1. YAZARLAR

  2. Cihan AKTAŞ

  3. Geleneksel mevzi konforumuz
Cihan AKTAŞ

Cihan AKTAŞ

Yazarın Tüm Yazıları >

Geleneksel mevzi konforumuz

A+A-

Her şey yeniden “İslamcılık”la, İslamcılığa yorulan niteliklerle açıklanmaya başlandı. Ama gerçekte öyle mi? İslamcılık bir çıkarılan bir giyilen Mili Görüş gömleğinden ibaretmiş gibi…

Herkes İslamcılığı kendine göre tanımlıyor gerçi. Bana göre ise İslamcılık, kaynaklardaki bilgilerle mevcut hayatın ritmi arasında gidip gelen dönemsel bir tecrübenin birikimidir ve ayrıca  modern dünyada dini uygun bir şekilde yaşama ve temsil etmeye ilişkin kaygının da adıdır. İslam tektir, İslamcılık ise dönemsel cevaplar aramaya yoğunlaştığı kadarıyla muhtelif. Bir gelir, bir geri çekilir.

Bir dönem öncesinin yaygın sıfatı “muhafazakârlık”tı. Kimse de bu sıfatın doğru kullanıp kullanmadığıyla pek ilgilenmiyordu. Yeni bir sınıf, toplum, anlayış ortaya çıkıyordu sanki. Dar bir kadroya, etkin olsa bile sınırlı sayılan ve yanlış anlamalarla yüklendiği için de yıpranmış sayılan bir harekete özgü sıfat, statüko ile uzlaşmanın süreğinde layıkıyla taşıyıcı güce sahip görülmüyordu. Oysa tam da İslamcılığın yarım asrı bulan soruları ve cevaplarının sağladığı bir enerji ve birikimle, teşvikle mümkün olan bir tazelenme dönemine uzanıyordu Türkiye. Buna karşılık İslamcılığa ilişkin popüler olumsuz yargıların gücü her zamanki kadar baskındı. Böylelikle kimi İslamcılar bağlam değiştirirken muhafazakârlığı uygun bir maske olarak benimsediler ya da muhafazakârlığa karşı çıktıkları zannıyla muhafazakârlaşmaya başladılar.  

Esasında postmodern söylemlere özgü dalgalı bakış açısı hâkim siyasete: Bir şeylerin değişmesi gerekirdi, başka da çaresi yok, öyleyse her şey gider. Yoğun hareketliliğin düşünsel rehaveti örtbas ettiği ve eleştirinin davaya ihanetle bir tutulduğu dönemlerden geçiyoruz.

Sert kavga diline, tartışmalara, kutuplaşmaya karşılık İslami kesim bir tür rehavet hali içinde, günübirlik laf yetiştirmelerle vakit geçiriyor. En az kırk- elli yılın eleştiri ve teklif birikimi, sivil toplum örgütleri, cemaat ve vakıfların bin bir mahrumiyet ve baskı altında geliştirdiği dil ve söylemler Hükümet’le Gülen Hareketi arasındaki kavganın dili tarafından yutuluyor..

Hz. Ömer’in eleştiriye açıklığını anlatan Asrı Saadet sahnesini gözlerimizin önünde canlandırmayı çok seviyoruz. Ancak söz konusu olan kendi bağlandığımız siyaset ve liderin eleştirisi olduğunda, bunu ihanetle adlandırmakla yetinmeyi tercih ediyoruz.  Olması gereken her yapının kendi içinde özeleştiriyi ihmal etmezken, dışarıdan gelecek eleştirilere de açıklığına izin verecek faal bir konuşma ortamı.
Muhalif  hatta düşman üzerinden kurgulananın ötesine geçen kavrayıcı, çağıran bir dil, bir üslubun yaygınlaşmasını sağlamak için değilse, onca kitap niye okundu, onca tefsir çalışması niye yapıldı…
Gündemin başlıkları ve mevcut sorunlara ilişkin bütün açıklamalar İslamcıların bütün kazanımlarının da temsilcisi olarak görülen Başbakan Erdoğan’dan bekleniyor.  Başbakan Erdoğan ise Türkiye’deki tipik kutuplaştırıcı siyasetin ötesine geçen bir dil kullanmamayı yeğliyor. Karşıtları da benzeri şekilde kutuplaştırıcı, arabulucu bir dil kullanma konusunda iştiyaklı.  Krize yol açan her tartışmada kesimler- statik olanı değiştirmek o kadar kolay olabilirmiş gibi- geleneksel mevzilerine çekilerek ötekinden ümidi kesiyorlar. Binnaz Toprak’ın seçim sonuçlarını değerlendirdiği  baskahaber.org’ta okuduğum söyleşisinde dile getirdiği eleştiriler buna bir örnek. Toprak, eğitilmiş/eğitilmemiş kesimler üzerinden siyaseti okurken  "Beyaz Türk" genellemesindeki kısır döngüyü çözüm olarak ileri sürüyor.

Rövanş mantığının ötesine geçen arabulucu, söyleşiye çağıran yeni bir dil oluşturma fırsatının hebası nihayet statükonun başka bir kalıpta yeniden canlanması anlamına gelmiyor mu?  Etyen Mahcupyan’ın çok konuşulan yazılarından birinde ifade ettiği gibi, bir taraftan daha önce sistem tarafından dışlanmış ve devletin nimetlerinden yoksun bırakılmış geniş muhafazakâr kitleler sisteme entegre olurken, aynı kesimler seküler bir zihin ve hayat tarzı yapısına açılıyor. Bu tespitin gerçekliği elbet tartışmaya açık. Sonuçta bir bastırılmışlıktan ileri gelen bir içe kapanış dönemi sonrasında, yeni öğrenmeleri gerektiren bir süreci adımlıyoruz. Kutuplaştırma artarken her kesim karşısındaki manzarayı kendi görüşüyle tasvir ederek duruşunu tahkime çalışıyor.

“Bugün Ramazan'da sadece beş gün oruç tutanlardan, günde sadece bir kez namaz kılanlara, dini doktrinlerle popüler sufi öğretiyi harmanlayarak kendisine manevi bir dünya yaratmaya uzanan sayısız 'yeni dindar' var. Bunun bir tür sekülerleşme olduğu açık... “ diye tasvir ediyor gözlemlerini Mahcupyan,  “Bir gün herkes AK Partili olabilir” başlıklı yazısında. Maalesef iktidar olgusuna gerekli bir mesafeyle yaklaşan düşünürlerimizin seyrekliği, AK Parti’nin başarısını çarpıcı bir dille çözümleyen bu cümlelerin tahliline izin vermeyecek bir göz ardıya sebep oluyor. Eleştirinin de toptan reddiye tutumuyla bir görüldüğü üslubun tarafgirlik adına tercih, insaflı ve hakkaniyetli eleştirinin sahasını büsbütün görünmez hale getiriyor. Eleştiride mesafe ayarı yoksunluğu bir taraftan zihinleri tazeleyen yorumlar ve analizler yapmaları beklenen düşünürlerin cümlelerini kısıtlarken, bir taraftan da eleştirinin içeriğinde doğrular olsa bile kale alınmasına izin vermeyen bir bağlamı biricik gerçeklik olarak okumaya sevk ediyor.

Hep, nasılsa işler yoluna girecek, artık sistemin baskı altında tuttuğu bir kesim olmaktan çıktı İslamcılar, hiçbir şey eskisi gibi değil, diyoruz. Bunu kanıtlayacak az sebep de yok.  Fakat emanet ehline verilmediği, statükonun tarafgirlik mantığıyla “liyakate değil niteliğe bakarım” tutumu devralındığı için kervanın yolda düzene sokulması mantığının hükmü geçerli oluyor.  Her kesimde insaf, tevazu, mahremiyet mesafesini gözetme endişesi, kul hakkı, helalleşme, arabuluculuk gibi kavram ve tutumlar tarafgirliğin bakış açısında yontularak işlevsizleştiriliyor.

Çok değerli birikimlerin lâyıkıyla kitlelere tanıtılmasını amaçlayan iyi niyetli projelerin aceleye getirildiği izlenimi veren ifadelerle sunumu, niyete değilse de üslubun diddiyetine gölge düşürüyor.  Çok büyük bir titizlik göstermeyi hak eden  “7 Güzel Adam” dizisinin sunumuyla ilgili medyada dönen cümlelerden biri dikkatimi çekti:  “Onlar evrensel değerlerle buluştular."  Bu söz bir hayli düşündürücü. Dizi aceleye getirilmiş, estetik açıdan hamlığı hissedilen bir sunumla ileri sürülüyor . Onlar zaten evrensel değerlerden yola çıkmamışlar mıydı? İslamcılık, işte bu yarım yamalak anlaşılan şeyin de eleştirisini yapabilme sorumluluğun adıdır. 

Güncel cevap üretme yarışında rastgele kullanılarak hırpalanan bir kavram da “cemaat” oluyor. Gülen Hareketi kavgası bağlamında pek çok AK Partili neredeyse bu kavga üzerinden cemaat olgusunu hafife alan cümleler kurabildi. Oysa İslami varoluş parti üzerinden değil, cemaat üzerinden gerçekleşir. Mevcut cemaatlerin yapısını, faaliyetlerini eleştirirsiniz, o ayrı, ancak cemaat olgusunu hafife alan bir dilin pekâlâ aynı zamanda Mahcupyan’ın işaret ettiği şekilde sekülerleşmeyi sürdüren bir toplumsallığın  ifadesi olduğu geliyor akla.

İslamcılığa dönecek olursak… Onu muhafazakâr siyasetten ayıran, tam şimdi eksik olanın ne olduğunu görme ve anlatma başarısı olabilirdi. Bu başarı gösterilmediğinde anlaşılan, İslamcılığın geri çekilmekte olduğudur.

Yeni yorumlara izin vermeyen bir eleştirel bakışı hor gördüğünüz, körelttiğiniz takdirde, kendini karşıtını suçlama üzerinden var eden kısır siyasete dolanıyor ayaklarınız. Mustazaflara vaat edilen zafer, sarsıcı olsa bile nihayet bir hakkın yerli yerine konulması olarak kendini duyuran adalete inancımız, rövanşın ötesine geçen bir hedefi gösteriyor muhakkak ki… Sahici  başarı rövanş düzeyinde değil, karşıtını hakikat adına sarsacak bir anlama inandıracak cümleler ve eylemlerde bulunuyor oysa…

dünyabülteni

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.