1. YAZARLAR

  2. Vahap Coşkun

  3. Demokratik Reform İhtiyacı
Vahap Coşkun

Vahap Coşkun

Serbestiyet
Yazarın Tüm Yazıları >

Demokratik Reform İhtiyacı

A+A-

     "Faşist yönetim", "diktatör", "otoriter rejim" vb. kavramlar çok rahat kullanılıyor, bu kavramlar üzerinden yapılan eleştiriler doğru olmadığı gibi yararlı sonuçlar da doğurmuyor

     Türkiye, Gezi Parkı olayları sebebiyle 20 zorlu gün yaşadı. Toplumsal gerginlik yükseldi. Toplumsal fay hatları hareketlendi; mezhebi ve kültürel alandaki kırıklıklar derinleşti. İnatlaşmaya ve karşısındakine diz çöktürmeye dayalı siyaset dili, toplumda tamiri zor bölünmelere yol açtı. Birbirlerine karşı duran ve patlamak için sadece küçük bir aleve ihtiyaç duyan kitleler var sokaklarda. Uzlaşma ve diyalog telkinleri değil, çatışma çağrıları revaçta.

     Sürdürülebilir bir hal değil bu. Herkes şapkasını önüne koymalı. Kendisini mutlak haklı görüp diğer tarafı şeytanlaştırmak, bir tarafın militanlığına soyunanların yüreğini soğutabilir ama çözüme bir katkı sunmaz. Herkes, süreç içinde yaptıklarını soğukkanlı bir şekilde gözden geçirmeli, yanlışlarıyla yüzleşmeli ve toplumsal bünyemizde meydana gelen hasarların nasıl onarılacağı üzerinde yoğunlaşmalı.

     Bu noktada en önemli görev, siyasi iktidara düşüyor. AKP, iki tür siyaset izleyebilir. Birincisinde oluşan gergin atmosferi devam ettirip kitlesini kenetleyerek ve seçimlere “AKP ve karşıtları” algısını körükleyerek gidebilir. İkincisinde ise Gezi sonrası içte ve dışta AKP’ye karşı oluşan olumsuz havayı dağıtmak için bir demokratikleşme programını devreye sokabilir.

     İlk tercih, oy bazında AKP’ye bir getiri sağlayabilir ama temel siyasi konularda AKP’nin siyaset yürütmesini güçleştirir. Bu itibarla bundan uzak durmakta fayda var. İkinci tercih ise, gerginliği bitirmez ama alt seviyelere çeker. Bir demokratikleşme siyaseti, bugün itibarıyla AKP’ye üç noktada nefes aldırır.

     AKP’nin otoriterliği

     İlki, gerek içeride bazı kesimlerde ve gerekse dışarıda AKP’nin otoriter bir siyasete yöneldiği daha çok dile getirilir oldu. “Cesedimizi çiğnemeden Anayasadan Türk kelimesini çıkaramazsın, değiştirilemez maddelerin noktasına dokunamazsın” diyen CHP , Erdoğan’ı “diktatör” ilan etti. The Economist, sırıtan bir oryantalizmle, Erdoğan’ı kaftanlar içinde resmetti. Dış basında hemen her gün, Erdoğan’ın İslamcı (veya neo-İslamcı) damarının kabardığını, özgürlüklerin gittikçe zayıfladığını belirten makaleler yayımlandı, yayımlanıyor. İçeride, Erdoğan’ın arkasındaki çoğunluk gücüne dayanarak faşizme doğru hızla yol aldığını belirtenler var.

     Türkiye’nin demokrasisi matah değil, AKP’nin de çok büyük hataları var. Tamam. Ama “faşist yönetim”, “diktatör”, “otoriter rejim” vb. kavramlar çok rahat kullanılıyor, bu kavramlar üzerinden yapılan eleştiriler doğru olmadığı gibi yararlı sonuçlar da doğurmuyor. Bununla birlikte bu eleştirilere muhatap olan bir iktidarın yapması gereken, demokratikleşmeye hız vermektir. Zira başta ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı gibi hak ve özgürlükleri genişletmek, bu tür eleştirilerin altını boşaltır.

     Hayat tarzına müdahale

     İkincisi, Türkiye’de başta Kemalistler ve Aleviler olmak üzere çeşitli gruplar, AKP iktidarında yaşam tarzlarının tehdit altında olduğu (veya olacağı) endişesi yaşıyorlar. AKP’nin yavaş yavaş devletin tüm kademelerinde tek söz sahibi haline geldiğini, yeterince güçlü olduğunu hissettiği anda kendilerine bir yaşam biçimi dayatmasında bulunacağını düşünüyorlar. AKP de, çoğu kez kullandığı dille (“ayyaşlar”, “gitsinler evlerinde içsinler, tıksırıncaya kadar içiyorlar”, “kucakta oturan kızlar”) bu algıyı perçinliyor.

     Genelde bu endişe dile getirildiğinde AKP’li yöneticilerin cevabı, “Bugüne kadar kimin hayatına müdahale ettik?” şeklinde oluyor. Ancak bu tavır, endişeleri izale etmiyor. Hayat tarzı endişesi, dudak bükülecek, küçümsenecek bir sorun değildir, önemli bir sorundur. Siyasi iktidar bu sorunun üstesinden gelmek için, bir taraftan farklı hayat biçimlerine müdahale anlamına gelebilecek pratiklerden ve kendi “iyi” anlayışını topluma dayatmaktan kaçınmalı, diğer taraftan da yapacağı düzenlemelerle insanlara yaşam biçimlerinin güvence altında olduğunu hissettirmelidir. Farklı toplumsal kesimlerin demokratik taleplerini karşılayan bir demokratikleşme programı, bu hissin oluşmasında birincil derecede etkin bir rol oynayacaktır. Bu bağlamda, özellikle Alevi vatandaşlarımızın meşru taleplerinin bir an önce karşılanması hayati derecede önemlidir.

     Kürt meselesi

     Üçüncüsü, Türkiye, Kürt meselesinin çözümünde tarihi bir fırsatın eşiğinde. Barış süreci, şu ana kadar tökezlemeden ilerledi ve önemli mesafeler kaydetti. Bunda PKK’nin ve BDP’nin uyguladığı siyasetin hakkını teslim etmek gerekir. Öcalan, bir taraftan bütün mesajlarında Türkiye’nin birliğinden ve demokratik siyasetten yana olduklarını belirtti ve böylece “bölünme” iddialarını boşa çıkarttı. Bir taraftan da PKK’ye kendi çözüm çerçevesini kabul ettirdi. Böylece PKK, önce çatışmasızlık ilan etti ve pratikte “silah bırakma” kadar büyük bir değeri olan “geri çekilme” sürecini başlattı. Haziran ayı sonu itibarıyla çekilmenin tümüyle tamamlanması bekleniyor.

     BDP, süreç boyunca -bir iki istisna hariç- sorumlu bir dil kullandı. İmralı-Kandil-Avrupa arasında mekik dokuyarak ve tabanını ikna ederek bütün bir hareketin süreç etrafında birliğini sağladı. BDP’nin Gezi siyaseti de, son derece müspetti. BDP yönetimi, meşru taleplere sahip çıktı, polis şiddetini ve antidemokratik uygulamaları en sert şekilde eleştirdi ama (muhtemelen çok büyük baskı altında olsa da) tabanını da sahaya salmadı. Böylelikle hem tabanının polisle ve ulusalcı gruplarla çatışması ihtimalini ortadan kaldırdı hem de müzakereleri yürüttüğü hükümetin daha güç bir pozisyona düşmesini engelledi.

     Aynı dil

     Dolayısıyla PKK ve BDP, süreç içinde üzerlerine düşeni yaptılar, yapmaya devam ediyorlar. Hükümetin, bu noktada söylemde ve eylemde demokratik bir çizgi tutturarak, süreci derinleştirmesi gerekiyor. Fabrika ayarlarına geri dönmenin ve “bölücübaşı”, “bölücü örgüt”, “teröristler” gibi sıfatları kullanmanın bir gereği yok. Yapılması lazım gelen, öncelikle TCK, TMK, Siyasi Partiler Yasası, Seçim Yasası gibi kanunlarda var olan antidemokratik hükümleri ayıklamak olmalı.

     Böylesi bir demokratikleşme siyaseti, hem Türkiye’de genel olarak demokrasinin tahkim edilmesini sağlayacak hem de barış sürecinin bir üst aşamaya geçmesinin imkânlarını yaratacaktır. Hükümet, ivedilikle çabalarını buna yoğunlaştırmalı, demokratikleşmeyi seçim sonrasına bırakma gibi bir yanlışa düşmemeli.

     RADİKAL 2

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.