1. HABERLER

  2. MAKALELER

  3. Eş'ârî "Değer Anlayışını" Eleştirirken Ne Kadar Mutezile veya Mâtürîdî’yiz?/Erkan Baysal
Eş'ârî "Değer Anlayışını" Eleştirirken Ne Kadar Mutezile veya Mâtürîdî’yiz?/Erkan Baysal

Eş'ârî "Değer Anlayışını" Eleştirirken Ne Kadar Mutezile veya Mâtürîdî’yiz?/Erkan Baysal

A+A-

 

Genel felsefe ve İslam felsefesinde olduğu gibi "varlık", "bilgi" ve "değer" kavramları kelam ilminin en temel konularını oluşturmaktadır. Çünkü felsefî veya kelâmî sistemlerin gerek "tekevvünü/oluşumu" gerekse diğerlerinden "temayüzü/ayrılması" bu unsurlar ekseninde gerçekleşmektedir. Bununla birlikte tarihi süreç içerisinde her hangi bir ekolün varlık, bilgi ve değer anlayışını ortaya koyan anahtar kavramlar da tebarüz etmektedir. Söz gelimi neredeyse bütün Mutezile kelam sistemi "adalet ve tevhit", Eş'ârî kelam sistemi "kudret ve irade" Mâtürîdî kelam sistemi de "hikmet" merkezli oluşmaktadır. Bu kavramlar, mezkûr kelam ekollerinin "varlık", "bilgi" ve "değer" anlayışlarını ortaya koyduğu gibi "Allah", "insan" ve "âlem" hakkındaki tasavvur biçimlerini de ortaya koymaktadır.

Ancak ifade etmek gerekir ki burada adalet, tevhit, hikmet, irade ve kudret mefhum ve kavramları, bütün kelam ekolleri tarafından farklı oranlarla olsa da savunulmuştur. Yüce Allah’ın kudret ve irade vasfını reddeden bir kelâmî ekol bulunmadığı gibi onun hikmet ve adalet vasfını reddeden bir kelâmî ekol de bulunmamaktadır. Sözgelimi filozoflarla tartışırken en fazla “kudret” ve “irade” kavramına başvuran Gazzâlî, “bu evrenden daha mükemmel bir evren yoktur. Olsaydı Yüce Allah’ın hikmet sıfatına aykırı olurdu” düşüncesinde hikmeti merkeze koymaktadır. Daha açık bir ifade ile hiçbir kelam ekolü, Yüce Allah’a Kur’an’da atfedilen vasıfları reddetmez. Aksi takdirde kelâmî bir ekol olmazdı. Ancak buradaki farklılık, her hangi bir ekolünün bir sıfatı diğerinden daha fazla merkeze koyması, kelam sistemini onun üzerine inşa etmesi veya ona dair farklı bir yorumu getirmesidir.

Malum olduğu üzere "bilgi" ve "değer" bağlamında kelam ilminin en temel tartışma konularından biri de "idrak" ve " hüküm" (aklî, doğal ve dinî) ile ilgilidir. Bu meyanda bütün kelam ekolleri, ilk dönemden itibaren aklın "vahiyden bağımsız" iyi ve kötüyü idrak edip etmediğini, idrak ettiği takdirde ise "ne” kadarını "nasıl" idrak ettiğini ve idrake dayalı olarak da "aklî", "doğal” veya "dinî" bir yargının söz konusu olup olmadığını tartışmışlardır. Bu tartışma kelam literatüründe "hüsün ve kubuh" adı altında işlene gelmiştir. Ancak burada tartışmanın "odak noktası"nın mutlaka iyi bilinmesi gerekir. Aksi takdirde kelamcıların hüsün ve kubuh konusunda temelde neyi tartıştıkları anlaşılamayacaktır. Kelamcılar, bu meyanda idrake konu olacak hususları üç kısma ayırmışlardır.

Birincisi, insan tabiatına uygun olan veya olmayan "doğal iyilik/güzellik ve kötülük/çirkinliktir. Buna "doğal/estetik" değer de denilebilmektedir. Mutezile, Eş'ârî ve Mâtüridî, bunun idraki için vahye ihtiyaç olmadığını düşünürler. Dolayısıyla bunun idraki zâtîdir. Her halde Eş’ârî âlim ve filozoflar, temizliğin ve adaletin güzel; zülüm ve pisliğin de çirkin olduğunu idrak etmek için vahye ihtiyaç olduğunu söyleyecek kadar cahil değiller.

İkincisi, kemal sıfatının "iyi" ve naks sıfatının da "kötü" olduğu gibi "aklî güzellik/doğru ve kötülük”/yanlıştır. Buna "aklî değer" de denmektedir. Bunun da aklî olması ve bunun idraki için vahye ihtiyaç olmadığı konusunda kelam ekolleri arasında bir ayrım yoktur. Vahiyden bağımsız bütün kelam ekollerine göre akıl, ilmin iyi/doğru, cehaletin de kötü/yanlış olduğunu idrak eder.

Üçüncüsü ise vahiyden bağımsız "dinî açıdan iyilik ve kötülük"tür. Buna "dinî değer" denmektedir. Bu kısımda vahiy olmadan her hangi bir eylemin dini açıdan iyi veya kötü olarak idrak edilmesi, idrak edildiği takdirde ona her hangi bir ceza ve mükâfatın terettüp edip etmediği tartışılmıştır. İşte hüsün ve kubuh konusunda tartışmanın "odak noktası" burasıdır. Bu konuda Mutezile vahiyden bağımsız akıl, sözgelimi yalanın hem "dini bir kötülük" olduğunu hem de onun "haram" olduğunu idrak ettiğini savunmuştur. İmâm Mâtürîdî, akıl yalanın “dini bir kötülük” olduğunu idrak etse de onun haram olduğunu ancak vahiyden sonra idrak ettiğini düşünmektedir. Ancak bir kısım Mâtürîdîler, Allah'a imanı bundan istisna etmişlerdir. Onlara göre vahiyden bağımsız akıl, Allah'a inanmanın "zorunluluğunu" idrak edebilir. Eş'ârîlere göre ise vahiyden önce akıl, aklî veya tabiî olarak yalanın kötü olduğunu idrak etse de onu “dinî bir kötülük” olduğunu idrak etme fonksiyonuna sahip değildir. Bunun doğal bir sonucu olarak vahiyden önce her hangi bir “dini hüküm” de söz konusu değildir. Burada görüldüğü gibi Mutezile'ye göre eşya ve eylemin sıfatları zati olduğu gibi onun “dini yargısı” da kendisinde mündemiçtir. Mâtürîdîlere göre eşyanın sıfatı kendisinde mündemiç olsa da "dini yargısı" ondan bağımsızdır. Eş'ârîler ise eşyaya içkin ve onun dini hükmünü gerektirecek bir sıfatın varlığını temelde reddederler.

Malum olduğu üzere yaşadığımız modern dünyanın her türlü etki ve propaganda yolu ile "değer inşa etme gücü" vardır ve inşa da etmektedir. Bunu da oldukça güçlü ve farklı araçlarla yapmaktadır. Sanat, edebiyat, sermaye, askeriye ve medya….Bir şeye iyi dediği zaman herkesin ona iyi ve bir şeye kötü dediği zaman da herkesin ona kötü demesini beklemekte ve bunu zorla kabul ettirmektedir. Söz gelimi Müslümanların Endülüs'e giderek orada insanlık tarihinin en büyük kültür ve medeniyetlerinden birisini kurmalarını "işgal" ve "sömürü"; Fransa'nın Afrika ülkelerini aç, perişan ve yoksul bırakmalarını ise bir "medeniyet" hamlesi olarak zihinlere kodlayabiliyor. Bu şekilde algılanması için bütün legal ve illegal araçları kullanmaktan da geri durmuyor. Buna bir örnek vermek gerekirse Mısır’ın 1878’de Fransa tarafından işgal edilmesi “Fransız orduları Mısır’ı işgal etmediler kurtardılar” şeklinde yazılıp çizilmiştir. Dolayısıyla burada ne "algı" ne de "yargı" akla tevdi edilmiyor. Durum böyle olunca bir şeyin iyi veya kötü olduğunu zihnimizde kodlayan ve onun hükmünü belirleyen de "modern dünya sistemi" olmaktadır. Bunun doğal bir sonucu olarak değerlerin "aklî" ve "fıtrî" otantik yapısı ortadan kalkmakta onun yerine "nisbi" ve "rölatif" yapısı yer almaktadır.

Elbette aklî ve fıtrî değerlerin nasıl tespit edileceği pek kolay değildir. Ancak onun "ilkesel olarak reddedilmesi" ile onların "tespit edilmesi"nin zor olması birbirlerinden ayrı konulardır. Dolayısıyla her hangi bir şeyin tespit edilmesinin "zor" veya "çetrefilli" olması onun yokluğunu gerektirmez. Modern dünyada aklî ve tabiî değerler dışındaki diğer değerlerin en azından pratikte nispi olması, Eş'ârîliğin hüsün ve kubuh anlayışına tıpa tıp uyuyor. Ancak bir kelam sistemi olarak Eş'âliği modern dünya sisteminden ayıran "kaynak"tır. Çünkü İmâm Eş'ârî ve Eş'ârîler, değer inşa rolünü "Yüce Allah ve vahye" bıraktıkları gibi "modern dünya sistemi" aynı rolü "insan/egemenlerde" görmektedir. Bu nedenle Eş'ârîlerin modern dünya eleştirisi "kaynak"ın değişimi noktasındadır. Bugün farazi olarak İmâm Eş'ârî, (ö. 324/935) Mâtürîdî (ö. 333/944) ve Kadı

Abdülcebbar (ö. 415/1025) yaşamış olsalardı kendi sistemetiği içerisinde modern dünyayı şöyle eleştirmeleri gerekirdi; 1) (Kadı) İster vahye müracaat edilsin ister edilmesin yapılan zulüm, yalan ve diğer yanlışlar, epistemolojik, dinî ve ahlâkî olarak doğru değildir ve bunun mutlaka cezalara tabi olması gerekir. Vahiy de bunun böyle olmasını teyit eder. Bu nedenle fıtrat ve akla aykırı olarak değerlerin inşa edilmesi kabul edilemez. 2) (Eş'ârî) Aklî ve tabiî değerler dışındaki diğer değerlerin sonradan inşa edilmesi ve onların nisbi olarak algılanması temelde sorun değildir. Çünkü bize göre de vahiy olmadan “dinî değer” söz konusu değildir. Bu nedenle mezkûr değerlerin bir şekilde inşa edilmesi gerekir. Ancak modern dünya sisteminde Allah ve vahiy yerine değerlerin merkezine insan/egemenlerin yerleştirilmesi doğru değildir. Bu nedenle mezkûr kaynağın değiştirilmesi ve değerler manzumesinin yeniden Allah merkezli oluşturulması zorunludur. Bize göre değerlerin nisbiliğini ortadan kaldıran Allah’ın belirlemesidir. Ancak mevcut dünya sisteminde değerler ya nisbi olarak kalır veya egemenler tarafından belirlenir. 3) (Mâtürîdî) İster vahye müracaat edilsin ister edilmesin modern dünyada cari olan zulüm, yalan, sömürge ve diğer zararlı uygulamalar aklî, ahlâkî, dinî ve epistemolojik olarak doğru değildir. Dinin de bunu onaylamadığı bilinmektedir. Ancak bunun karşılığının ne olması konusunda mutlaka vahye müracaat edilmesi gerekir.

Anlaşıldığı gibi Modern dünya çoğu zaman "değerleri inşa etme"ye girişmesinde bir nevi Eş'ârîdir. Elbette İmâm Eş'ârî'nin vahiyden önce dini değerlerin varlığı ve inşası konusundaki yaklaşımı tartışılabilir. Zaten kelam ve İslam düşüncesinde de çokça tahlil edilmiştir. Ancak Eş'ârî'nin bu konudaki yaklaşımını reddederken Mutezile ve Mâtüridî gibi vahiy olmazsa bile varlığı kabul edilen sabit değerleri merkeze koymak gerekir. Bunun da son derece önemli ve can alıcı bir konu olduğunu düşünmekteyiz. Aksi takdirde değerler konusunda "Allah" merkezli Eş'ârîlik eleştirirken "insan/egemen" merkezli "modern dünya Eş'ârilik/nisbilik savunulmuş olacaktır.

Ayrıca Eş'ârî kelam sisteminde "akla" dayanarak çağdaş değerler manzumesini eleştirmek ne kadar "sistemsel" bir hata ise modern dünyanın akla, fıtrata ve ahlaka aykırı önermelerini merkeze koyarak Eş'ârîlerin Allah merkezli sistemini eleştirmek o kadar "sistemsel" bir hatadır. Değerler konusunda yukarıda aktarıldığı gibi İmâm Mâtürîdî'nin "orta" ve "daha esnek" bir yaklaşım sergilediği görülmektedir. Mutezile ve Eş'ârî ise farklı uçlarda bulunmaktadır. Çünkü Mutezile'ye göre vahiyden bağımsız hem dini değeri idrak etmek hem de onun hükmü söz konusudur. Eş'ârî'ye göre vahiyden bağımsız hem dini değeri idrak etmek hem de onun hükmü yoktur. Mâtürîdî’ye göre ise söz konusu değer idrak edilebilir ancak onun hükmü vahiyle sabit olmaktadır. Ancak en önemli husus, Eş'ârî değer anlayışı eleştirildiği veya tahlil edildiği zaman en azından Mutezile veya Mâtürîdî gibi sabit değerlerin merkeze konulması gerekir. Çünkü onlara göre vahiyden bağımsız sabit dini değerler vardır. Ancak Eş’ârî’ye göre vahiy geldikten sonra onun sübutu gerçekleşir ve nisbiliği ortadan kalkar. Aksi takdirde sonu nereye varılacağı kestirilemeyen her gün farklı bir değerler manzumesi ile karşı karşıya kalınacaktır. Bunun doğal bir sonucu olarak "Allah merkezli Eş'ârîlik" yerine

"insan/egemen" merkezli "modern dünya Éş'ârîlik/nispilik"e geçiş sağlanacaktır.

رأيت كثيرا ممن ينقد "الأشعرية التي تستند إلى الله" باسم "الأشعرية التي تستند إلى العالم الحديث"، كلاهما أشعريتان ولكن الفرق ان المعين للقيم في الأولى هو رب العالمين وفي الثانية هو أرباب العالم الحديث المستكبرون هل يستوون مثلا

(Birçok kişinin "modern dünya"ya dayalı Eş'ârîlik/nispilik adına "Allah'a dayalı Eş'ârîliği" eleştirdiklerini gördüm. Her ikisi de aslında Eş'ârîliktir. Ancak birincisinde değerleri belirleyen "âlemlerin rabbi", diğerinde ise "çağdaş dünyanın egemen tanrıları"dır. Her ikisi aynı mıdır?)

Etiketler : , ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.