Gözlerini kaçıranlara...
Orta Asyanın Türkik kavimleri 11. yüzyılda yaklaşık 400 bin kişi ile Anadoluya geldiklerinde, bu topraklarda 5-6 milyon insan yaşamaktaydı. Anadolu bu göçmenlere daha önce de başkalarına davrandığı gibi davrandı... Onlara bağrını açtı, içine aldı ve kültürel olarak asimile etti. Bu yeni göçmenlerle o toprağı sahiplenenler arasında siyasi çatışmalar yaşansa da, kültürel benzeşme belirleyici oldu. O kadar ki, karşılıklı din değiştirmeler sonucunda, kimin yönettiğinden bağımsız olarak çok kültürlü, kozmopolit bir medeniyetin arandığı bir döneme girildi ve Osmanlı İmparatorluğu bu harmanlanmayı taşıyabilen bir siyasi şemsiye olarak ortaya çıktı.
O dönemde Anadoluya gelen göçmenleri inanç açısından yalnız bırakmayan bir kavim daha vardı. Güneydoğuda yoğunlaşmış olan Kürtler İslamiyetin Şafi mezhebinin takipçileriydi ve sayı olarak da gelen göçmenlerden fazlaydılar. Onlar da söz konusu göçmenleri reddeden bir tavır göstermediler... Osmanlı Beyliği başka birçok göçmen Türkik beylikle savaştı; ama 19. yüzyılın başlarına gelinceye dek Kürtleri bir kimlik olarak karşısına almadı. Aynı şekilde Kürt beylikleri ve aşiretleri de yüzyıllar boyunca anlaşmayı ve paylaşmayı esas aldılar. Buna karşılık da yine yüzyıllar boyunca kendi cemaatsel özgürlüklerine sahip çıktılar, dillerini konuştular, şarkılarını söylediler, binlerce yıldır oturmakta oldukları bu topraklara kendi seslerini, duygularını, hayallerini nakşettiler...
İttihat ve Terakkinin etnik temelli milliyetçiliğinden türetilmiş milliliği sahiplenen Türkiye Cumhuriyeti, akıl almaz bir aymazlıkla bu tarihi yok saydı... Kendilerini göçmen olarak buralara gelmiş olan kavimlerin ardılı sayanlar, Anadolunun kadim topluluklarını ortadan kaldırmayı, buralardan sürmeyi içlerine sindirebildiler. Bulgarlar, Rumlar, Süryaniler ve Ermeniler olabildiğince buharlaştırıldı. Kürtlerin ise Müslüman oldukları için asimile olacakları, yani Türkleşecekleri varsayıldı...
Böylece roller değişti... Sanki Türkler Anadolunun kadim ve doğal sahibi olan kimliğin sahipleriymiş, Kürtler ise hasbelkader bu topraklara düşmüş göçmenlermiş gibi davranıldı. Sanki Türkiye bu insanları barındırmakla bir lütufta bulunuyor, karşılığında da onların kimliklerini terk etmelerini bekliyordu... Bu beklentinin ne denli gerçekdışı olduğunu anlamak için ise Cumhuriyetin ilanından sonra bir yıl yetti... Kuruluşta verilen sözlerin tutulmadığını, kandırılmış olduklarını düşünenlerin milliyetçi hassasiyetiyle; Cumhuriyetle birlikte başlayan baskılara karşı gelişen tepkinin birleşimi isyanlara neden oldu.
Devlet ise, Anadolunun bu kadim cemaatinin haklı taleplerini görmezlikten gelmekle kalmayıp, onları kimliklerinden arındırmayı denedi. Baskı ve zulmün normalleştiği, Kürtlerin yaşadığı bölgenin kasıtlı olarak geri bırakıldığı bir dizi on yıl yaşadık... Bunlar olurken, kendilerine Türk kimliğini yakıştıran toplumsal kesimler sadece seyrettiler, duyarsızlığı bir tür vatandaşlık haline getirdiler. Diyarbakır Askerî Cezaevinde olup bitenler bu arka plan önünde yaşandı... Bir on yıl sonra gelen köy, orman, mera yakmalar; insanları insanlık dışı bir sistematik kültüre maruz bırakmalar ise, ırkçılığın biz fark etmeden nasıl bizi yoğurmuş olduğunu gösteriyordu... Sanki bütün Kürtler tanım gereği potansiyel suçluydu, ikinci sınıftı, aşağılanmayı hak eden yaratıklardı... Sanki istenmeden içimize girmiş göçmenlerdi...
Bugün PKKnın bir sonuç olduğu söyleniyor... Ama askerin kimlik üzerinden kurmaya çalıştığı, bunca zaman PKKyı beslemiş ve Kürtler nezdinde meşru kılmış olan, tahakkümcü denetimin sürmesine karşı çıkılamıyor... Öte yandan askere de çok yüklenilmemesi gerektiğini, sorumluluğun sivillerde olduğunu söyleyenler var.
Sorumluluk gerçekten de sivillerde... Ancak bu sorumlu siviller sadece siyasetçilerden oluşmuyor. Asıl sorumlular, sivil siyasetçileri engelleyen askerlere karşı çıkmayan, hatta onları destekleyip pohpohlayan siviller... Asıl sorumlular, kendilerine kucak açmış olan bu topraklardaki kadim toplulukları gözlerini kırpmadan biçenler ve onlar biçildiklerinde de gözlerini kaçıranlar.
Barış ve çözüm çağrılarına önce PKK bitsin diye cevap verenler, bunu diye diye insanlığı bitirdiler. Çünkü insanlığı PKK değil, o barış çağrılarını yapanlar temsil ediyor. Ama devlet bir türlü barış isteyemiyor... Uzunca bir zamandan beri... Devletin barış istemediği bir ülkede birtakım teröristlerin ortaya çıkması çok mu şaşırtıcı?
Türkiye artık resmî görünümlü palavra duymaktan bıktı... Kürtlerin kültürel haklarının hemen ve önkoşulsuz olarak tanınması ve bu kimliği taşıyan insanlardan geçmiş devlet politikası için özür dilenmesi gerekiyor. Çünkü Kürtler muhacir değil... Göçmen de değil... Onlar bu toprakların geriye kalmış sahiplerinden biri...
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.