GELENEKSELCİLİK VE YENİLİKÇİLİK
Türkiye tarihsel, toplumsal ve siyasal yönden gelenek ve yenilik arasında bölünmüş durumdadır. Cumhuriyet modernleşmesi din ile bağlantılı anlayışları gelenekçilik içerisine hapsederek yeni kurulacak sistemin dışına çıkarmayı hedeflemiştir. Bu anlamda gelenekselcilik mahkum edilen bir siyasal anlayış olmuştur. Cumhuriyet modernleşmesinin en büyük açmazı gelenekle anlamlı bağlılıklar kurarak yeni bir sentez oluşturmak yerine reddedici bir tavır takınmasıdır.
Cumhuriyet yönetimi dindarları gelenek safına yerleştirip olumsuzlarken, benzer tavır İslamcılar arasında da görülmüştür. İslamcılar ve Kemalistler geleneksel düşünceyi reddetmek ve dönüştürmek konusunda amaçları farklı olsa da benzer bir anlayışta buluşurlar. Örneğin tasavvuf anlayışını değerlendirmek konusunda İslamcılar ile Kemalistler büyük ölçüde örtüşürler.
Gelenek karışışındaki bu reddedici tutum, her iki anlayışında toplumsal kökenlerini zayıflatmıştır. Buradaki temel sorun gelenek karşısında nasıl bir tavır takınılacağı ile ilgilidir. Geleneksel düşünceyi hiçbir eleştiriye ve kritiğe tabi tutmadan kökten reddetmek, geleneksel düşünceyi benimseyenler ile iletişimin bütün imkanlarını sınırlandırmıştır.
Değişim karşısında kabaca iki tutum ortaya çıkmıştır: Ütopyayı ( ideal) temel alanlar ve toplumsal realiteyi temel alanlar. Ütopyayı temel alanlar, ideolojiyi önemserler; toplumsal realiteyi temel alanlar ise var olanı gerçeklik olarak kabul ederler. Toplumsal realiteyi temel alanlar olması gerekeni ıskalamak ve konjonktüre mahkum gibi bir sıradanlaşma riski altındadır.
Yenilikçi arayışın sorunu ise, sürekli ideale, olması gereken vurgu yaparak gerçeklikten uzaklaşma riskidir. Bu onları toplumdan uzaklaştırmalarına ve kendi içine kapanmalarına yol açmaktadır.
İslam inancında ideali realiteye bağlayan içtihattır. İçtihat, Müslüman aydının yaşadığı dönemde ortaya çıkan sorunlara İslam’ın temel kaynakları olan Kur’an ve Sünneti temel alarak çözüm üretmek için harcadıkları beşeri çabadır. İçtihadın yokluğu, İslam’ı toplumdan kopararak metafizik atıl bilgi haline getirir. Bu yüzden içtihat İslam açısından hayati derecede önemlidir.
İslamcı düşüncenin siyasal anlamdaki değerlendirmeleri de bir hayli sorunludur. İtikat ve içtihat alanına ait konuları birbirinden ayırmak gerekir. İnanç itikat, siyaset ise içtihat alanına aittir. Sabit olan itikat, değişken ve yoruma açık olan ise içtihattır. İçtihat doğası gereği beşeri bir faaliyettir. Bu yönüyle tarihsel, yanılgıya açık ve değişkendir. Buradaki en büyük sorun değişken ve yoruma açık olan içtihat alanını sabit kabul etmektir. Bu durumda değişken olması gereken alanı sabitlemek, sabit olması gereken inanç alanını ise değişken kabul etmektir. Siyasal tercihleri değişmez kabul ettiğimiz de, itikat konusunu bu tercihlere uyumlu hale getirmeyi amaçlarız. Bu da farklı siyasal tercih yapanların tercihlerini itikat alanına taşımakla ve tekfir etmekle sonuçlanır. İtikadi içtihada mahkum etmemek gerekir. İtikat sabitenin, imanın, içtihat değişkenliğin ve yorumun alanıdır. Hiç kuşku yok ki, içtihat ve itikat birbirinden bağımsız alanlar da değildir. Çünkü içtihat itikadi değerleri temel alarak girişilen bir zihin faaliyetidir.
Sol ve sağ muhafazakar ideolojilerin gelenek değerlendirmesi de birbirinden farklıdır. Sol ideoloji eylem yapar, gösteri yapar, molotof atar; ütopik bir gelecek için gençleri ölüme gönderir. Sağ/muhafazakarlık yol yapar, baraj yapar köprü yapar, ölümü olabildiğince ötelemeye çalışır. Öyle görülüyor ki, yüzü geçmişe dönük olması beklenen sağ /muhafazakarlık bugünün sorunlarına soldan daha fazla angajedir.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.