Dersim ve Şeyh Said olayına birer şahitlik
19. Yüzyılda Avrupada başlayan başlayan pozitivist ve maddeci rüzgar, teknolojik başarı desteği ile de bütün dünyayı etkiledi. Bu felsefenin toplum hayatına yansıyan prensipleri şunlardı: Dayanak noktası güç ve kuvvetti. Kim güçlü ise o atını koşturuyordu. Hedefi menfaatti. Herkes kendi çıkarını düşünüyordu. Bu başkalarının zararına olsa da. Hayatı bir mücadele alanı görüyordu. Çünkü, evrenin izahını zıtlıkların çarpışması olarak algılıyor, sasyal hayattaki yansımasını ise, güçlü millet yaşar, zaif millet hayat sahnesinden silinmeli tezini işliyordu. Bunun sonucunda Topumsal bağı, başkasını yutmakla beslenen ırkçılık ve menfi, olumsuz milliyetçilik olarak uyguluyordu. Hayatın gayesini ise hevasını, egosunu tatmin ve ihtiyaçları artırarak yaşamak olarak hedefliyordu.
Bu felsefeden etkilenen İttihad ve Terakki kadroların kurduğu Türkiye Sisteminin Dünya görüşü Laiklik, toplumsal yansıması ise Ulusçuluktu. Mustafa İslamoğlunun dediği gibi, “Sistemin iki sopası var: biri laiklik diğeri de ulusçuluktur. Birincisi ile Müslümanları, diğeri ile de Kürtleri dövdüler. Hem Kürt hem de Müslüman olanlar ise iki sopayı birden yediler.”
Dersim bir süreliğine gündemdedir.Diğer olaylar ve özellikle Şeyh Said hadisesi sonrası yaşananlar gündeme bir türlü gelmiyor. Halbuki Dersim benzeri olaylar Bingöl ve Lice çevresinde de yaşanmıştır.Belki Dersim olayının bu işi takip edenlerce şahitleri dinlenmiş dökümanlar hazırlanmıştır. Şehy Said sonrası için bu kadarının da olmadığını zan ediyorum.
Önce Dersim olayı ile ilgili bütün bu anlatılanları ve belgeleri destekleyecek bir şahitlik:
Tahminen 1988 idi. İstanbulda Üniversitede okuyordum. Sömestri tatilinde asıl adı Dercımt olan köyümüze gelmiştim. Zaten 1975 depremi nedeniyle ilçede iskan edilen köyümüzde on kadar ev kalmıştı. Bunlar da genellikle babam dahil, köyün ihtiyarları idi. İşte o günlerde gurbetten geldiğimiz için akraba, yakın ve komşular, hoşgeldine gelir, oturup söhbet ederdik. Bunlardan biri de babamın amcasının oğlu ve 1994 de vefat eden Ahmet Amca idi. (Hemê Zênı diye tanınırdı.) O, 1938 lerde Dersim olayında asker imiş. Sıcak sobamızın yanında, bir dramatik film havasında anlatıyordu. Çok uzun anlattı. belki bir buçuk, iki saat devam etti. Özet olarak aklımda kalanlar şunlardır:
”Köylülerin göremeyeceği şekilde ve yerlerden, dağlara çıktık ve onların farketmediği yerlerde mevzilere girdik. Toplar kuruldu. Ve Silahlar hazırlandı. Uzun müddet köy, dürbünlerle takip ediliyordu. Mevsim yazdı, sıcaktı. Köyün davarları, hayvanları sabahleyin dağa bayıra, beslenmeye otlanmaya gitmişti. Öğleyin tekrar köye gelmesi beklendi. Çünkü, Komutan, “Uygun zamanı beklediklerini, davarlar köye gelince, köylülerin köyde olduklarını fark edeceklerini, davarlarıyla ilgileneceklerini, süt sağma işlerini ve hayvan yavrularının emzirmelerini göreceklerini, kısacası, köylülerin toptan kadın, çoluk çocuk, hepsinin köyde olduklarına emin olacaklarını ve işte o zaman harekete başlayacaklarını ve ateş emrini vereceklerini “ söylüyordu. Beklenen öğle vakti geldi. Herkes bir şekilde davar ve hayvanları ile meşgu iken ateş emri verildi.Toplarla, silahlarla köy dövüldü, imha edildi. Sonra biz köye indik.
Askerlerlerden herbirisi, sağ kalan hayvanlardan kendine kesip, ateşler yakıp, kebap yapmaya çalışıyordu.”
Bu son gündem oluşmadan önce facebbok’ta da, Dersim olayları ile ilgili bazı video ve yazı paylaşımlarına yorum olarak bu hatıramı yazmıştım. Bu yazıyı yazarken Ahmet amcanın Abdullah adında oğlunu da cep telefonu ile 29.11.2011 günü saat 13:00 civarında aradım. Bu görüşmeden, kendi ailesine, çevresine de bu olayları anlattığının te’yidini almış oldum.
“Şeyh Said hadisesi sonrası Şeyh Said’e katılan veya destek veren köyleri, Gençten(Bingölün ilçesi) başlamak üzere katliam yapa yapa güneye doğru bizim köye kadar geliyorlar. (Asıl adı Şelgemin, Licenin küzey tarafında dağlık alandadır.) İçinde çocuk kadın bulunan toplam 17 kişiyi yakalıyorlar. O zaman, o köylerden olup askere rehberlik yapan birisinin cebine bir miktar para konuyor. Ta ki, bunlar mahkum yakınları değil ve ölümden kurtulsunlar diye. Komutan bu hareketi fark ediyor.
Rehberlik yapan adamın cebini kontrol ediyor, para olduğunu fark ediyor. Ve bunlar doğru söylemiyor, mahkum yakınlarıdır diye, öldürülmeleri emrini veriyor. Askerler başlıyor, süngü ile vurmaya ve insanlar hemen yakınındaki su deresine düşüyorlar ve su içinde de süngüleme devam ediyor. Öldürdüklerine kanaat getirince, bırakıp köyü terk ediyorlar.Askerler köyü terk ettiklerine emin olununca, bu öldürülenlerin yakınları gelip bakıyorlar. Yakınlarımızdan ölenler Babmın ilk hanımı ve bir kız çocuğu. Halam ve iki çocuğu baba evlerine geldiklerinden dolayı onlar da öldürülüyor. Bunların içerisinde o zaman bekar olan annem hariç, hepsi ölmüş olduklarını fark ediyorlar. Anenemi, kız kardeşi sırtına alıyor, bir büyük kayanın dibine bırakıyor. Altına bir şeyler seriyor.
Akşam üzeri olduğu için orayı terk ediyor. Ve şöyle diyor.” Eğer inşallah sabaha kadar ölmedi isen, gelip yaralarını ot vs. ile tedavi ederiz. Sabah oluyor. Allahın takdiri, o zaman bekar olan annem, ölmüyor. Yaralarını geven türü şeyler kullanarak iyileştiriyorlar. Fakat izleri belli oluyordu. 13 tane süngü darbesi yemişti. Bir kısmım kendiliğinde görünen, boğaz ve göğsüne isabet etmişti. Daha sonra ilk karısıda öldürüldüğü için babam bu yaralı kurtulan ile evleniyor. Ben dahil, beş çocuk dünyaya getiriyor. Sonra Annem Allahın emri ile ölüyor. Babam üçüncü hanımı ile evleniyor. Gariptir bu olaydan sonra askere emir geliyor ve öldürme emri durduruluyor. Tabi daha önce Botyan, Murtezan ve Mıstan’da çok kıyım yapmışlardı. Hatta murtezan da insanları bir eve koyup ateşe vermişler.”
Sonuç olarak dersim nasıl gündeme gelmişse, Şeyh Said sonrası yapılan katliamlar da gündeme gelmeli, araştırılmalı ve arşivler açılmalıdır.
ufkumuz.com
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.