1. YAZARLAR

  2. Zülfikar Furkan

  3. ELMA KOKUSUYLA GELEN ÖLÜM(HALEPÇE)
Zülfikar Furkan

Zülfikar Furkan

Yazarın Tüm Yazıları >

ELMA KOKUSUYLA GELEN ÖLÜM(HALEPÇE)

A+A-

 

Yeryüzündeki etnik topluluklar, uluslar, nüfus özellikleri ve sayıları neye tekabül ediyor olursa olsun, künyelerinde illaki bir trajedi barındırır. Bilhassa da etnik topluluklar için trajediyi besleyip topluluk bireylerinin yaşamına pompalayan olgunun, siyasi projelerle oluşturulan yapay sınırlar ve bu sınırları daha da keskinleştiren insanlar arası fiziksel ve ruhsal bölünmüşlükler olduğu tecrübeyle sabittir.

 

Sınırların ardında yaşanan dramlar, bir şizofrenin iç dünyasında uğradığı hezeyanı bir kendisinin bilmesi gibi, herkesin habersizmiş gibi olduğu ölümlerdir. Tarihte yaşanmış ve bundan sonraki süreçte yaşanacak toplu ölümlerin (katliamların) müsebbibi hep muğlak kalacakmış gibi bir oyun oynanmakta. Tarihi objektif ve ders alarak okuduğumuz zaman yaşanan hadiseler daha iyi anlaşılır. Uluslararası olguların, devlet politikalarının ve davranışlarının, güncel olayların incelenmesinde ve açıklamasında tarihsel derinliğe inerek geçmişin bilgisine ulaşmak ve ondan yararlanmak sadece gerekli değil, aynı zamanda zorunluluktur.

Tarihin tüm evrelerinde uluslararası aktörler dünya zenginliklerini kendi menfaatleri için kullanmayı ve yararlanmayı öngören politikalar üretmişlerdir. Sistemin özelliklerine bağlı olarak bazen bir, bazen de birden fazla oyuncu zenginlikler üzerinde diğerlerine oranla daha fazla hakimiyet kurma olanağı bulmuştur.

Günümüzde kurulan organizasyon klasik güç sistemi ile Amerikan idealizminden oluşmaktadır. Sovyetler Birliği bu düzenin bir sömürü düzeni olduğunu ileri sürerek karşı çıkmıştır. Böylece dünya iki zıt uçlu bir sömürü düzenine kavuşmuş ve Soğuk Savaş resmen başlamıştır. SSCB, II.Dünya Savaşı’ndan galip ve süper güç haline gelerek ayrılmıştı. Soğuk savaş denilen yeni dönemde ABD ile küresel ölçekte bir mücadeleye giren SSCB 1970 li yılların sonunda Afganistan’ı işgal etti. Afganistan’ın yeraltı kaynakları, stratejik konumu, ortadoğu petrollerine ve Hint Okyanusu’na yakınlığı ile petrol geçişinin kilit noktasında bulunan Hürmüz Boğazı’nın varlığı bu işgalin baş faktörleri olarak sayılabilir.

Diğer yandan aynı tarihte Afganistan’ın sınır komşusu İran’ da İmam Humeyni önderliğinde bir devrim hareketi zafere ulaşmıştı. Dünya kaynakları için iki büyük gücün mücadele sahası şimdilik Hürmüz boğazı çevresi ile Zagros ve Hindikuş dağları arasındaki bölge olarak seçilmişti. SSCB 1989 yılına kadar Afganistan’ daki işgalini sürdürürken, diğer taraftan ABD aynı bölgede gerçekleşen İran devrimini görünürde akamete uğratmak için Irak’ ta yönetimde bulunan Saddam Hüseyin üzerinden hedeflerini gerçekleştirmeye başlamıştı bile. Din, devrim, mezhep ve etnik kimlik olguları üzerinden bölge insanlarının birbiriyle uğraşması için her türlü senaryo uygulanmaya çalışılıyordu.

ABD güdümünde olan Irak yönetimi ile devrim ile yeni bir başlangıç için adım atan İran arasında eski sorunlar tekrar gündeme getirilmeye başlandı. 1980 yılının ortalarında, İran ordusundaki yüksek rütbeli subayların tasfiye edilmesi ve rehineler olayıyla ABD’nin düşmanlığını çekmesi dolayısıyla, İran’ın güçsüz durumda olduğu izlenimi uyanmıştı. İran’ın iki ülke arasında anlaşmazlık konusu olan Körfez Adaları’ndan askerlerini çekmeyi reddetmesi üzerine 22 Eylül 1980’de Irak ordusu ABD güvencesiyle sınırı geçti. Irak, 16 Eylül’de, Şatt-ül-Arap Anlaşmasını feshettiğini açıkladı. Savaşın ilk günleri, baskın avantajını koruyan Irak’ın üstünlüğü ile geçti. Fakat, zamanla İran’ın direnişinin artması ile savaş karşılıklı yıpratma sürecine girdi. İran’ın ilk tepkisi, Irak birliklerini ve Basra limanını bombalamak oldu. Aynı günlerde Tahran ve Bağdat karşılıklı olarak bombalandı. Eylül ayının sonunda Irak ordusu Abadan ve Hürremşehr kentlerini abluka altına almıştı, ama kış gelmeden bitirmek istediği savaşta istediği sonuca gidemiyordu. 1980 kışı boyunca yapılan barış girişimleri başarısız oldu ve 1981 Nisan ayından itibaren savaş yeniden alevlendi.

Savaş boyunca İran'ın tarafını tutan Kürt savaşçılarının 15 Mart 1988'de ele geçirdiği Halepçe kasabasında 40 bin Peşmergeyle İran ordusuyla işbirliği yaparak; Halepçe’deki halkı Saddam’ın işkencesinde kurtarmayı hedefliyordu. Helepçe’de başlatılan isyan sonucunda, Saddam emelini gerçekleştireceği ortamı hazır buldu. 16 Mart 1988’de zehirli gaz bombalarını taşıyan sekiz MiG-23 uçağı tarafından Halepçe kasabasına bombardıman düzenlendi. Halepçe sakinleri, İran askerleri ve Peşmergelerle birlikte 5.000’den fazla insanın öldüğü, 7.000’den fazla insanın da yaralandığı tahmin ediliyor. Ancak Irak Savaşı’ndan sonra bölgeye giren yabancılar tarafından bu rakamın daha da büyük olduğu tespit edildi. Sokaklar, kadın, çocuk, yaşlı ve hayvan ölüleri ile dolup taştı. Binlerce insan elma kokusunu sineye çekerek son nefesini verdi. Zalimler her şeyi planlanmıştı. Dünya katliama kör ve sağır olmuştu. Bir bahar gününde mazlumlara sadece gökler ağladı...

Bütün devletsiz halkların ortak kaderidir katliamlar ve soykırımlar. Sahipsiz ve savunmasız oldukları için topraklarında bile sürekli gözü dönmüş katillerin, çetelerin, diktatörlerin hedefi olmuşlardır. Modern ama barbarlığı günden güne artan dünyanın birçok yerinde benzer soykırımlar ve toplu katliamların onlarcası yaşandı,. Bu coğrafyadaysa Kürtler, bu barbarlıktan nasibini fazlasıyla alan halkların başında geliyor. Dünya Mart 1988’te bihaberdi Halepçe’de olanlara. Ne büyük devletler ne müslüman(!) ülkeler ne de komşular kılını kıpırdatmadı Halepçe için. Gazeteci Ramazan Öztürk’ün tanıklığı ve çektiği fotoğraflar katliamın göz ardı edilmeyecek kadar büyük olduğunu herkese gösterdiğindeyse, artık her şey için çok geçti.

İnsanlık tarihinin en vahşi katliamlarından birisinin hem mağduru hem tanığı olan Kürtlerin çilesi kimyasal saldırıdan sonra da bitmedi. On binlercesi Türkiye sınırına yığıldı. Bir sonraki imtihanları açlık, soğuk ve zor hava koşullarıydı. Katliamdan yıllar sonra da devam etti Halepçe’nin trajedisi, zehirli gazlar daha sonraki kuşakları da etkiledi. Halepçe’de özürlü doğum oranının Hiroşima ve Nagazaki’nin 4-5 katı olduğu iddiaları mevcut.

Böyle bir katliamın emrini veren emperyal devletlerin yanında, bir de bu katliama sessiz kalıp ortak olan sözde islam dünyası ve devletleri vardı. Halepçe’nin sokaklarında küçük çocuklar annelerinin kucağında oldukları yere yığılıp can verirken, Katar’da 53 İslam ülkesi toplantı halindeydi. Türkiye’yi dönemin kudretli darbecisi Kenan Evren temsil ediyordu ve orada kimse Halepçe Katliamından bahsetmedi. Haksızlıklar karşısında hep susan, kişisel menfaatlerini ön planda tuttukça da topraklarından kan gözyaşı ve ölümün hiç eksik olmadığı Müslüman(!) 53 ülke, Saddam’ın Halepçe’de Kürtlere yaptığı vahşet karşısında kör-sağır ve dilsiz şeytanı oynadı. O yüzden Mısırlı yazar Fehim Şinnavi’nin büyük bir iyimserlikle dediği gibi “Kürtler ümmetin yetimleri” değil de olsa olsa kurbanıdır diyebiliriz. Bölge ülkeleri özellikle yüz yıldır bunu ziyadesiyle kanıtlamış vaziyette.

Halepçe yüzyılın en büyük katliamlarından biri ancak kesinlikle münferit ve mevcut savaşa göre karar verilen bir katliam değildi. Rejimler, ideolojiler ve zaman değişir, ancak; bu coğrafyada emperyalizmin başta yerel unsurlar olmak üzere değişik araçlar ile Kürtlere reva gördüğü şey baki kalır! Halepçe’de 1988’da gerçekleşen felaket, bir katliam ve soykırım hareketidir. Halepçe Katliamı, batılı devletler tarafından, 20. Yüzyılın başlarından itibaren, Kürt milletine yönelik gerçekleştirilen katliamlardan sadece bir tanesidir. Sömürgeci Devletlerin, 20. Yüzyılın başlarından itibaren planlı ve sürekli hale getirdikleri Kürt Soykırım Hareketinin bir halkasıdır. Halepçe Katliamı, güneyde 1983 yılında başlayan ve 180.000 kişinin katliamıyla sonuçlanan Enfal Kürt katliamının devamıdır. Halepçe, insanlığın katledilmesi ve insanlığın buna karşılık susmasıdır. Bu nedenle de Halepçe, insanlığın yüz karasıdır ve hukuksal sorgulayıcısıdır. Halepçe, Birleşmiş Milletlerin Kürtler için hiçbir şey ifade etmemesidir. Halepçe, Batı Demokrasisinin iflasıdır. Halepçe, insanlık değerlerinin tümünün ayaklar altına alınmasıdır. Bu yüzde Halepçe asla unutulmamalı ve gelecek nesillere doğru anlatılmalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.