1. YAZARLAR

  2. Yavuz Yılmaz

  3. Gelenek ve Yenilenme Sorunu Üzerine
Yavuz Yılmaz

Yavuz Yılmaz

Analiz
Yazarın Tüm Yazıları >

Gelenek ve Yenilenme Sorunu Üzerine

A+A-

     Özellikle İslami uyanışın başladığı C.Afgani ve M.Abduh’tan beri İslam dünyasını en çok meşgul eden sorunlardan biridir gelenek ve yenilenme sorunu. Geleneğin nasıl yorumlanacağı, gelenek ile yenileşme ilişkisinin nasıl kurulacağı, gelenek korunarak yenileşmenin nasıl sağlanacağı ve İslami yenileşmenin geleneği reddederek mi, ıslah ederek mi, yoksa olduğu gibi kabul edilerek mi gerçekleşeceği soruları entelektüelleri uzun süre meşgul etmiştir ve hala da etmektedir.

     İslam dünyasının tamamında olduğu gibi Türk modernleşmesinin de temel sorunudur, gelenekçilik-yenilikçilik, muhafazakarlı-çağdaşlık sorunu. Hasan Hanefi, çağdaş İslam düşüncesinin en birikimli beyinlerinden biridir. Gelenek ve Yenilenme” adlı eseri hem konuyu etraflıca ele alması, hem de geliştirdiği özgün fikirlerle konuyu farklı boyutlara taşımış ve ufuk açıcı sonuçlara ulaşmıştır. Aslına bakılırsa gelenek ve yenilenme Hasan Hanefi’nin geniş kapsamlı çalışmasının bir bölümünü oluşturmaktadır.

     Geleneğin ne olduğu konusunda farklı yaklaşımlar vardır. Bunlar arasında geleneği olumlayan görüşler olduğu gibi geleneği yenileşmenin önünde bir engel olarak gören görüşlerde vardır. Bir üçüncü yaklaşımda, daha farklı düzlemlerde ortaya çıksa da gelenekle batı modernizmini telif etmeye çalışan yorumlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamda Ziya Gökalp ve Mehmet Akif Ersoy farklı parametrelerden hareket etseler de din - bilim, doğu-batı yada kültür-uygarlık arasında bir sentezin olabileceğini düşünürler.

     “Dinlerin aşkın birliği” ve “Ezeli Hikmet “ kavramlarını temel alarak gelişen ve Gelenekselci ekol olarak tanınan düşüncenin en önemli temsilcileri Frithjof Schuon, Martin Lings, R.Guenon, Lord Northbourne, Titus Burckhardt ve özellikle ülkemizde oldukça tanınan, eserlerinin neredeyse tamamı Türkçeye çevrilen İranlı düşünür Seyyid Hüseyin Nasr’dır.

     Gelenekselci ekole göre gelenek, aynı kalan, değişmeyen ve zamanı aşan bir ezeli hikmet, medeniyeti vahye bağlayan ve anlamlandıran bir zincir, dinleri içinde barındıran büyük gelenek, insanüstü bir gerçeklik olarak tanımlanmaktadır. Gelenekselci ekole göre geleneğin belli başlı özellikleri şunlardır:

     1- Her din değişmez öze sahiptir, aynı aşkın geleneğin farklı formlarda ifadesidir.

     2- Batının seküleleşmesi onu ezeli hikmetten uzaklaştırmıştır.

     3- Ezeli Hikmetin kaynağı Doğudur.

     4- Doğu bilgeliği batı insanına ulaştırılmalıdır.

     5- Çağın hastalıklarına ve modernizme karşı manevi dönüşüm şarttır.

     6- Gelenek Hz. Adem’le başlayan bir süreci ifade eder.

     7- Ezeli hikmet olarak tanımlanan gelenek bir ağaca benzetilirse dinler o ağacın meyveleridir.

     Gelenekselci ekole göre “Gelenek” ilahi kökenli olup saf bir bilgiyi ifade eder. Bu noktada gelenekselci ekolün geleneği sosyal bilimlerde yaygın olan kullanımın dışında tanımladığını görmekteyiz. Yalnız insanın etkisinden uzak saf bir gelenekten bahsedilip bahsedilemeyeceği önemli bir problem alanıdır.

     “Gelenekselci ekole mensup mütefekkirler. Modern çağın çıkmazlarının köklerinde, dinden uzaklaşma ve dinin arka plana itilmesi gerçeğinin var olduğu sonucuna varmışlardır. Dinin asli hüviyetinden uzaklaştırılıp içinde mukim olan ezeli hikmet unsurunun yok (sayılarak) kaybedilmesi, insanın ya da diğer bir ifadeyle modern insanın bir merkeze sahip olmayarak onu eşref-i mahlukat kılan özüne ters istikamette ilerlemesine ve daha aşağı seviyelere düşmesine neden olmuştur. Bu anlamda yapılması gereken ilk, hareket dini doğru anlamak ve ona samimiyetle sarılmaktır.” (Nurullah Kotlaş, Gelenekselci Ekol ve İslam, İnsan yayınları, s:109)

     Burada geleneği nasıl tanımladığımız belirleyici olacaktır. Geleneği, ezeli hikmetin ve dinlerin aşkın birliğinin ifadesi olarak mı (Gelenekselci ekol), dini özünden uzaklaştırmış kurumsal bir otorite olarak mı (Ali Şeriati), toplumun geçmişten beri biriktirdiği ve gündelik yaşamını sürdürdüğü bir kültür ögesi olarak mı (sosyoloji), yoksa geçmişten gelen ve yararlanılması gereken bir süreklilik olarak mı gördüğümüz (Sanat ve kültür) tartışmanın yönünü belirleyecektir.

     Ali Şeriati ise Seyyid Hüseyin Nars’ın yaklaşımları arasındaki farklılık, hem geleneğin ne olduğu konusunda, hem de din ile gelenek arasındaki ilişkilerin nasıl değerlendirilmesi gerektiği konusundaki yaklaşım farkından kaynaklanmaktadır. “İslam dünyasında geleneğin değişmesi ve onun yerine modern bir nosyon olan ‘ideoloji’nin getirilmesi gerektiğinin en ateşli taraftarlarından Ali Şeriati’ye karşı yine bir İranlı düşünür Seyyid Hüseyin Nasr, geleneğin geçmişte mevcut olduğu haliyle muhafaza edilmesi ve o haliyle günümüzde muhafaza edilmesi gerektiğini savunmaktadır.” (Mustafa Armağan, Gelenek ve Modernlik Arasında, Timaş yayınları,s:65)

     Hiç kuşkusuz Seyyid Hüseyin Nasr ile Ali Şeriati’nin geleneğe bakışları arasında köklü farklılıklar vardır. Nasr, geleneği ezeli hikmet, bilgelik, dinlerin aşkın birliği gibi tanımlamalarla ele alırken Şeriati, geleneği donmuş, kalıplaşmış ve islamı tanınmaz hale getirmiş algılama biçimleri olarak görmektedir. Şeriati’ye göre İslam ancak donmuş gelenek yerine eylemci ideolojiyi koymakla yeniden dünyada devrimci bir nitelik kazanabilir. Şeriati, "Öze Dönüş" adlı eserinde Hangi öze dönelim sorusunu sorar ve şu değerlendirmeyi yapar: “ Yani buradaki öz biziz. Bu inceleme sürecindedir ki “İslam kültürüne ve ideolojisine” dönüş, bir gelenek, bir kalıtım olarak değil, bilakis bir ideoloji olarak, bilinçlendiren ve bu toplumlarda o mucizeyi yaratan bir iman olarak islama dönüş anlamındadır. (Ali Şeriati, Öze Dönüş, Fecr yayınları, çev: Ejder Okumuş, s: 19)

     Türkiye’de ise gelenek modernlik tartışması, ana eksen olarak gericilik- ilericilik, İslam – batı ekseninde tartışılmıştır. Radikal modernleşmeyi temel alan Türk modernleşmesinin öncü elitleri, gelenek modernlik tartışmasında modernliği tercih etmişler, islamın modernleşmeye engel olan gericiliği temsil ettiği yolunda neredeyse görüş birliğine varmışlardır. Belki de Said Nursi’yi modern bilimleri öğrenmeye sevk eden asıl dinamik, modernistlerin bilimi islamın önüne tek hakikat olarak çıkartmak gayretleriydi. Gerçek şu ki, Mehmet Akif ve Said Nursi’yi batının bilimi ile İslam irfanını sentezlemeye götüren şey Batının gelişmişliği karşısındaki yılgınlıklarıydı. Bu yılgınlığı aşmanı yolunun batı bilimi ile İslam inancını harmanlamak olduğu sonucuna varmışlardı. İsmet Özel bu yaklaşımın doğru bir yaklaşım olmadığı kanaatindedir. “İslam değerlerinin bilim ve teknik kafasıyla birleşip beraber yaşayacağını ummak bir avuntudan ibarettir. Çünkü günümüze hakim olan bilim ve teknik, Batı’da bekli bir dönemde belirmiş bir kafa yapısının uzantısıdır, belli bir toplumsal yapının sinesinde gelişmiş, vasıfları İslam’a taban tabana zıt bir sınıf eliyle gücünü dünya ölçüsünde yaymıştır… İmdi, Müslümanlar hem o müesseseleri reddedip hem de o müesseselerin ürünü olan teknik ve bilimsel yapıyı nasıl kendi hayatlarına adapte edeceklerdir? Açıkça ve şuurla kavramamız gereken nokta Batı’nın inancı, felsefesi, bilimi ve tekniğiyle bir bütün olduğu ve reddedilecekse tümden, kabul edilecekçe yine tümden kabul edilmesi gerekeceğidir (İsmet Özel, Üç Mesele, Çıdam yayınları, s:46). Mehmet Akif ve Said Nursi, bilimsel bilginin İslama aykırı olmadığı ve hangi zihin tarafından üretilirse üretilsin tabiatın bir okuması olduğu, bu yüzdende vahiyle çelişmeyeceği kanaatindeydiler. İsmet Özel ise bilgiyi üreten bir zihin yapısının olduğu, o zihin yapısını almaksızın o bilginin üretilemeyeceğini savunuyordu. Öyle görülüyor ki, İslami akıl, “Kafirlere benzemek” ile “düşmanının silahı ile silahlanmak” ve “ilim Çin’de de olsa alınız” Arassında salınmaktadır.

     Hasan Hanefi, gelenek ve yenilenme sorununa daha farklı ve özgün bir açıdan yaklaşmaktadır. “Mesele ‘geleneğin yenilenmesi’ ya da ‘gelenek yenilik meselesi’ değildir. Çünkü başlangıç noktası, ‘yenilik’ değil, ‘gelenek’tir. Zira amaç, milli kültürde devamlılığı sağlamak, mevcut durumu temellendirmek, onu ilerlemeye sevk etmek ve sosyal değişimin sorunlarıyla ilgilenmektir. Gelenek, kültürel ve milli bir yükümlülük olarak meselenin hareket noktasını oluşturur. Yenilik ise bu geleneğin çağın ihtiyaçlarına göre yeniden yorumlanmasıdır. Zira eski, yeniden önce gelir; köklülük ise çağdaşlığın temelidir. Araçtır amaca götüren. Şu halde gelenek araçtır; yenilik ise amaçtır ve mevcut durumun geliştirilmesine, onun problemlerinin çözümüne, ona engel teşkil eden unsurları ortadan kaldırmaya ve geliştirilmesi yönündeki her tür uğraşıya engel teşkil eden kilitleri açmaya katılımdan ibarettir. Gelenek bizatihi değerli değildir; o, yalnızca, mevcut durumun izahının yapılması ve geliştirilmesi yönünde sergilenen uğraşıya dair sunduğu bilimsel anlayış ölçüsünde bir değere sahiptir. (Hasan Hanefi, Gelenek ve yenilenme, Otto yayınları,çev: M.Emin Maşalı,s:11-12)

     Hasan Hanefi, geleneği araç kılarak muhafazakarlığın gelenek okumasından çok farklı bir gelenek okuması yapmaktadır.

     Köklerinden uzaklaşarak yenileşme projelerinin uygulandığı Doğu –İslam toplumlarında, geleneğe karşı batılılaşmayı savunanlar ile halk arasında derin çatlaklar yaratmıştır. Türkiye, hala gelenek ve yenilik arasında yaşanan gerilimin ortaya çıkardığı sorunlarla boğuşmaktadır.

     Hasan Hanefi gelenek ve yenilenme projesini kapsamlı bir şekilde ele almakta ve üç temele dayandırmaktadır:

     1- Kadim geleneğin karşısındaki duruşumuzun yeniden yapılandırılması

     2- Batı geleneği karşısındaki duruşumuzun yeniden yapılandırılması

     3- Tefsir kuramının yeniden yapılandırılması.

     Hasan Hanefi’ye göre ‘Kadim gelenek” karşısındaki duruşumuzun amacı, İslam geleneğine ait bilimlerin yeniden yapılandırılmasını amaçlamaktadır. Böylece geleneksel ilimlerin yapıları analiz edilecek ve asıllarına gidilerek ortaya çıkış koşulları incelenecektir. Bu incelemede dış faktörler etkili olmayacak tamamen iç faktörler ile inceleme tamamlanacaktır; çünkü, “Dil, kavramlar veya yöntemler bakımından kesin olarak başka bir medeniyetin ürünü olarak görünenlerin tamamının ise gelenekte kökleri vardır.”(Hasan Hanefi,s:234)

     Hanefi’ye göre kadim geleneğin analizi, usulu’d dinin yeniden yapılandırılması olan ‘İnsanbilim’; Yunan medeniyeti ve felsefi birikimi ile karşılaşma neticesinde oluşan İslam felsefesinin analizi olan ‘Uygarlık felsefesi’; geleneksel fıkıh usulünün yeniden yapılandırılmasını amaçlayan ‘Usule dair’; tasavvufi ilimlerin analizini içeren “Mistik Yöntem’; hadis, tefsir gibi nakle dayalı ilimlerin yapılandırılmasını amaçlayan ‘Nakli İlimler’; matematik, geometri, cebir, astroloji, müzik, fizik, kimya, tıp, anatomi, botanik gibi riyazi ve tabi bilimlerin yeniden yapılandırıldığı ‘Akli İlimler’; psikoloji, tarih, siyaset, sosyoloji gibi bilimlerin yeniden yapılandırılmasını konu alan ‘Beşeri Bilimler’ ve “Bu kadim gelenekteki ilimlerin birliğini sağlamanın yanı sıra İslam medeniyetinin yapısını ve onun gelişimini tanımlama, İslam medeniyetini yeni bir evreye aktarma, onun tarih içindeki şeklini mağara medeniyetinden katılıma dayalı medeniyete, daireden düz çizgiye, yukarıdan ileriye doğru döndürme uğraşısı” olan ‘İnsan ve tarih’ gibi alt dallara ayrılır.

     Hasan Hanefi’nin “gelenek ve yenilenme” projesinin ikinci ayağını “Batı Geleneği Karşısındaki Duruşumuz” oluşturmaktadır. Bu başlık altında batı düşüncesinin yedinci yüz yıla kadar olan bölümünü inceleyen “Kilise Papazları Dönemi”, Batı düşüncesinin İslama kaynak olmaya başladığı dönemi konu alan “Ekol Dönemi”, Batı düşüncesinin on beşinci ve on altıncı yüz yıllarını analiz eden “Dini ıslah ve Tecdit Dönemi”; hürriyet, ilerleme, akıl, bireysellik, amaçlılık gibi konuların incelendiği on yedi ve on sekizinci yüz yıl batı felsefesini inceleyen “Modern Dönem” ve batı düşüncesinin on dokuzuncu ve yirminci yüz yılını analiz etmeye çalışan “Mevcut Dönem” incelenmektedir.

     Hasan Hanefi’nin gelenek ve yenilenme projesinin üçüncü ayağını “Tefsir Kuramı” oluşturmaktadır. “Bu bölüm, ilk iki bölümde öne alınan iki medeniyeti de yeniden yapılandırmayı, vahiydeki yanı söz konusu iki medeniyetin sahip olduğu mukaddes kitaplardaki temel prensiplerden hareketle işe yeniden girişmeyi hedefler” (Hasan Hanefi,s: 242) Bu bölümün bölümleri Ahd-i Cedit, Ahd-i Kadim ve Yöntem bölümleridir.

     Görüldüğü üzere Hasan Hanefi’nin gelenek ve yenilenme projesi bir medeniyet, daha açıkçası İslam medeniyetinin inşasını amaçlamaktadır. Bu yanıyla onun gelenek üzerine değerlendirmeleri diğer değerlendirmelerden çok daha derinliklidir.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.