1. YAZARLAR

  2. Yavuz Yılmaz

  3. Eleştiri Ahlakı ve Toplumsal Sorumluluğumuz
Yavuz Yılmaz

Yavuz Yılmaz

Analiz
Yazarın Tüm Yazıları >

Eleştiri Ahlakı ve Toplumsal Sorumluluğumuz

A+A-

     Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, eleştiri sağlıklı bir düşünce sisteminin gelişmesinde son derece önemlidir. Ancak eleştirinin doğru bilgiye dayanması, tutarlı, samimi ve ahlaki olması, eleştirinin gücünü ve etkisini artıracaktır. İçinde yaşadığımız toplumda yapılan eleştirel faaliyetlerin pek çoğunun bu kurallara uymadığı ve genel anlamda etkisiz kaldığı söylenebilir.

     Siyasal anlamda muhaliflerin söylemlerini zayıflatan şey her şeyi eleştirmeleri ve hiçbir şey iyi gitmiyor psikolojilerinin arkasına sığınmalarıdır . Bir şeyi eleştirmek karşı olmak doğaldır, doğal olmayan eleştiri sırasında hak ve adaleti gözden kaçırarak davranmaktır. Ak Parti ve Ak Partiye destek veren Müslümanlar konusunda bu ölçü çoğunlukla gözden kaçırılmaktadır. Ak Parti karşıtlığı ve muhalif olma tutkusu adalet duygusunu zayıflattığı için, çoğunlukla gerçekliği ortaya koyma ve tarafsız değerlendirme imkanı kalmıyor. Bu da eleştiri yapanların hem güvenilirliklerini hem de söylemlerinin gücünü büyük ölçüde örseliyor.

     Eleştiride hatadan korunmak ve tek boyutlu değerlendirmelerden kaçınmak için, konu veya alay hakkında paralel okumalar yapmak gerekir. Okuma kültürünü zenginleştirerek ve çeşitlendirerek sürdürmek gerekir. Tek boyutlu okumalar sizi içinden çıkamayacağınız, çıkmaya korkacağınız paradigmanın içine hapseder. Bilginiz yeterli olmadığı için size gelen her eleştiriye kızar ve farkında olmadan bir fanatik olur çıkarsınız. Karşınızdaki farklı fikirde olanların sürekli menfaat peşinde olduklarına inanırsınız. Aslında bu iç dünyanızdaki tatminsizliğin ve ötekine karşı sevgisizliğin dışa vurumudur. Dini tek bir kanaldan ve kaynaktan öğrenip, sadece onunla ilgili yorumların doğruluğuna inanmak ve bununla yetinmeyerek başka yorumları dışlamak ve ötekileştirmek dini fanatizmin kaynağıdır. Burada samimi olmak insanı kurtarmaya yetmez çoğu kez fanatizmin artmasıyla sonuçlanır. Nitekim Hariciler ibadetlerine son derece bağlı samimi insanlardı. Ama bu onların Hz. Ali taraftarlarını öldürmelerini engellemiyordu. Yanlış bir bilgiye ve öğretiye samimiyetle ve sadakatle bağlanmak insanı felakete bile sürükleyebilir. Dine aşırı samimiyetle bağlılık onları kanlı cinayetler işlemekten alıkoymamıştır.

     Fanatizmden sizi koruyacak olan tek şey entelektüel dünyanızı zenginleştirmektir. Sanıldığının aksine dini bilgi de insanı fanatizme götürebilir. İslam tarihinde dini bilginin insanı fanatizme götüreceğinin en iyi örneği kuşkusuz Haricilik tecrübesidir. Haricilik tecrübesi ve onun çağdaş formları dini fanatizmin insanı nerelere sürükleyeceğinin an açık örnekleridir. Haricilik dini sadece kendi yorumunun doğru olduğunu, öteki yorumların meşru olmadığını savunan fanatik dindarlığı besler. Tek doğru din yorumunun kendi yorumu olduğunu savunan bütün dini anlayışlarda Harici bir boyut vardır.

     Günümüzde sadece eleştirdiği alanı dindarlar ile sınırlayan insanlara rastlanmaktadır. Dindarların dışındakilerin hatalarını kolaylıkla hoş görebilen, eleştiriden kaçınan, buna karşılık sadece dindarları eleştiren tavır elbette sorunludur. Yaşar Nuri Öztürk’ün şahsında gördüğümüz ve neredeyse kendinden başka bütün Müslüman grup ve cemaatleri eleştiren bu hastalıklı tavır, dindarların hatalarını acımasızca eleştirirken diğer grupları görmezden gelir. Dindarlar dünyanın en aşağılık kişileridir ve onlardan daha namussuz kimseler yoktur. Bu yönüyle Yılmaz Özdil gibi ulusalcı Kemalistlerden zerrece farkı yoktur. Sünni Tasavvuf eleştirisinden büyük zevk duyar. Ama ondan çok daha sorunlu olan Alevilik hakkında tek bir kelam etmez. Din hakkındaki en doğru anlayış ona aittir. Onun dışındaki herkes yalakadır, yalancıdır. Dünyanın en kötü partisi Ak Parti en kötü lideri Erdoğan’dır; Atatürk’ün dışında herkes bu ülkede dini siyasete alet etmiştir. Halk cahildir, menfaatçidir, yalakadır. Bu eleştiri tarzının diğer önemli aktörü İ.Eliaçık’tır. Gezicilerle ve toplumda hiçbir karşılığı olmayan solcularla beraberdir. Eleştirini diğer İslami gruplar üzerinde yoğunlaştırır. Bu yüzden Eliaçık'ın toplumda bilgi bakımından değil, ahlaki bakımdan bir karşılığı yoktur.

     Eleştirelliğin bir boyutu da ikili kadın-erkek ilişkilerinde,aile ve toplumsal ilişkilerimizde ortaya çıkar. Kendini hayatın merkezine koyan,hatasız olduğunu düşünen kişinin ilişkide bulunduğu insanların hayatını zindana çevireceği açıktır. Hayatın bize gösterdiği en önemli gerçek İkili ilişkilerin çok boyutlu olduğudur . Elbette kadın ve erken arasındaki sevgi ve buna bağlı evlilik ilişkileri ve bunların niteliği, taraflar arasındaki karşılığı önemlidir. Ama hayat sadece bundan ibaret değildir ve insan ömrü boyunca çok farklı ilişki biçimleri yaşar. Baba-evlat-anne,eş, öğretmen ,amir, dost...hepsinin iyi ya da kötü bir karşılığı vardır hayatımızda. Bizim değerimizi belirleyecek olan da bu pozisyonları işgal ettiğimizde ötekine gösterdiğimiz tavırdır. İkili ilişkilerde ilk gerçek her zaman haklı olan biz değiliz. Her zaman haklı olanın biz olduğu ve karşımızdakinin sürekli yanıldığı fikrinin bizi bırakacağı eşik faşizm, egoizm ve üstünlük ahlakıdır.

     Bir aydının ,grubun,camianın,partinin sosyal ve siyasal konulara ilişkin oluşturdukları dil hem kendini ifade etme ,hem de diğerleri tarafından anlaşılmakonusunda temel referanstır.Bu referans oluşturulurken kullanılan kavramsal sistem açık ve anlaşılır olmalıdır.

Dini anlama, uluslararası sistemin durumu, siyaset anlayışı, felsefi ve ideolojik duruş, toplumda ve siyasette farklı düşüncelerin kaynağıdır. Farklı düşüncelerin oluşumu insanidir, insani olmayan herkesi kendi düşüncene ve anlama biçimine zorla davet etmektir. Bugün Türkiye' de düşünsel ve ideolojik grupların temel açmazı budur.

     Türk düşünce tarihin de siyasi aktörlerin, edebiyatçıların, gazetecilerin, aydınların, din adamlarının toplumdaki yerini belirleyen bilgi, birikim ve anlayışlarından çok, farklı durumlar ve kendine dönük eleştiriler konusundaki tavrıyla ilgilidir. İnsanlar ahlaki olarak samimiyetine inandıkları insanların bazı hatalarını kolaylıkla hazmedebilirler. Fikir adamlarının yerini belirleyen fikirlerinden çok ahlaki duruşları ve kullandıkları dildir. Üslubu beyan, ayniyle insandır çünkü.

     Kendi dışında kalanlar tarafından eleştirilen aydınlar ve kanaat önderleri,aydınlar ve sivil toplum örgütleri bütün enerjilerini sadece eleştirilerin anlamsızlığı üzerine inşa etmemeli. Eleştiriye,sorgulanmaya açık olmalı; kendi düşünce sistematiğini ve görüşlerini sürekli sorgulamalı.

     Eleştirinin de bir ahlaki standardı olduğu kuşkusuzdur. Ulusalcı-laik-sol-Kemalist çevrenin gerek iktidar gerekse dünya siyaseti konusundaki eleştirileri tümden yersiz değildir. Onların söylemini zayıflatan temel faktör eleştiri ahlakından yoksun olmaları ve önerdikleri çözümün iktidarın gerisinde kalmasıyla ilgilidir. İktidarı demokratik olmamak ve hukuk devleti ilkelerine saygı tutmamakla eleştirebilirsiniz, ancak çözüm olarak tek parti dönemi faşizmini önerip, Türkiye’de yaşayan çoğu insanın hafızasında sorunlu olan bir dönemi kutsarsanız eleştirinizin değeri düşer.

     Aydınların en büyük açmazı, kendini ifade ederken kurdukları kavramsal sistemin,paylaştığı perspektifin,tarih ve toplum anlayışının ve gösterdiği ufkun bilgi düzeyine başkalarınca yapılan eleştirileri sadece onların kötü niyetleri olarak değerlendirme hastalığıdır. Aydın elbette fikri birikim olarak diğer insanlardan farklıdır. Ancak bu fikri birikimi insanlara baskı yapmaya, kendine ahlaki bir ayrıcalık tanımaya evrilmişse artık o bilginin kimseye faydası yoktur. Bilgi, insanlara yol göstermenin, hakikat arayışının aracıdır, kendine ayrıcalıklı bir yer edinmenin değil.

     İslam düşünce farklılıklarına izin verir. İslam tarihi boyunca böyle olmuştur bu. Hz Peygamber ihtilafın rahmet olduğunu söyleyerek farklı fikirlerin oluşmasının islamın düşünce dinamizmini artıracağını ifade etmiştir. İslamın izin vermediği farklı fikirleri ayrılık ve çatışma aracı olarak kullanmaktır. Fikir üretimini artıracak farklı yaklaşımlar meşru,kardeşliği bitirecek farklı değer yüklemeler sorunludur.

     Aydınların,yazarların,düşünce adamlarının,sivil toplum örgütü ve cemaatlerin aynı konuda farklı projeler üretmeleri, farklı anlayışlara sahip olmaları bir sorun alanı değil, zenginlik dinamizm kaynağıdır.

     Toplumsal ve siyasal sorunlar karşısında farklı yöntemlerden hareket etmek ve farklı düşüncelere sahip olmak doğaldır. Bir düşünceye muhalif kalmak herkesin hakkıdır. Kürt sorunu,çözüm süreci, milliyetçiliğin Kürt sorununun çözümündeki katkısı veya engelleyici rolü, Ak Parti karşısındaki siyasal pozisyon,öncelikler gibi konularda farklı düşünceler doğaldır. Doğal olmayan bir grubun sadece kendi anlayışını, yöntemini, düşüncesini zorla kabul ettirme eğilimidir.Faşizmin eşiği de burasıdır zaten. Faşizmin dili kendisinden farklı düşüneni tanımlarken kullandığı satılmış, ajan, iş birlikçi gibi ötekileştirici,tahammülsüz kelimelerdir.

     Öyle görülüyor ki, siyasal,toplumsal veya dini bir konuda tavır geliştirme konusunda ahlaki bir sorunumuz var. İslam hem kaynakları hem de yaşanan tarihsel süreç anlamında farklı yorumlara açıktır. Farklı yorumlar bir zaaf değil, düşünsel dinamizmin kaynağıdır. Farklı yorumları zenginlik kaynağı olarak değil tehdit olarak algılayan düşüncenin fanatizme varmaması neredeyse imkansızdır.

     Tarih boyunca farklı düşüncelerin ,fırkaların,grupların ,anlayışların,siyasal hareketlerin aralarındaki kanlı hesaplaşmaların insanların zihninde bir travma yarattığı açıktır. Çoğu iyi niyetli olsa da dini anlayışın birleştirilmesi konusundaki yaklaşımlar farklılığı tehdit kabul eden bir alt yapının verdiği korkudan kaynaklanıyor. Elbette burada çoğu tarih ve toplumdan kopuk konularda yaşanan fikir ayrılıklarının yarattığı olumsuzluk da etkilidir. Özellikle gaybi konular üzerine bitmek tükenmek bilmeyen tartışmalar son derece anlamsız. İslam felsefesini uzun süre meşgul eden felekler tartışması böyledir.

     Entelektüel konuda çok yapılan yaygın bir yanlışlık da bir aydının doğası gereği tarihsel olan ve birikimi, zihinsel algısı ile sınırlı görüşleri bütün zamanlar için değişmez modeller olarak kabullenmektir. Şartların değiştiği bir

     zaman dilimi için daha önce farklı önceliklerin yaşandığı bir tarihsel ortamın içinden konuşan bir düşünürün değişmez referans kabul edilmesi, bugüne değil geçmişe yoğunlaşmanın tipik davranış modelidir.

     Şunu unutmamak gerekir ki, hiçbir kişi,cemaat veya örgüt konumu,bilgisi,anlayışı ne olursa olsun bütün zamanları kapsayacak bir bilgi düzeni ve yöntemi oluşturamaz. Bundan dolayı Cemalettin Afgani, Muhammed Abduh, Ali Şeriati, Murtaza Mutahhari, Mevdudi,Seyyid Kutub, Sait Halim Paşa, Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl...tümüyle hatasız ve bütün zamanları kapsayan düşünceler üretemez. O yüzden eleştirilebilirler. Her eleştiriyi peşinen reddetmemek,üzerinde düşünmek gerekir. Elbette eleştiri yapabilmek için konu hakkında belli bir entelektüel birikime ulaşmak gerekir. Yüzeysel bilgilerle, insanları karalamak ve belli bir ikbal kazanmak için yapılan eleştiriler elbette eleştiri ahlakından yoksundur.

     Eleştirinin en iyi olanı da kişinin kendisini eleştirme ve hataları ile yüzleşme cesaretini gösterebilmesidir. Tövbe etmek aslında bir anlamda hataları ile yüzleşme davranışıdır. “Başınıza gelen felaketler kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir.” Bu ayet üzerinde uzun uzun düşünmek gerekir. Kuşkusuz insanoğlunun yeryüzünü hoyratça tüketmesi, hırslarının kurbanı olması fesadın kaynağıdır. İnsanoğlunun olaylardaki sorumlulukları elbette birbirinden farklıdır. En acısı da bir insanın yaptıkları yüzünden başka insanların acı çekmesidir. Her felakete maruz kalan suçlu değildir elbette, suçlu olan insanoğludur ve insanoğlunun sucunun bedelini de masum diğer insanlar ödüyor. Bu konuda hiç sucu olmayanlar ise yeryüzünün binlerce metre altında ekmek parası peşinde koşan insanlardır. Hepsi başka çareleri olmadığı için bu işi yaptıklarını belirtiyorlar. Suçlular ise riskli işlerde gerekli tedbirleri almayan,alınan düzenlemelere uymayan yetkililerdir. Şimdi ise yardım etmeyen herkes sorumludur.

     Karşılaşılan olayların farklı değerlendirmesi şaşırtıcı değildir. Olayların gerçekliği tektir, ancak bizim zihnimizden geçip sonuçlandığında semantik bir değişime uğraması kaçınılmazdır. Gezi, 17 Aralık, Soma ve diğer olaylar konusunda değerlendirmeniz Sosyalist, Muhafazakar,Milliyetçi, Ak Partili CHP'li, Kemalist, Anti-Kapitalist Müslüman, Cemaat... gibi guruplardan hangisine aitseniz ona göre değişiyor. Bu noktada insanların fıtratındaki iyilik damarına yönelmek gerekir. Bu konuda tutarlı,ahlaklı ve samimi olan ve olaylara geniş açıdan bakmayı başarabilenlerin söylemi öne çıkıp kabul görecektir.

     Buradaki en elitist tavır, asla yanılmadığını savunan kişilerin değerlendirmeleridir. Konuşmaya şöyle başlarlar: “İşin aslı şudur kardeşim.” Her şeyi en iyi bildiğini iddia eden bu tipler, kendi bilgilerinden asla şüphe etmezler. Her şeyin iç yüzünü bildiğini ima eden bu kibirli tavra sahiptirler. Yaptıkları analizlerde en çok yanılanlar da bunlardır.

     Bazılarına göre iktidarın her yaptığı yanlış ve hatalıdır. Gerçek iktidarın her yaptığına muhalif olmaktır. Bu tutum, iktidarı her halükarda destekleyen bir zihinden zerrece farklı değildir. İktidarı sosyolojik açıdan değerlendirmek ve hangi toplumsal taleplere karşılık geldiğini analiz etmek gerekir. Çağımız sosyal olayları kendi dinamikleri içinde anlamaya çalışan İbn Haldun gibi zihinlere ve onun metodolojisine muhtaçtır.

     Değerlendirme yaparken şu gerçeği unutmayalım: Gerçek bir, görünümleri çoktur. O görünümlerden biri gerçektir ancak. Gerçekliğin bizim kavradığımızın dışında da olabileceğini düşünerek esnek bir tavra sahip olmak gerekir.

     Eleştirel düşüncenin varlığının en alt seviyede olduğu gruplar cemaatlerdir. Bu anlamda Gülen Cemaatinin din algısı ve bu algıya dayalı alarak yaptığı analizler çok sorunlu bir noktaya doğru gidiyor. Önce Malatya'da kayısıların donmasını, sonra Soma'daki maden kazasını Ak Partiye verilen oylara ve verilen desteğin sonucu olduğunu ima eden veya doğrudan ifade eden yazılar çıkıyor. Bu arada kendi karşılaştıkları olumsuzlukları Allah'ın bir ikazı olarak değerlendirme eğilimindeler. Öyle görülüyor ki,cemaat sadece kendi dini yorumunu ve algısını meşru diğerlerini gayri meşru görüyor. Oysa hiçbir dernek ,vakıf,kuruluş,cemaat sadece kendisinin islamı temsil ettiği iddiasında bulunamaz. Kendisi gibi siyasal tercihler yapmayan müslümanları felaketlerin kaynağı gibi gösteremez.Cemaatin bu algısı doğruysa neden Amerika ve İsrail gibi zulüm merkezlerinde cezalandırıcı felaketler olmuyor? Yoksa onlar iyi de sadece Ak Partiye oy verenler mi hatalı? Bu bakış farklı dini anlayışları dışlayan ,küçümseyen bir bakış. Bu anlayışın Yılmaz Özdil'in hiçbir insani ve ahlaki değere uymayan bakışından çok fazla farkı yok. Her ikisi de insanların başına gelen felaketleri Ak Partiye verdikleri desteğe dayandırıyorlar. Burada teolojik bir sorunda var. San ki cemaat Allah'ın muradının gerçekleştiği ve ona dokunanı Allah’ın cezalandırdığı bir yer.

     Hiçbir insan yaşadığı dönemde dünyada olup bitenlerden meydana gelen sorumluluktan kendini tamamen sıyıramaz. Her insan dünyada meydana gelen olaylardan etki derecesine göre sorumludur. Önlem alması gereken almadığı önlemden, denetlemesi gereken doğru denetlememesinden, insanlar sessiz kalmasından sorumludur. Kuşkusuz Afrika'da meydana gelen bir faciadan herkes değişik derecelerde sorumludur. Kur'an karşılaşılan kötülüklerin insanların kendi elleriyle kazandıkları sonucu olduğunu söyler. Bu insana sorumluluğunu hatırlatan çok önemli bir sosyolojik uyarıdır. Ama her şeyi izah eden ve herkesin sorumluluğunu ortadan kaldıran bir izah tarzımız var: "Kader ve Alın yazısı." Kuran'a göre kader kavramı ihsanın sorumluluğunu ortadan kaldıracak şekilde yorumlanamaz.

     İnsanın eleştirel ve sağlıklı düşünmesinin önündeki en büyük engeller kategorileştirme ve seçmeci yaklaşımdır. Kategorileştirme bakış açısını sınırlandırır. Çünkü tarihte sınırları belirlenmiş kategorik düşünceler genellikle yoktur. Seçmecilik ise olayların içinden kendi görüşüne uygun olanı seçmekle sonuçlanır. Bu durumda önemli olan olgu değil, sizin zihinsel tutumunuz olur. Kategorik ve seçmeci bir zihin yapısıyla toplumu okuyanların başarılı olması mümkün değildir. En fazla kendilerinin okuduğu bir dergi ve sayısı bini geçmeyen dar bir cemaate hitap edebilirler.

     Ak Partiye yapılan her tür eleştiri ve muhalefeti eleştirmemek gerekir. İnsan haklarını,adaleti ve hukuk devletini temel alan eleştiriler ve ulusalcı-kemalist-sol gibi Erdoğan'ın temsil ettiği inancı temel alarak eleştiri yapan iki tür eleştiriyi ayırmak gerekir. Temelinde İslama karşı duyduğu antipati olan eleştirilerin yanında durmayız. Galiba Eliaçık bun kesimlerle çok yan yana duruyor. Bu da söyleminin gücünü ve samimiyetini büyük ölçüde örseliyor.

     Eleştirinin etkili olabilmesi için doğru bilgiye dayanması, samimi ve ahlaklı olması gerekiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum