1. HABERLER

  2. KADIN

  3. GÖREV DAĞILIMI
GÖREV DAĞILIMI

GÖREV DAĞILIMI

A+A-

Songül PALA  / ipekyol
 
İki insan vardır kendileri hakkında karar verilmesi gereken. Birbirlerinden güçlü veya daha yetenekli değiller. Ancak yapılacak işin doğası gereği görev, bir kişilik. Tercih yapmanın zorunluluğu ile içlerinden birinin seçilmesine karar verildi. Bu gereklilik sonucu seçilen, diğerinden daha yetenekli daha akıllı ve daha iyi olur mu?
 
Sorunun cevabını verdikten sonra yazıyı okumaya devam edelim.
 
Başlangıçta birbirine denk ve yakın olan bu insanlar, görev dağılımının gerekleri ile baş başa kaldıklarında yavaş yavaş rakip olmaya başlar. Yönetme iradesini elinde bulunduran, sorumluluğun verdiği mecburiyetle bir karar verici olarak görmeye başlar, kendini. Hüküm verme alışkanlığı zamanla her konuda tek doğruyu kendisinin bünyesinde olduğuna inandırır, onu.
 
Kendisinin seçilmiş olmasının hikmetini, kendi özelliklerinin daha üstün olmasından kaynaklı olduğuna inanmaya başlar. Bu görevi ona biri vermemiştir, o yetenekleri ile hak etmiştir! Hükmettiği insan, kendisinden daha aşağı bir karakterde olmasaydı, kötü kararlar vereceği ön görülmese idi, kendisine görev verilmezdi.
 
Yönetici bu sonuca vardıktan sonra, kendisi ile diğeri arasına mesafe koyması gerektiğine karar verdi. Yapıp ettikleri, hayata dair tercihleri, yiyip-içtikleri, okudukları birbirinden farklı olmalıydı. Kendini tamamlamış bir yönetenle, yönetilenin aynı şartları paylaşmaları doğru olmazdı. Kendisi yüce gönüllüğünden kaynaklı(!) bir şey kaybetmezdi ama diğeri bunu suiistimal edebilirdi.
 
Sonra düşünmeye devam etti, görevi hakkında. Kararları kendisi verecek ise diğerinin okumasına, düşünmesine, söze karışmasına gerek de yoktu. Okumasına gerek olmayanın okumayı öğrenmesi ise zaman kaybı. Neden, düşünmeye zaman harcasın ki o; kararları veren kendisi ise. Aslında düşünmeyi de beceremezdi ki seçilemeyen, sadece tembellik etmek için bahane uyduruyordu.
 
Babadan oğulla geçti, bu iktidar. Oğul etrafına baktı. Yönetilen, okuma yazma bilmeyen, düşünmeden konuşan, -az konuşmasından kaynaklı- konuştuğunda ne dediği anlaşılmayan bir mahluk. Düşündü acaba bu da benim gibi bir insan mı? Kararını verdi. Evet, o da insandı ama bazı özellikleri eksik bir insan. Yaratılışı gereği eksik! Yoksa neden bu miras kendisine bırakılsın ki?
 
Yönetilen de döndü bir kendine bir de yönetene. Düşünmeye başladı, tabloyu. Bulunduğu şartları, kendisine biçilen rolü anlamaya çalıştı. Yönetilen, o ‘çok akıllı ve yetenekli olduğu için güçlü olmalı’ diye düşündü. Baksanıza bilgisine, cesaretine ve yetkilerine. Görevin ona verilmesinin sebebi bu olsa gerek. Kendisi de haddini bilip itaatte kusur etmemeli verile kararları sorgulamamalı böylece ‘seçeni’ de memnun etmeli idi.
 
Bazen bu sonuç hoşuna gitmiyordu, yönetilenin. İsyan edesi geliyordu, kendisine verilen role. Neden düşünmesine gerek kalmasın ki, okuma bilmesine gerek olmadığına karar verenler, sonra neden okuma bilmediği için kınıyorlardı? Kara vermesi gerek yokmuş hiçbir konuda ama karar verebilecek gücü hissediyor, kendinde. Kork(kutul)maya başladı, düşüncelerinden. Yanlış anlayabilirdi, yöneten.
 
Öyle de oldu. Yöneten, yönetilenin kendi iktidarında gözü olduğuna karar verdi. Bütün bu sorular onun içindi. Yoksa bilgi ve gücünün gereği olan bu yetkileri hak etmişti ve görevini kusursuz yerine getiriyordu. Seçenin kararlarını sorgulayarak, büyük yanlışlara dalan yönetileni izaaya getirmek gerekiyordu. Görevi icra yetkisine sahip olduğuna göre kendisi de ‘seçenin’ yerine karar da verebilirdi.
 
Salt birey üzerinden anlatmak istedim, meramımı. İnsanın yaratılmasından bu güne ‘insan’ olma vasfını görmezden gelerek, kadın ve erkek olmanın sonuçları üzerine yorduk, kafamızı. Allah’ın hiçbir ayetinde, gönderilen hiçbir peygamberin ifadesinde olmayan yargılar oluşturduk, erkeğin idareciliğinden. Rabb’imin denk yarattığı bu insan çiftinin ayrı ayrı özelliklerinin listesini hazırladık. Erkek bedenen güçlü, duygusal olarak katı, kararlarında doğal olarak daha gerçekçi olurdu, sonuçlara göre. Kadın ise bedenen zayıf, duygularına kapılan, kararsız oluyordu, genellikle.
 
Bütün bu iddiaları çürüten tecrübelerle doludur, tarih. Erkekleri-ülkeleri yöneten ‘erkekleşen’ kadınların, duyguları ile veya zaafları ile hükmeden ‘kadınlaşan’ hakim-erkeklerin, bedensel güçleri ile değil psikolojik güçleri ile erkekleri alt eden kadınlarla çevrili hayatımız. Yapıp ettiklerine göre değerlendirilecek ise insan, ‘kadınlaşması-erkekleşmesi’ pekala mümkün.
 
Yok, eğer Nisa/34. ayetten alıyorsa gücünü bu yanlış anlamalar, ayetin ‘mallarından harcama yaptıkları için’ gerekçesi ile sunulan erkeğin yöneticilik hakkı, bu gün çalışan kadınlar için farklı bir boyutta olmalı. Eşinden daha az kazanan kadın, eşi ile denk olmayan bir karar alma konumunda; eşi ile aynı kazanan kadın, kararlarda denk; eşinden daha çok kazanan kadın, erkeğin karar alıcısı durumunda mı olacak? Bu yaklaşım maddeci bir sonuca bizi götürür ki Allah bizden bunu istememiştir.
 
Hayatı idame etmenin gereği sorumluluk ikisinden birine verilecekti ve erkeğe verildi. Bu kadın da olabilirdi. İnanıyorum ki, bu görev kadına verilseydi bu gün ezilenleri, özellikleri küçümsenenleri temsil edenler erkekler olacaktı. Çünkü insan; kendini beğenmiş, aceleci, cahil, zayıf bir varlıktır. Kendisine verilen görevi kendi çıkarları için kullanmasının önünde tek engel Allah korkusudur.
 
Bu yazıda İslam dışı akım-düşüncelerin yaklaşım ve mantıklarına yer vermedim. Müslüman bir insanın ‘neden peygamberler hep erkekti?’ sorusuna dair düşüncelerimdir. Müslüman kadın-erkek için bu yorumum.  
 

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.