1. YAZARLAR

  2. Zeki Savaş

  3. Devlet Kibri
Zeki Savaş

Zeki Savaş

Yazarın Tüm Yazıları >

Devlet Kibri

A+A-
Şırnak Uludere'deki sivillerin maruz kaldığı facianın üzerinden günler hızla akıp gidiyor.

Sivil toplum kuruluşlarının hazırladığı raporların, yazılan yazıların, yapılan konuşmaların sonucunda netleşen üç konu, şeffaf bir cevap ve fiili çözüm bekliyor.

Birinci konu, olayın aydınlatılmasıdır. Bu facianın neden, nasıl, niçin ve kimler tarafından planlanıp yapıldığı konusu en kısa sürede açığa kavuşturulmak zorundadır. Geçen süreye rağmen hükümet ve Genelkurmay, olayın gerçek yüzünü ve gerçek faillerini açıklamadı. Vahim hadise, gizemliliğini korumaya devam ediyor. Yetkililerin suskunluğu, mağdurların ve toplumun kuşkularını, saldırının kasıtlı bir operasyon olduğuna dair kanaatlerini pekiştiriyor. Aksinin yaşanması, olayın şeffaflık kazanmasına bağlıdır.

Hükümet ve Genelkurmay, bu elim hadiseyi bütün çıplaklığıyla açığa kavuşturma konusunda ayak diretirse, toplumdaki kuşkular, kesin inançlara dönüşür. O zaman olayın aydınlatılması da artık yarar getirmeyecektir.

34 canın hem hakiki hem de mecazi manada yandığı bu hadisenin aydınlatılması, özür ve tazminattan çok daha mühimdir.Öncelikli konu olayın aydınlığa kavuşturulmasıdır. Çünkü hepimiz karanlıkta bırakılmış durumdayız. Aydınlanma yapılmaz ise, toplum vicdanı devlet aleyhinde nihai hükmünü verecektir.

Köylülerin bombalanması beş ihtimalin dışında değildir.

1-Genelkurmay, köylülerin kaçakçı olduklarını bilerek bombalamıştır.

2-Genelkurmay, köylüleri PKK'li sanarak bombalamıştır.

3-Ordunun içinden bir birim, planlı olarak hareket edip Genelkurmay'ı yanıltmıştır.

4-Ordunun içinden bir birim, PKK ile işbirliği halinde planlı olarak hareket edip Genelkurmay'ı yanıltmıştır.

5-PKK, tek başına planlı bir şekilde bu olayı tezgahlayarak Genelkurmay'ı yanıltmıştır.

Bu ihtimallerin tümü, siyaseten mümkündür. Siyasetin kirlendiği zamanlarda ise çok daha mümkündür.

Hangi seçenek doğru olursa olsun, hükümetin ve Genelkurmay'ın sorumluluğu vardır.

İkinci konu, tazminattır. İşlenen cinayetin yol açtığı derin tahribatı bir nebze hafifletecek ciddi bir tazminatın zaman kaybetmeden ödenmesi gerekiyor. Maddi tazminat, yüreği yananların acılarını gidermez. Sadece acı içindeki bu insanların en azından bir süre o acılı halleriyle yeniden kaçakçılık yapmak zorunda kalmalarını önler. Tazminat gecikirse, hayat devam ettiğinden dolayı geride kalanlar taşıdıkları acıların şiddeti devam ederken yeniden yollara düşmek zorunda kalacaklar. Bu da, zulmün katmerleşmesine yol açacaktır.

Üçüncü konu 'özür' meselesidir. "Biz halkımızın hizmetkarıyız" diyen Başbakan'dan, olayın hemen arkasından gecikmeksizin, "Mağdurlardan, bölge halkından ve tüm halkımdan özür diliyorum. Olayın üstüne sonuna kadar gideceğim. Bu olayın siyasi sorumluluğu bana aittir" şeklinde ilk tepkisini dile getirmesi beklenirdi. Devlet hizmetkar ve millet efendi ise, hizmetkarın efendisine karşı bir kabahati, anında bir özrü gerektirirdi. Eğer hizmetkar, efendisine istemeyerek zarar vermişse, efendisinin ayaklarına kapanması icap ederdi. Eğer hizmetkar bilerek efendisine zarar vermişse, cezai müeyyide lazım gelirdi.

Hakeza Genelkurmay başkanının da "Bu olayın askeri sorumluluğu bana aittir. Olayı en kısa sürede aydınlatacağım. Halkımdan özür diliyorum" demesi gerekirdi.

Bunların hiç biri gerçekleşmedi. Ne siyasi ne de askeri makamlar, işlenen bu cinayet ile ilgili özür dilemedi. Olayın aydınlatılmak istenmesi, özrün geciktirilmesine delil olamazdı. Çünkü olayın yanlışlıkla mı yoksa kasıtlı mı işlenmiş olması, neticeyi çok fazla değiştirmeyecek. Sonuçta 35 can yok edilmişti. Olayın aydınlatılması neyi değiştirecek? Özür dilemeyi gerektirmeyecek bir bilgi ve belge mi çıkacak? Yanlışlıkla da olsa, kasıtlı da olsa özür kaçınılmazdır. Eğer kasıt varsa, mukassırların tümünün ifşa edilmesi ve en ağır cezaya çarptırılması gerekecek. Özrün ötesinde yapılması gereken şeyler olacak.

Her durumda özür kaçınılmazken bundan imtina etmeleri, devlet kibriyle açıklanabilir. Kadim zamanlardan beri devletler mütekebbirdir. Devletlerin gururu, sahip oldukları güçlerinden kaynaklanır. Devletler, güçlerinden neş'et eden kibir ve gururlarını dışa karşı göstermeleri gerekirken genellikle kendi halklarına karşı dışa vururlar. Oysaki devletlerin kendi halklarına karşı kibirli davranması, zulümdür.

Bizim topraklar, kendi vatandaşını öldüren, korkutan, ürküten bir devlet geleneğine sahiptir. Dağda veya cezaevinde işkencede öldürülen evlatlarının cenazesini almaya çekinen anne-babaların korkularını televizyonda övünerek anlatan generallerin olduğu militarist bir devlet geleneğine sahibiz. Vatandaşın devletten dehşete düşmesi bir marifet sayılıyor.

Dersim katliamının üzerinden 80 yıl geçtikten sonra devlet adına özür dilenebildi. Roboski faciasının üzerinden de iki asır mı geçmesi gerekiyor özür dilemek için? Dersim katliamı için devlet adına özür dileme erdemliliğini gösteren Başbakan, aynı erdemi doğrudan kendi sorumluluğu altında gerçekleşen bir olay için neden gösteremiyor? Kasıtlı veya kasıtsız, 34 can, bir özür dilemeyi icap ettirmeyecek kadar mı değersizdir?

Bu kibir ne Tayyip Erdoğan'a yakışıyor ne de son yıllarda yaşanan değişim süreciyle bağdaşıyor.

Darbeci orgenerallerin yargılanmaya başlandığı bir dönemde böyle bir facianın işlenmesi ve bundan ötürü özür dilenmemesi, bazı karanlık işlerin döndüğüne işaret ediyor.

Şırnak-Uludere-Roboski olayı bir dönüm noktası olabilir. Bu olayın tüm yönleriyle aydınlatılıp gereğinin yapılması, aydınlık günlerin ve karartılması da karanlık günlerin habercisi olabilir.

Hep beraber aydınlık günler için çaba göstermeliyiz.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.