1. HABERLER

  2. PORTRE

  3. Hasan el-Basri
Hasan el-Basri

Hasan el-Basri

A+A-

Fatma Gülbahar MAĞAT

"Dünya üç gün gibidir. Geçen gün, geçip gitmiştir artık. Geri döndüremezsin. Ondan ümit kesilmiştir. İkinci gün, içinde bulunduğun gündür. Bunu ganimet ve fırsat bil. Üçüncüsü ise, gelecek olan gün ki, sen ona ulaşır mısın belli değil. Belki de gelecek olan güne kavuşamadan ölürsün."

 

Babasının bir savaşta esir düşerek Medine’ye getirilip, ensardan Zeyd b. Sabit’in kölesi olduğu ve asıl adının Feyruz olduğu nakledilmektedir. Annesinin ise, mü’minlerin annesi Ümmü Seleme’nin cariyesi Fars asıllı Hayra olduğu bildirilmektedir. Hasan Basri doğduktan sonra anne-babasının azad edildikleri ve kendisinden sonra Yesar ve Ammar isimli iki kardeşinin daha olduğu rivayet edilmektedir. Said, cihad ehli ünlü bir hadisçi olmuş, küçük kardeşi Ammar ise zühd yolunu seçmiştir.

 

Hasan Basri, Hz. Ömer’in hilafetinin ikinci yılı dünyaya gelmiş, Ümmü Seleme’nin terbiyesiyle eğitilmiş, anne-babasının ilme ve dine düşkünlüğü vesilesiyle on dört yaşında Kur’anı hıfzetmiştir. Aynı yıl Hz Osman katledilmiştir. Ardından, muhataplarının sahabeler olduğu Cemel savaşı gerçekleşir. Bu olayın, Onun yüreğinde oluşan ilk yırtılmanın kaynağı olduğu söylenebilir.

 

Çocukluğunu Medine’de geçirir. Arapçayı iyice öğrenir. Hz. Osman, Hz. Ali, Abdullah bin Abbas ve daha pek çok sahabeyle görüşür. Onlardan feyzler alır.

 

Hicri 36 da ailesiyle birlikte Basra kentine göç eder. Hz. Ali ise Halife olmuştur. On beşinde bir delikanlıdır. Hz. Ali’nin hilafetini kabul etmiş, ancak Cemel vakasına mani olmadığı için eleştirmiştir. Ganimetleri savaşanlara dağıttıktan sonra “bize karşı savaşanların ailelerinden payımıza düşeni vermeyecek misin?” diye soranlara: “Sizden kim mü’minlerin annesinin (Aişe) kendi payına düşmesini ister?” diyerek, peygamber eşlerinin ayetle (33/6) mü’minlerin anneleri olduklarını ve bu talebin gayri meşru olduğunu söyleyerek, kendisinden sonraki iktidar sahiplerinin istismar edebileceği kapıyı temelli kapatır. Hasan Basri, Hz. Alinin bu tavrını ‘asalet, feraset ve basiret’ olarak nitelendirir.

 

Hasan Basri Basra’da, Abdullah bin Abbas, Enes bin Mâlik, Abdurrahmân bin Semüre, Semüre bin Cündeb, Ma'kel bin Yesâr ve el-Esved bin Serî gibi büyüklerin derslerine ve sohbetlerine devâm eder. Abdurrahman bin Semüre, komutasındaki orduyla beraber Sicistan'a, İbn-i Ziyâd Horasan'a vali olunca da, onunla oraya gider. Katipliğini ve tercümanlığını yapar. Bu zaman zarfında birçok Sahabî ile görüşüp hadîs rivâyet eder ve onlardan ilim öğrenir.

 

Daha yirmisine gelmeden Basra’da vaazlarına başlar. Kırkında İmamlığa adım atar. İmam Hasan olur. Çevresinde her gün büyüyen öğrenci halkaları oluşur. Yılların vaizleri, alimleri onu dinlemek, sorularına cevap almak ve ilminden nasiplenmek için bulunduğu camiye akın eder. Halk için, artık vazgeçilmezdir.

 

Tesis ettiği Basra Okulu ile Hz. Ali’nin çocuklarının(Muhammed b. Ali) oluşturduğu Medine okulu arasında ilişkiler kurulur. Medine Okulunun değerli isimleri, Basra okulunu da kendilerine mekan kılarak, peygamberi düşüncelerin, yeni nesillere aktarımında rol oynar.

 

Onun ilmini geliştirmesinde katkısı olan hocaları arasında Ümmü Seleme, İbn Abbas, Ebu Musa el Eş’ari, İbn Ömer, enes b. Malik, Semura b. Cundeb, Abdurrahman b. Semura, Ebu Bekra sayılabilir.

 

Basra'da Hasan-ı Basrî’nin sohbetlerini dinleyen ve ondan istifade eden tasavvuf ehli arasında Râbiatü'l-Adviyye, Mâlik bin Dînâr, Habîb-i Acemî gibi zâtlar da vardır.

 

Muaviye’nin ve oğlu Yezit’in iktidarlığı süresince açık bir muhalefete girmez. Lakin Hz. Hüseyin ve yanındakilerin başına gelenlere sessiz kalamaz ve ağlayarak şu niyazda bulunur:

 

“Bu ümmetin başına daha neler gelecek! Soysuzun teki Peygamberin torununu katletti. Ya Rabbi! Sen onun belasını ver! der ve O zalimler zamanı gelince nasıl bir altüst oluşla yıkılıp gideceklerini bilecekler!” (26/227) ayetini okur.

 

Onun iktidara muhalefeti, zulmün artışıyla birlikte şiddetini arttırır. Özellikle Mervan’dan sonra başa geçen Abdulmelik b. Mervan’ın Haccac eliyle işlediği zulüm, öfkesinin zirvesini oluşturur.

 

Emevilerle başlayan (Muaviye) saltanatın, yine onların eliyle başlayan cahiliye kaderciliğinin karşısına, emirleri eleştirip, sürekli ayetlerle adil olmaya davet ederek çıkmış ve bu konuda sözünü esirgememiştir. Bu tavrın en güzel açıklayacısı, zamanın emiri Abdulmelik b. Mervan’a yazdığı, günümüze kadar gelebilmiş olan mektup (Kader Risalesi)dir.

 

Ömrünün son yılları hastalık ile geçen Hasan Basrî, ölüm döşeğindeyken devamlı: "Biz Allah'ın kuluyuz. (Öldükten sonra) yine ona döneceğiz." Âyetini okumuş, vefatından önce de: "İnsanoğlu sıhhatli ve hasta olduğu günlerde faydalı şeyleri yapsa ne iyi olur" diyerek şu vasiyeti yazdırmıştır:

 

"Hasan bin Ebi'l Hasan şehâdet eder ki, Allah'ü Teâlâ'dan başka ilâh yoktur. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem O'nun Rasûlü'dür” 728 (H. 110) yılında 88 yaşındayken, bir Cuma günü Basra'da vefât etmiştir.

 

Pek çok âlim ve velî yetiştirmiş olan Hasan-ı Basrî Hazretlerinin tasavvuftaki yolunu dört talebesi devam ettirir. Bunlar, Mâlik bin Dînâr, Utbe-i Gulâm, Ebû Hâşim-i Mekkî ve yerine vekil bırakmış olduğu Habîb-i Acemî'dir. Hasan-ı Basrî'nin, Hz. Ali'den aldığı tasavvuftaki yoluna daha sonra Edhemiyye ve Çeşdiyye adları verilmiştir.

 

Görüşleri

 

Dünyaya düşkün kimse, muradına kavuşamaz. Bir gün olsun rahat nefes alamaz. Her gün, ayrı bir düşünce, keder getirir. Derken dünyaya o kadar dalar, ömür biter de ecel bir gün onu yakalayıverir. Sonunda, azıksız âhiret yolculuğuna çıkmak zorunda kalır. İşte böyle duruma düşmekten sakın.”

 

Zaman zaman ‘kaderiyye’cilikle itham edilmiş olsa da, "Allah, mahlûkati ve tabiati yaratti. Hersey yaratilisina uygun olarak hareket eder"  sözüyle, bu düşüncenin karşısında olduğunu belirtmiştir.

 

İbâdet hayatında bütün kaide ve emirlerin sıkı sıkıya tatbik edilmesini istemiş,  nifak ve riyâya siddetle düsman olup, amelde ihlâsın bulunması gerektigini söylemiş ve "Biz insanın dindarlıgını sözleriyle değil, fiiliyatıyla anlarız" diyerek de uygulamaya önem verdiğini belirtmiştir.

 

Gerçek fakihin takva sahibi olduğunu, kimseden himmet beklemediğini, kimseye hakaret nazarıyla bakmadığını, ilmine karşı bir dal dahi beklemediğini belirtmiştir.

 

Ona göre, "Mü'min, daima nefsinin hâkimidir. Onu Allah için inceler. Dünyada nefsini murakabe edenlerin hesabı ahirette kolay olacaktır. Kendilerini murâkabe ve muhâsebe etmeyenlerin hesabı da zor olacaktır."

 

O, sorularını  karşısındakileri eğitmek için sormuş, gerçekleri bizzat kendilerinin bulmasını  istemiştir.  Çünkü kişilerin yalnız ölüp, yalnız gömüleceklerini, yalnız dirilip, yalnız başlarına hesap vereceklerini beyanla, herkesin kendisine dönmesinin önemine işaret etmiştir.  Ona göre, düşüncesini  ahiret üzerine yoğunlaştıranların, dünyadan ve fâni şeylerden sevgisini kesmeleri ve her işte Hazret-i Peygamber'in yolunu izlemeleri şarttır.

 

Hayatının son anlarında kendisinden faydalanmak için bir şeyler soranlara, size üç şey söyleyeceğim der:

 

"Size harâm edilen şeylerden, insanların en çok sakınanı olunuz. Emredildiğiniz şeyleri de en iyi şekilde amel etmeye çalışınız. Yapacağınız işler zararlı ve faydalı olmak üzere iki kısma ayrılır. Siz faydalı olanına yönelerek bu hususta kendinizi iyi kontrol ediniz."

 

Rivayet edilir ki, Birgün Hasan-ı Basrî hazretlerine birisi gelip:

“- Filan kimse seni çekiştirdi, gıybet etti.

- Sen o zâtın evine niçin gitmiştin?

- Misafir olarak da'vet etmişti.

- Sana ne ikrâm etti?

- Çeşitli yemekler ve meşrubat...

- Bu kadar yemekleri, içinde sakladın da, bir çift sözü mü saklayamayıp bana getirdin!

 

Daha sonra kendisinin aleyhinde konuşan bu kimseye, bir tabak taze hurma ile birlikte özür dileyerek, şöyle haber gönderdi: "Duyduğuma göre sevablarını, benim amel defterime geçirmişsin! İsterdim ki, karşılık vereyim! Kusura bakmayın! Bizim hediyemiz sizinki kadar çok olmadı.”

 

Adaleti, takvası ve hizmetleriyle meşhûr Emevî halifesi Ömer bin Abdülazîz (r.a.) halife olunca, Hasan-ı Basrî'ye mektûb yazıp, âdil devlet reisinin nasıl olması gerektiğini kendisine yazmasını ister. Bu arzu üzerine Hasan-ı Basrî (r.a.) şu mektubu yazar:

 

“Ey Mü'minlerin emîri! Bilmiş ol ki, Allah âdil devlet reisini, zulme, haksızlıklara mâni olucu, zayıflara yardımcı, darda kalanlara destek olarak yaratmıştır.

 

Âdil devlet reisi, kendi malını nasıl korur ve evlâdına nasıl şefkatli davranırsa, teb'asına da öyle davranır. O bedendeki kalp gibidir. Uzuvlar onun iyi olmasıyla iyi olur. Bozulmasıyla da bozulur.

 

Âdil devlet reisi Allahü teâlânın emirlerine uyar. O'na itâat eder. Emrindeki teb'asını da Allahü teâlâya itâat etmeye sevk eder. Ey mü'minlerin emîri, saltanatta, sahibinin himayesine verdiği malı ve aileyi darmadağın eden köle gibi olma! Allahü teâlâ kötülüklerden sakınılması için cezalar emretti. Bunu uygulayacak olan (reis) suç işlerse hiç olur mu?..

 

Ey mü'minlerin emîri! Ölümü, ölüm ânında yakınlarının sana yapacakları yardımın azlığını ve ölümden sonrasını düşün. Ölüme ve ondan sonrasına hazırlık yap. İyi bil ki, şimdi bulunduğun makamdan başka, senin başka bir makamın daha vardır. Orada uzun müddet kalacaksın. Dostların seni orada yalnız bırakacak tek başına (kabir) içinde kalacaksın. Kişinin kardeşinden, anasından, babasından, hanımından ve çocuklarından kaçacağı günde, sana yardımcı ve dost olacak şeyi hazırla. Kabirdekilerin diriltileceği, gizli olan şeylerin ortaya çıkarılacağı zamanı hatırla. Artık o zaman bütün sırlar açılmış olacaktır. Büyük küçük ne varsa hepsi amel defterine yazılmıştır.

 

Ey mü'minlerin emîri! Şu anda sen bir mühlet içindesin. Fırsat elde iken ve ecel gelip, çatmadan, fırsat elden gitmeden Allahü teâlânın kulları hakkında adaletle hüküm ver (cahillerin hükmü ile hüküm verme!). Onlar hakkında zâlimlerin tuttuğu yolu tutma! Böyle yaparsan hem kendi günâhını, hem de başka günâhları yüklenirsin... Senin felâketine sebep olan şeylerden istifâde eden insanlar seni gaflete düşürmesin. Kendileri dünyâ menfaatlerini elde etmek için seni âhıretde kavuşacağın ni'metlerden uzaklaştırırlar. Bu günkü gücüne kuvvetine bakma, âhırette hâlinin ne olacağını düşün, (ona göre iş yap), ölüm bir ağ gibi seni sarmış her an yaklaşmaktadır. Hesab vereceksin.

 

Ey mü'minlerin emîri! Sana şefkat edip, elimden gelen nasîhati yaptım. Sana yazdığım bu mektubumu dostunu tedavi eden tabibin ilâcı gibi kabul et. O, dostunu şifâya kavuşturmak için acı ilâç içirir.

 

Allahın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun ey mü'minlerin emîri."

 

Hasan-ı Basrî'nin Ömer bin Abdülazîz'e yazdığı başka bir mektûb da şöyledir:

 

"Şüphesiz ki dünyâ, geçip gidilecek bir konaktır. Ebedî kalacak yer değildir. Dünyada zenginlik, ona dalmamaktır. Üzerinde yaşayanlar her an birer birer ölmektedir. Onu üstün tutan zillete, toplayan fakirliğe düşer. Dünya zehir gibidir. Onu bilmeyen yer, o da onu helâk eder (öldürür). Dünyada, yaralı olup da yarasını tedavi ile uğraşan kimse gibi ol. Yaralı kimse yarasının azmasından korkarak perhiz yapar, daha şiddetli acıya düşmemek için çektiği acıya sabreder.

 

Tuzakları süsler altında gizlenmiş olan şu gaflet dünyasından sakın. Ona dalma! Bitmeyen arzularla gönüller çeken sözlerle süslenmiş, nicelerini aldatıp, kendine meftûn etmiştir. Süslenmiş gelin gibidir. Gözler ona bakmakta, kalpler ona hayran, nefsler ona âşık, o ise âşıklarını helâk ediyor. Yaşayanlar ölenlerden, sonrakiler öncekilerden ibret almıyor. Arif olanlar bile bu hususta dalgındır. Ona düşkün olan, ondan dünyalık elde eder. Fakat aşırı giden aldanır, ahirete gideceğini, dönüşünü unutur. Kalbi dünyaya dalar ve ayağı kayar. Sonra da büyük bir pişmanlığa ve derin bir hasrete düşer.

 

Dünyaya düşkün olan, muradına kavuşamaz. Bir gün olsun rahat nefes alamaz. Her gün, ayrı bir düşünce, keder getirir. Derken dünyaya o kadar dalar ki, ömür biter de ecel bir gün onu yakalayıverir. Sonunda, azıksız âhiret yolculuğuna çıkmak zorunda kalır. İşte böyle bir duruma düşmekten sakın.

 

Ey mü'minlerin emîri! Dünyadan kendini muhafaza edebildiğin müddetçe, sevinçli ol. Yoksa ne kadar üzülsen yeridir. Dünya kimi sevindirirse, sonunda mutlaka beğenilmeyen bir şey vardır. Dünyada sevinen aldanmıştır. Bugün fâideli görünen dünya yarın zarar verir. Dünyada, ümit ve belâ beraberdir. Dünyada kalmanın sonu yok olmaya gider. Onun sevinci hüzün ile karışıktır.

 

Dünya, imtihan için sâlih ve ibâdet edenlerden alındı. Aldatmak için de, Allahü teâlânın düşmanlarına verildi. Dünya verilerek aldatılanlar, dünyayı elde etmekle, ele geçirmekle, kendilerine ikrâm edildiğini zannederler…”

 

Eserleri

 

1- Tefsîr-ul-Haseni'l-Basrî: Bu kitabı bu bütün olarak zamanımıza kadar ulaşmamıştır. Ancak kaynak tefsîr kitaplarında dağınık rivâyetler hâlinde bulunmaktadır.

 

2- Kitâbü'l-Hasen İbni Ebî'l-Hasen fil Aded; Kur'ân-ı kerîmin âyetlerinin adedi ile ilgilidir.

 

3- Risâle fî Fadlı Harami Mekketi'l-Mükerreme; Mekke'nin fazîletine dâirdir.

 

4-Risâle Abdi'l-Melik İbni Mervan ilâ Hasen-il Basrî ve Cevabhi aleyha; Halife Abdülmelik'e yazılmış bir mektuptur. (Kader Risalesi)

 

5-Risâle Erbea ve Hamsin Farîda: Elli dört farzı anlatan bir kitabdır.

 

6- İmanda aranılacak elli fazîlet hakkında bir risâlesi.

 

7-El-istiğfârât-ul-munkıze minen-nâr (Bu kitabın bir adı da "Errâd-ı Hıfzıyye"dir.) İstiğfâr, ya'nî tövbe hakkındadır. Bunlardan başka eserlerinin de olduğu kaynaklarda bildirilmektedir.

 

Kaynakça:

Rehber Dergisi-2005

Kader Risalesi-M. İslamoğlu

Alimler Ansiklopedisi

Gülistan Dergisi

KAYNAK : FITRAT.COM

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.