1. YAZARLAR

  2. Zülfikar Furkan

  3. Han Duvarlarından Bozkıra Yolculuk
Zülfikar Furkan

Zülfikar Furkan

Yazarın Tüm Yazıları >

Han Duvarlarından Bozkıra Yolculuk

A+A-


İnsanların evlerine hapsedildiği bir dönemde meseleler üzerinde düşünme ve analiz etme imkânı bulmamız belki de virüsün tek olumlu yanıdır. Bayramla beraber insanların evlerinde olması düşünme, tefekkür etme, yardımlaşma ve dayanışma duygularını ön plana çıkarmaktadır. Sosyal hayatın içerisinde insanın suni ihtiyaçlarının aslında hiç de yaşamsal olmadığı gerçeğini tüm çıplaklığıyla görüyoruz. Etrafımızı çepeçevre kuşatmış olan ve ihtiyaç olarak gördüğümüz bu şeyler olmadan da yaşamanın mümkün olduğunu yaşayarak öğreniyoruz. Farkında olmadan, normal karşılan ve herkesin olması gerekliymiş gibi canhıraş bir şekilde mücadele ettiği ve bu uğurda tüm ilke ve prensiplerinden vazgeçtiği aslında ihtiyaç olmayıp, ihtiyaçmış gibi dayatılan suni araç ve diğer Meta’nın peşinde sürüklenip gidiyormuşuz. Tüm bu olanlar aslında;

“Milyonlarca insanın büyük bir koşuşturma ve hengâme içerisinde birbirini ezercesine çıkılan trafikte sayısız vergi ve masrafla binilen arabanın ve iş yerinde giyilen kıyafetin ve diğer kendimizi mecbur hissettiğimiz sayısız harcamanın parasını ödeyebilmek içinmiş tüm bu çaba ve hengâme…”

Evlerimize hapsolduğumuz bu günlerde takvim yapraklarının 27 Mayıs’ a yaklaşması neticesinde ister istemez, her türlü zulüm ve haksızlığın meşruiyet kazandığı darbeleri akla getirmektedir. Cumhuriyet tarihi boyunca her on yılda bir yaşanan darbeler yüzünden insanlarımızın bilinçaltlarına bir darbe korkusu ve tedirginliği yerleştiğini söylersek yanlış olmaz herhalde. Darbeler bitse bile korkusu ve tedirginliği bitmiyor maalesef. Yaşanılan bu korku sendromu, savaş ortamında bulunan kişinin maruz kaldığı ani duygu değişimi nedeniyle anlık olarak kendini güvensiz ve ölmek üzere olduğunu hissetmesi, dengesini kaybedip anlamsız hareketler yapması ‘Savaş Bunalımına’ (İngilizce: shell shock) benzer bir durumdur yaşanmakta olan. Arkasında gözü yaşlı insanlar ve dramatik insan hikâyeleri bırakan darbelerden ülke olarak kurtulmamız gerektiği sürekli yazılıp çizilmesine rağmen, her seferinde yeni gerekçelerle tekrarlana gelen sosyolojik bir vakıa olarak karşımıza çıkmaktadır. Her darbenin kendi dönemine göre insanımıza yaşattığı çeşitli zorlukları olmuştur. Darbenin iyisi ya da daha ılımlısı diye bir tanımlama yapılamaz. Darbeyi, güç, kuvvet ve silah zoruyla ülkenin yönetimine el konulması olarak tanımlıyorsak başka bir açıklamaya gerek yoktur. Bunun yanında tarihimizde vuku bulmuş sayısız darbe bir yana, 27 Mayıs Darbesini diğer tüm darbelerden ayıran en önemli tarafı, ülkenin meşru başbakanı ve bakanların hiçbir hukukta yer almayan yol ve yöntemlerle, evlere şenlik mahkeme kararlarıyla idam edilmeleridir…

Karantina günlerinde ister istemez insan biraz da şiire yöneliyor. Hüzün, gurbet, yalnızlık, aşk ve düş kırıklığının sayısız tezahürünün yaşandığı şiirler…

Kimi şiirler vardır kısacık bir iki satırla koca bir aşkı anlatır, kimi şiirler vardır satırlar boyu yaşamı anlatır öykü tadında. İşte edebiyatımızın en unutulmaz şiirlerinden Han Duvarlarında Faruk Nafiz Çamlıbel bir yol hikâyesini, Anadolu insanının öyküsünü anlatır…

Öykü kahramanı şairin, 27 Mayıs darbecilerinin zulmüne uğrayanlardan olması öyküyü daha da etkili kılmaktadır. ‘Han Duvarlarından, Zindan Duvarlarına’ doğru dramatik ve aynı zamanda düşündürücü bir öykü tadı bırakmakta.

Gelmesini beklediği hâlde aslında birazda gelmemesini içten içe isteyen ve sonrasında ansızın gelen tayin haberi. İstanbul olmadığını öğrendiğinde, içi sızlamıştı. Hayâllerinde yoktu Anadolu’ya gidip bir köyde öğretmenlik yapmak. Ona zor gelirdi. Yalnızlık, karşılaşacağı yeni durum ve ortam içine sinmemişti. Belki yeni bir haber, yeni bir başlangıç onu bu yolundan alıkoyabilirdi. Bekledi, bekledi, ama nafile. Başka yol kalmamıştı önünde, gidecekti…

Haberi almasıyla gözlerinde garip bir duygu var oldu annesinin. İlk defa bu şekilde ayrı kalacak, uzaklaşacaktı. Çok değil, bir ay sonra yola çıkması, başında ip atladığı, ortasında müzik dinlediği, sonunda da kitap okuduğu ve adam olduğu sokağa ve hatıralarına veda etmesi gerekiyordu.

İstemeye istemeye kapattı bagajını. Annesinin “Lâzım olur, bunu da al” dediği şeylerle dolu olan son koliyi de koymuştu içine. Kimsenin kendisiyle gitmesini ve yolcu etmesini istemiyordu. Tek başına yola koyuldu. Kulağında Faruk Nafiz’in “İlk sevgiliye benzer ilk acı, ilk ayrılık” mısraları yankılandı.

Yol uzadıkça uzadı, gittikçe gitti. Her yerin sarı oluşu çarptı gözüne. “Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaç sarı” diye devam etti Faruk Nafiz. Sonbahar erken mi geliyordu Anadolu’ya, yoksa hep sonbahar mıydı mevsim burada? Yahut içimizde var olan ayrılık hüznü müydü gözümüzü sarıya boyayan? Biraz daha ilerleyince yeryüzüne kazık misali saplanan Anadolu’nun koruyucuları, dağlarını gördü.

“Zincirlenen yüksek Toros dağları” göze çarpıyordu. İlk başta fark edilen heybeti, dik duruşu, “Ben varım ve buradayım” diye haykırıyordu âdeta Anadolu insanı gibi. Yamaçları tırmandı bir bir, sonra dümdüz bir ovaya ulaştı. Bitmiyordu düzlük, uzadıkça uzuyor, gittikçe gidiyordu. “Yol, hep yol, daima yol”… Bir o vardı koca ovada, bir de ardında bıraktığı “bir atlı, iki yaya”… “Yaklaşıyordum köye, yaklaştıkça artıyordu içimdeki gurbet sızısı. “Gidiyordum gurbeti gönlüme duya duya”…

Birden acısını hissettiği gurbeti kaldırılmıştı gönlünden. Kuşlar girdi huzmeden içeri. Daima gurbette olan, aidiyet duygusuna mazhar olmamış, olamamış, olma ihtiyacında bulunmamış kuşlar… Bu hislerin sadece insana ait olduğu geldi aklına.. Kuşlar zaten bunu hissedemezlerdi ki…

“Yaşaran gözlerimde her şey artık değişmişti”, “gurbet” kavramı zihnimden çıkmıştı.

…Ellerim takılırken rüzgârların saçına Asıldı arabamız bir dağın yamacına. Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık, Yalnız arabacının dudağında bir ıslık! Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar, Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu. Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu. Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince. Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi. Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi. Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine. Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine. Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali, Sonunda ademdir diyor insana yolun hali, Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan.

Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdayan Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor, Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor... Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine…

Artık solan bu bahçede bülbüllere yer yok... Faruk Nafiz Çamlıbel, “Memleket" vurgusunu en iyi şekilde dile getiren şairlerin başında gelir. Yaşamı boyunca Anadolu’yu adım adım dolaşıp, halkı tanıyan; bir yandan aşk şiirleri yazarken bir yandan da Anadolu insanının çileli yaşamını en etkili bir biçimde dizelere döken bir ustanın yaşadıklarını hissetmek ve anlamak çok da kolay olmasa gerek.

Onun ‘Han Duvarları’ şiiri, 1922 yılında atandığı Kayseri Lisesine gitmek için İstanbul’dan trenle Ulukışla’ya oradan da soğuk bir Mart sabahında başlayan ve Kayseri’ye kadar ‘yaylı’ denilen at arabasıyla yapılan üç günlük bir yolculuğu hikâye eder.

1922’de Kayseri Lisesi’ne edebiyat öğretmeni olarak atandı. Kayseri’de kaldığı iki yıllık dönemde Milli Mücadele’nin havasını çok yakından yaşadı. Ünlü şairi Behçet Kemal Çağlar, Kayseri Lisesi’nde öğrencisi oldu; 1924’te Ankara Muallim Mektebi Edebiyat Öğretmenliğine geçti; ardından Ankara Kız Lisesi’nde öğretmenlik yaptı. 1932’ye kadar yaşadığı Ankara’da cumhuriyetin kuruluşuna tanıklık etti. 1924’te “Çoban Çeşmesi”, 1928’de “Suda Halkalar” adlı kitapları yayınladı.

1931’de Ankara Kız Lisesi’nde Coğrafya Öğretmeni Azize Hanım ile evlendi. 1932-1946 arasında İstanbul’da Edebiyat Öğretmenliği yaptı. Vefa, Kabataş Lisesi ve Amerikan Kız Koleji Edebiyat Öğretmenliklerinde bulundu. Sonra 1946’da siyasete atıldı ve 1946’dan 27 Mayıs 1960’a kadar Demokrat Parti İstanbul milletvekili olarak TBMM’de görev yaptı. 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından tüm milletvekilleri ile birlikte Yassıada’da, daha sonra da Celâl Bayar ve diğer DP milletvekilleriyle Kayseri Kapalı Cezaevi’nde tutuldu. Haziran 1960-Eylül 1961 tarihleri arasında tutukluluğu devam etti. Yassıadada Han Duvarlarının yıkıldığını, yaşadıklarının bozkırdaki yolculuğa benzemediğini üzülerek şahitlik etti. Cezaevinden çıktıktan sonra bir daha politikaya girmedi ve son yıllarını Arnavutköy’deki evinde geçirdi. Yassıada’da arkadaşlarıyla birlikte yaşadığı baskıyı “Zindan Duvarları” adlı bir şiir ile anlattı ve şiiri kitap olarak yayınladı. Eşinin ani ölümünün üzerine çıktığı Akdeniz gezisinde Samsun vapurunda Kaş – Fethiye arasında seyrederken 8 Kasım 1973’de hayatını kaybetti. Cenazesi, 11 Kasım 1973’te Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi.

Üniversite sınavlarına hazırlanan her öğrencinin ezberlemek zorunda kaldığı ‘Beş Hecelilerden biri olan Faruk Nafiz Çamlıbel’in hayatını okumadan anlaşılmayan şairlerimizden biridir. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Faruk_Nafiz_%C3%87aml%C4%B1bel)

Hayatını ülkesine, memleketine ve kültürüne adamış, 1933'te Onuncu Yıl Marşı’nın sözlerini Behçet Kemal Çağlar ile birlikte yazan şairin, 27 Mayıs Darbesi sonrasında getirildiği Yassıadada öncelikle askerlerin arasından geçirildiği ‘Ölüm Koridorunda’ ve Bizans Döneminden kalma zindanlarda yaşadığı baskı ve zulüm üzerine kaleme aldığı ‘Zindan Duvarları’ şiirinde duygularını şöyle dile getirmiş;

 

Bilmiyor gülmeyi sâkinlerinin binde biri;

Bir vatan derdi birikmiş bir avuçluk karada.

Kuşu hicran getirir, dalgası hüsran götürür;

Mavi bir gözde elem katresidir Yassıada.

***

Kerbelâ akşamında Marmara ufkunda tüten;

Çölü deryaya çevirmiş sel olan gözyaşımız.

Görerek kanlı bulutlarda Hüseyn’in yüzünü,

On Muharrem gibi mâtem tutuyor yılbaşımız.

***

Evler yıkılır, köyler olur hâk ile yeksân,

Virân yeri birkaç yıla varmaz onarırlar.

Yalnız şu gönül mülkü harap olmaya görsün;

Tamire yetişmez onu dünyada asırlar.

***

Vakit gecenin yalnızlığı, derin bir âlemdeyim

Hüzünlü zindan duvarının manalı seyrindeyim

Dalgalanmış şu yüreğim fırtınalı denizdeyim

Cismen burda ruhen şu anda bir sahra içindeyim

***

Baktım ki sahra ve denizlerde canavarlar bulunur

Kanlı iğrenç dudaklar mazlum kanına yumulur

Kimi diz çökmüş yalvarırken kimileri doğrulur

Aman ya Rabbim her taraftan feryad figan duyulur…

 

Sonuç olarak; memleket sevdalısı, halk düşkünü, çalışma azmi ve yüreği sevgi dolu insanların darbeler neticesinde düştükleri/düşürüldükleri durumu görünce, hür yaşamanın ve hür düşünmenin ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlamış oluyoruz. İnsanların tamamının, din, dil, ırk, düşünce ve yaşam tarzı ne olursa olsun, hiçbirinin diğerini ötekileştirmediği, baskı altına almadığı ve değiştirmeye çalışmadığı bir yaşam biçimini benimsemeden ve hayata geçirmeden, yaşadığımız sorunlarla başa çıkmamız mümkün görünmüyor. Allah her yarattığı kulunu hür ve irade sahibi yaratmışsa bizim de buna uygun davranışlar sergilememiz gerekmektedir. Bir devrin ölümsüz kahramanlarını hatırlayıp anılarını yaşatmazsak, gelecek nesillere bırakacağımız hiçbir mirasımız olmayacaktır…

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.