bir yandan da etrafımıza karşı uyuşturuyor, duyarsızlaştırıyor. Artık kenarda olan ve kısık sesle söylenen duyulmuyor. Uzun vadeli düşünme yerini kısa vadeli çıkarlara bırakıyor ve maddi olan manevi olanı önceliyor. 

 

İletişim bombardımanı bizi bir yandan da etrafımıza karşı uyuşturuyor, duyarsızlaştırıyor. Artık kenarda olan ve kısık sesle söylenen duyulmuyor. Uzun vadeli düşünme yerini kısa vadeli çıkarlara bırakıyor ve maddi olan manevi olanı önceliyor.

Hız fetişizminin neoliberal ekonomideki adı ise verimlilik. “Bir şeyi ne kadar hızlı yapıyorsak o kadar iyidir”. İşveren ve hükümetler bize sürekli teknolojik dalgayı ardımıza almamızı, yeni fırsatlara açık olmamızı, “an”ı yakalamamızı ve tabiri caizse o anı limon gibi sıkarak ondan azami ölçüde faydalanmamızı telkin ediyor.

Verimli olmak aynı zamanda esnek olmak demek, yani vakti geldiğinde hızlı hareket edebilmek. İşini sık değiştirebilmek esnekliği, işini yapma biçimini değiştirme esnekliği, fikir ve kanaatlerinizde esneklik, mekânınızı ve hatta şekil şemailinizi değiştirme ve kendinize her an yeni bir özkimlik yaratma esnekliği.

Dikkatimizi her daim hızla harekete geçirebilmenin adıdır artık esneklik ve verimlilik. Oyundaki ileri hamleleri görmemiz, hızla değişen senaryolarla senkronize olmamız ve nihayetinde “başarılı” olmamız isteniyor bizden. “Zamanla birlikte hareket etmek” günümüz toplumunda bir gereklilik olarak algılanıyor. Daha hızlı daha iyidir, zira hızlı olan verimlidir. Ağın dışında kalmak ekonomik fırsatları kaçırmak demektir. Bu yüzden fazla verimlilik için daha da hızlanıyor ve tefekkürden, ruhun içe doğru derinleştiği zamanlardan öcü görmüş gibi kaçıyoruz.

Hız kültüründe zamanın kendi doğal akışında akmasına izin verilmez. “Yavaş zaman”ın sokulacağı bir kovuk, bir sessizlik alanı bırakılmaz. Hatta reklamlar, daha yavaş mekânların da kolonize edildiğini gösterir. Tenha bir sahilde elinde dizüstü bilgisayarıyla dünyaya kablosuz bağlanan kişi imgesi, orada tabiatla hemhal olunarak da e-postalarınızı okuyabileceğinizi söyler.

Ağlar giderek hayatlarımızın dokusunu oluşturuyor ve artan hızlarıyla hayatlarımızı giderek daha fazla şekillendiriyorlar. Ancak artan hız hayatımıza başka sorunlarla geri dönüyor: Arabalar daha hızlı ancak trafikte uzun saatler kaybediyoruz, uçaklar çok daha hızlı ama havaalanlarındaki uzun kuyruk ve gecikmeler bizi yıldırıyor. Trafik sıkışıklığı gibi veri sıkışıklığı da internette dolaşan birinin zihnini inatçı bir sis gibi işgal edebiliyor.

Hız imparatorluğu

Hız imparatorluğu, Robert Hassan’ın ifadeleriyle, dokunduğu her alanı şeyleştiriyor, alınıp satılır hale getiriyor. Bakir alanları sömürgeleştiriyor, her şeyi yutarak bütün sosyal alanı kendi ihtiyaçlarına tabi kılıyor. İnsan bilincine nüfuz ederek biyopolitik bir güce dönüşüyor, dünya görüşlerimizi ve bedenlerimizi şekillendiriyor.

Her zaman bir telaş üzereyiz, e-posta ve mesajlar yağıyor, her biri ani cevap isteyen iletiler tarafından hayatımız kuşatılıyor. Durup dinlenmek, içe doğru derinleşmek ve samimi insani ilişkileri için vaktimiz kalmıyor. Bilgiyi, malumatı çabuk yoldan edinmek istiyoruz. Aşırı uyarılıyor ve ani tatmin peşinde koşuyoruz. Beklemeye tahammülümüz yok. Hâlbuki ruh, sabırla, bekleyişle, beklemeyi öğrenmekle olgunlaşır.

Aşırı tüketimcilik, ideolojik ve politik kahramanlığın bozguna uğradığı bir çağda, yaraya basılan afyon gibi.

 

Bu hızlı yaşama bellek yetişemiyor ve insan, belleğe giderek daha az ihtiyaç duyuyor. Bilgisayar, bir protez bellek olarak aradığımız bilgiyi bize bir tıkla sunuyor. “Dışarıdan temin edilebilen” bellek, artık düşünmenin vasıtası ve Tanrı’nın kudretinin yansıması olan o bildik kutsallığını yitirdi. Bilgi çağının sihri, bizi daha az bilme konusunda özendirmesidir. “Hafızamızı bir makineye devrettiğimizde, aynı zamanda zekâmızın ve hatta kimliğimizin çok önemli bir kısmını da devretmiş oluruz” der Nicholas Carr.

Kişisel hafıza, kültürün altında yatan “kolektif hafıza”yı ayakta tutar. Bu yönüyle de kültürel aktarımın belkemiğidir ve “hafıza dışarıya devredilirse, kültür kuruyup yok olur”. Hatıralarımız geçmişin sadık kayıtları olmaktan çok bugünde inşa edilir. Dolayısıyla bir çekmeceden eski bir dosyayı çıkarmaya benzemezler. Yaşayan ve bugüne şekil veren deneyimlerdir. Belleğimize aldığımız şey bizim olur ve kişiliğimize biçim verir, bugünü yaşayacağımızın bilgisine katılır. Kültür de ancak yaşanarak aktarılabilir.

Carpe Diem’in, ‘anı yakala’ felsefesinin kutsanması, isyankâr ve hazcı bir “şimdicilik” hareketi olarak başladı, gelecek hakkında endişe yokluğunun rengini verdiği düzen karşıtı bir zeitgeistı yansıtıyordu. Bugün ikinci dalga bir “şimdicilik”ten bahsediliyor. Parlak bir gelecek politikasının yerini, neşeli bir bugün vaadi sunan tüketimcilik aldı.

İnsanlar çiçek çocuklarına kıyasla daha az iyimser; sağlık/iş/çevre ve gelecek kaygısı had safhada. Dolayısıyla aşırı tüketimcilik, ideolojik ve politik kahramanlığın bozguna uğradığı bir çağda, yaraya basılan afyon gibi.

Şimdiki zamanın dar geçidine raptedilmiş olarak yaşıyor insan, “geçmiş ve geleceğin şimdiki zamanı aşarak birbirleriyle iletişim kuramadıkları için dilsiz kaldıkları” bir zamanda yaşıyor.

Ağ zamanında tarihsel farkındalık kayıplara karışır gibidir. “Burada ve şimdi” artık yeni zamandır, ardışık zamanın yerine geçer. Buradan kökten bir biçimde açık bir gelecek boy verir. Ucu açık ve henüz karar verilmemiş gelecek, zaman algımıza rengini verir. Bu, aynı zamanda kapitalist kültürün ölümcül bir hastalığı olarak bellek yitimi anlamına gelir. Bellek yitimi çağında anımsanacak bir şey olmadığına göre, unutacak bir şey de yoktur.

Görünen o ki ağ toplumunun hızıyla hareket ettiğimizde sadece ruhlarımız değil, hatıralarımız da geride kalıyor. Ancak yavaşlayarak ruhumuzun derinlere kök salmasına izin verebiliriz. Sadece anda yaşamak bizi hatırasız ve kimliksiz bırakır. Belleğimiz olmadan hepimiz birer hiçiz.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.